Gazeteci Meltem Oktay açlık grevindeki Özlem Söyler'i yazdı: Sen beni görüyor musun?

"Aynı odada olduğumuz için zamanımın çoğu Özlem’le geçiyor. Her zaman yaptığımız gibi grevin ilk günlerinde de yükselen itiraz seslerine, 'grevciyi çok yorma' müdahalelerine rağmen bol bol halay çekiyorduk. Ama artık Özlem halay çekemeyecek kadar halsiz ve bitkin. Geçen gün ben merdivenden hızlı hızlı çıkarken, Özlem de yavaş yavaş iniyordu. Kendi kendine konuşuyor ve gülüyordu. Başta biraz kaygılandım. 'Acaba grevin etkisiyle birşey mi oldu?' demeden edemedim. Endişeli ruh hali ile yarım yamalak cümlelerle 'ne oldu?' diye sorabildim. O da hiç birşey olmamış gibi rahat ve doğal bir şekilde; 'Sen beni görüyor musun?' diye soruma soruyla cevap verdi. "

***

Gebze Kadın Cezaevi’nde kalan gazeteci Meltem Oktay, tecride karşı 73 gündür açlık grevinde olan koğuş arkadaşı Özlem Söyler'in "Sen beni görüyor musun?" sorusu üzerinden süren açlık grevi ve eylemcileri yazdı. 

(...)

Leyla Güven’in öncülük edip, ‘Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım’ ekseninde isimlendirilen eylem birçok yerde ‘Leylanın talebi bizim de talebimizdir’ denilerek kucaklandı. Leyla’ya ve talebine en sıkı sarılanlar ise, kadınlar oldu. Bulunduğum cezaevinde de Özlem Söyler, Özlem Özdemir, Hacer Halil Yusuf, Ruhşan Bozan ve Ayten Gülsüm, 16 Aralık tarihinden itibaren bu kucaklaşmayı, sahiplenmeyi süresiz-dönüşümsüz açlık grevleriyle sürdürüyorlar. Kadın renginin, özünün, öncülüğünün damgasını taşıyan bu tarihsel eyleme cezaevinden tanıklık etmek, bir gazeteci olarak daha önce deneyimlemiş olduğum olay ve gelişmelerden çok daha farklı. Zılgıtlarla, ıslıklarla, halaylarla başlayan bu eylemi, 70 günden fazla bir süredir gözlemliyorum. Bu kadınların yaşama olan tutkuları, içinde bulundukları eyleme karşı umutları, risk altında bulunduklarını bilmelerine rağmen geleceğe dair hayal kurmaları insanı tepeden tırnağa sarsan, düşünmeye sevk eden muazzam bir irade oluyor.

 

Kendine olan özgüvenleri, ölümü meydan okumaları, ‘Azrail bize gelirse kendisiyle konuşup, onu da örgütleyerek direnişe dahil ederiz’ demeleri ve her güne zafer duyguları sığdırmaları demokratik özgür bir yaşamın mümkün olduğu inancını aşılıyor bize adeta.

 

BİZ NE YAPIYORUZ? 

 

Grevcilerden Özlem Söyler ile aynı koğuşta kalıyorum. Huysuz yönleri olsa da, espiri ve mizah diliyle karşısındaki kişiyi eyleme geçiren bir enerjisi hep var. Son dönemde kendisine ‘Nasılsın, ne yapıyorsun?’ diye soran herkese verdiği cevap aynı; ‘Ben iyiyim, direniyorum. Sen ne yapıyorsun?’ 

 

Espiriyle yaptığı bir eleştiri! Sahiden bizler nasılız ve ne yapıyoruz? Onların karanlıkları aydınlığa kavuşturmak isteyen seslerine ses olabiliyor muyuz? Demokratik, özgür, eşit bir yaşamın üstünü çelikten bir zırh gibi ören toplumsal tecrit için yeterince elimizi taşın altına koyup, vicdani rahatlık yaşayabiliyor muyuz? ‘Cezaevlerinden tabutlar çıkmasın’ derken bunun olmaması için ne tür sorumluluklar içindeyiz? 

 

Kaygılarımızın, endişelerimizin ve korkularımızın olduğunu biliyorum! Ancak gözlemlediğim eylemciler; ‘Kaygının, endişenin ve korkunun bu aşamadan sonra bir anlamı yoktur. Gerçek kaygıyı, endişeyi ve korkuyu duyan Leyla Güven’di, o da bunun için sözünü ve eylemini birleştirdi’ diyorlar.

 

ÖZLEM HALAY ÇEKEMEYECEK KADAR HALSİZ

 

Aynı odada olduğumuz için zamanımın çoğu Özlem’le geçiyor. Her zaman yaptığımız gibi grevin ilk günlerinde de yükselen itiraz seslerine, 'grevciyi çok yorma' müdahalelerine rağmen bol bol halay çekiyorduk. Ama artık Özlem halay çekemeyecek kadar halsiz ve bitkin. 

 

Geçen gün ben merdivenden hızlı hızlı çıkarken, Özlem de yavaş yavaş iniyordu. Kendi kendine konuşuyor ve gülüyordu. Başta biraz kaygılandım. 'Acaba grevin etkisiyle birşey mi oldu?' demeden edemedim. Endişeli ruh hali ile yarım yamalak cümlelerle 'ne oldu?' diye sorabildim. O da hiç birşey olmamış gibi rahat ve doğal bir şekilde; 'Sen beni görüyor musun?' diye soruma soruyla cevap verdi. 

 

Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. Sorusunu anlamadığım için, durumu greve bağlayıp güya kendimce anlamışım gibi 'Hee görüyorum' dedim. Benim şaşkın ve heyecanlı hallerimi 'panikçi' olarak tescillediği için, 'Panikçi gazeteci gel biraz senle sohbet edelim' dediğinde biraz rahatladım. Neyse ki düşündüğüm gibi grevle ilgili olarak beyninde herhangi bir hasar olmadığını bu durumla anlamış oldum. Ama ilerisi için bu risklerin olmayacağını hangimiz söyleyebiliriz ki...

 

Sohbet konusu belliydi. Leyla Güven, Strasbourg eylemcileri, Hewler'deki Nasır Yağız, Galler'de İmam Şiş ve cezaevleri. 

 

ENDİŞE VE KAYGI ARTIK SÜRECİ KALDIRMIYOR!

 

Sohbete başlamadan önce 'Neden kendi kendine konuşup, gülüyordun?' diye sordum. Sonra da hemen pişman oldum. Ancak cevabı pişmanlık duygumu silip ortaya faklı duygular çıkardı: 

 

‘Kendi kendime konuşup, gülmüyorum. Biliyorsun geleneksel toplumda böyle birine deli derler. Deliler yanlış anlamasın ama çok şükür daha delirmedim. Ben sanatçılarla, demokratlarla, yazarlarla, sosyalistlerle, öğrencilerle, kadınlarla, annelerimizle, babalarımızla ve akrabalarımızla konuşup, gülüyordum. Toplumun yüzde 50'si bizler için endişeli ve kaygılı olduklarını belirtiyorlar. Ateşin çemberinden geçtiğimiz bu dönemde endişe ve kaygı, artık süreci kaldıramamaktadır. Leyla Güven herkes için ortaya bir talep ve direniş çizgisi koydu. Anlamlı olan, karşılık bulan, değiştirip dönüştürecek olan, kaygıları, endişeleri, korkuları giderecek olan Leyla Güven'in tutumudur. Zindanlar dendiğinde vicdani ve ahlaki olarak 'göremediklerimiz' deniliyor. Bunun için 'Beni görüyor musunuz?' dedim. Hayır, burada bir yanlışlık var. Zindanlara bakarken bir de ‘göremediklerimiz' denmemeli. Çünkü görmek, anlamak ve bir şeyler yapmak isteyen herkes bizi görüyordur. Bizler gördüğünüz Leyla, takip ettiğimiz Strasbourg eylemcileri, Hewler'deki Nasır Yağız, Galler'deki İmam Şiş'iz. Bu tablo birdir, bütündür. Çünkü talebi, kararlılığı, direnmesi birdir. 

 

'CEZAEVLERİNDEN TABUTLAR ÇIKMASIN' DİYORSAK…

 

İşte düşünceleri bu derece duru olan direnişçi kadınlar, bizlere özgürlüğün türküsünü söylüyorlar. Hepimizin daha özgür, daha adil, daha demokratik bir dünyada yaşayabilmesinin imkan ve olanaklarını yaratabilmek için ise, bedenlerini ölüme yatırdılar. 'Cezaevlerinden tabutlar çıkmasın' diyorsak şayet, artık haykırışa varan bu direnişleri daha fazla duymak, daha fazla görmek gerekmiyor mu?"

 

Kaynak: Mezopatamya Ajansı