KUŞLARLA DANS

 

            Bugün karşı çatıya konmuş kuşları seyrettim, romantik bir hava yaratmak istedim. Biraz hüzün, biraz melankoli, bir tutam özlem, azıcık hasret, kuşların gözlerinde bir damla yaş düşledim. Sahi kuşlar ağlar mı? Aklıma birden düştü işte, aklıma çok şey düşüyor zaten, aklımı kontrol edemiyorum ki! Neyse mevzuyu dağıtmayalım. Ey kuşlar dedim bahtınıza, ocağınıza düşmüşüm bana romantik bir hava verin, kötü kötü baktılar bana, suç işlemişim gibi. Bekledim ama nerede! Keretalar çatıya atığımız ekmek içlerini iç etmekle, didiklemekle meşguldüler, durmadan gaga sallıyorlardı, ‘bize ne senin romantizm beklentinden, biz açız, yemek yeriz, rahatsız etme, gölge hiç etme’ dediler. Sanırsın her biri Diyojen, ben İskender değilim tabi. Küstüm diyeceğim ama umurlarında mı? Üstelik birlik olmuşlar umursamazlıkta, takmıyorlar.

            Serçeler, sığırcıklar, kargalar, güvercinler ve kumrular başka da yok. Bazen bir-iki saksağan uğrar o kadar. Hadi dedim ben bunları anladım, kumrucanlar size ne oluyor? Adınız üzerinde siz kumrusunuz, kumru kalın, çiftsiniz, üstelik eşsiniz, aşkın simgesi hatta tek eşliliğin sembolüsünüz. Yürek kuşusunuz, halden anlarsınız. Yeğenim, Can Kelebeğim, Gülüm doğum günü kutlaması bekliyor, şiir istiyor, başım belada, üstelik helada unutacağım bir tabancam da yok. Ayıptır söylemesi zaten kalabalığız sıra da gelmiyor. Konuyu dağıtmayalım lütfen! (ara uyarı geldi iç sesimden). Hadi kuşlar canlar kaldırın başınızı, görün dostunuzu, bak ekmek içinin içine bulgur, pirinç de koyarım, atarım size dedim. Tenezzül edip başlarını kaldırdılar, ‘bu ne şimdi’ der gibi baktılar. Yunus Emre mi oldun? ‘Bir ben var bende benden içeri gibi, ekmek içinin içine diyorsun, üstelik rüşvet teklif ediyorsun! (nıç nıç yerine cık cık yaptılar)bir de edebiyatçı olacaksın!’ Yedik mi zılgıtı? Aldık mı başa belayı? Baktım polemik çıkacak, havam zaten dağılmış, gitti gidecek var olan birazcık ilham, vazgeçtim kavgadan, çatışmadan, ağızlarının payını vermekten caydım. Sanki aklımdan içimden geçeni duymuşlar gibi cevap verdiler. Şaşkına bak, biz zaten ağzımızın payını almışız, yiyoruz ya işte! Kuş dili biliyoruz azıcık, nihayetinde Feqiyê Teyran’ın torunuyuz. Anam Müküs’lü. Ya öyle değil, o anlamda söylemedim, dedim. ‘Kuş beyinli’ işte ‘insan beyinli’ gibi anlamıyor. Bir baktım hindi gibi kabardı cümle kuşlar, kargalar o güzel sesleriyle (şimdi çirkin desem yeni bir kavga çıkacak) başladılar diklenmeye. Yok dedim kardeşler siz beni yanlış anladınız. Hem hindi de bir kuş ama işte geç anlıyor, insanlar da var daha beteri hiç anlamıyor. Valla-billa ben insan merkezli (ayıptır söylemesi ecnebi dilinde homosentrik diyorlar, yok, yemin olsun ki size entel havası atayım diye söylemedim, maksat orjinalini bilin diye) bakmıyorum olaya, yani afedersiniz kuş beyinli olmak çoğu zaman insan beyinli olmaktan çok daha iyi.

            Pek inanmadılar söylediğime de sanki ‘haydi öyle olsun, yemedik ama yemiş gibi olalım’ havasında yemeklerini yemeye devam ettiler. Ben ısrarcıyım, inatçıyım. Tanıyanlar aşinadır, hemen sizin yuvanızın adı da aşiyandır. Bakın kelime kardeşliği, (biraz şirinlik yapayım dedim belki gönüllerini çalarım) neyse pardon dedim yani biraz romantik hava demiştim, doğum günü demiştim, ne diyorsunuz bu işe? Bir umut var mı? Bakın ben iflah olmaz bir umut umacısıyım. Yalancıktan ağlasanız da olur, maksat bir imge bulduk berheva olmasın. Ayıptır yani, etmeyin eylemeyin, nihayetinde ‘kuşların gözyaşı’ dedik, oradan yürüyelim.

            Yine kızgın kızgın baktılar. ‘Kardeşim deli misin, nesin, git işine’ der gibi. Ben de bozuntuya vermedim, biraz deli olduğumu söylerler. Özellikle beni tanıyanlar öyle diyor, her ne kadar ben öyle düşünmüyorsam da!

            Bakın dedim, aklıma bir formül geldi, size ekmek içinin içine biraz soğan koyayım, atalım, siz de gagalarsınız, gözünüz yaşarır, Yeşilçam filmlerindeki gibi, bana da doğum günü şiirim için lazım olan imgemi verirsiniz ha? Nasıl fikir? Olur değil mi? Sanki dersin Arşimet’in suyun kaldırma gücünü hemen de bulmuşum da ayıptır söylemesi çıplak olaraktan sokağa fırlamışım ‘Evreka! Evreka! Diye bağırmışım. Heyecanla tepkilerini bekliyorum. İnanmayacaksınız ama güldüler halime, ya da aralarında bazı işaretler felan yaptılar, bakışmalar, kanatlarını açıp kapatmalar, kanatlarıyla gagalarını kapatıp, göz kaçırmalarından ben gülüştüklerini anladım. Kuş gülmesi böyle oluyor dedim. Herhalde bizim gibi gülecek değiller. Bir de sanki bana çaktırmadan aralarında ‘aldırmayın kuş canlar, tahtası biraz eksik, şiir vurmuş başına, ne dediğini bilmiyor gariban, idare edelim’ havasındaydılar. Soğanla gözyaşı, kuş yaşı elde etme gayretlerimde maalesef akamete uğradı.

            Etmeyin, eylemeyin bana biraz malzeme verin, bakın zaten hapisteyim, sağım, solum dört bir yanım demir kapı, kör pencere (Ahmed Arif Abimizi de anmış olalım mahpus dostudur, hürmetler) duvar, tel örgü. Yani ben ne diyeyim yeğenime? Aman ne edin, neyleyin, bana bir çare söyleyin dedim hal dilince, çaktırmayın ama bu arada da kuş dilini epeyce ilerlettim, meğer serde varmış.

            Gittiler, çatının ortasında bir araya geldiler, fısır fısır değil de cik cik cik bir şeyler konuştular, ötüştüler yani. Bekle bekle ağaç oldum mübarek dersin Lozan Konferansı yapıyorlar, Ortadoğu haritası çizilecek de anlaşamıyorlar. Başı-sonu bir imge, biraz atmosfer, belki biraz da duygu çeşnisi, hepsi bu. Nihayetinde bir doğum günü kutlaması yapacağız. Anlamadım, bir baktım aralarındaki tartışma sertleşti, kavga edecekler, ya dedim, benim yüzümden kavga etmeyin, kuş barışınızı bozmayın. Yaşasın kuşların kardeşliği falan dedim. Maksat havayı yumuşatayım istedim. Baktım afili bir karga böyle çalımlı çalımı yürüyerek öne çıktı. ‘Kim senin için kavga eder be! Hemen kendini abartma, havalara girme!’ ne diyeyim sustum kaldım. Mübarekler kuş değil, mahalle kabadayısı hepsi, kavgacılar, mecbur bekledim, karga yerine döndü.

            Bir ara yine çok kızdılar birbirlerine, kanat açıp-kapattılar. Aha dedim üç kuruşluk romantizm sevdamızın içine… neyse ki içlerinden biri çatının saçağına yanaşıp aşağıda havalandırmada gezen bir arkadaşın tam tepesine, talih başına kondu adı altında afedersiniz pisledi. Böyle de bir huyları var. İllaki insan alttan geçince yapıyorlar. Bizim arkadaş hiçte talih tepesine konmuş gibi algılamadı, saydırdı kuşa, hatta terlik falan fırlatacaktı, neyse ki ekolojiseverler bırakmadı. Şaşırdım tabi, bizde olanı anladık, sadece bir yer var, sayı kalabalık, yani ey kuş alemi, alem size hela, siz niye kavga edersiniz hele bir de böyle pis bir nedenden!

            Toparlayalım dedik, bir umut, gözlerim kuşlarda bekledim. ‘Tamam’ dediler, ben güldüm, içim ışıdı, oh be! Bu doğum günü için iyi bir imge sunacaklar, çok umutlandım. Baktım dans etmeye başladılar! Kuşlarla Dans! Buldum işte imgeyi, biraz devşirme de olsa iyidir. Mademki gözyaşı, hüzün, melankoli olmadı, neşe, sevinç, coşku, dans olsun bari dedim. Olsun tabi, böyle güzel, anlamlı ve kıymetli bir günde tabi ki kuşlar dans etmeli, ben de kuşlarla dans etmeliyim. Çatıda sanki bir tango vardı, samba mı desem? Tamam biraz abarttık, böyle kuş çifte tellisi ya da kuş halayı diyelim. Güzeldi, rengarenkti, nedense dans kuşu turna geldi aklıma. Eşi için durmadan dans edip dururmuş. Neyse işte ben de coştum. Nice mutlu yıllara dedim yeğenime. Doğum Günün Kutlu Olsun dedim. Islık çaldım, dans ettim, öyle kendimden geçtim, gözlerim kapalı oynuyorum. Bir baktım sesler kesildi, gözlerimi açtım kuşlar durmuş, donmuş bana bakıyorlar. ‘İyice delirdi’ havasındaydılar. Ben de ne oldu, niye durdular merakındaydım. Hatta panik oldum, anlamak istedim. Baktım bizim çatıdaki kuşların sözcüsü mü diyeyim, başı mı diyeyim bir tanesi öne çıktı. Üstelik serçe. Kendini sığırcık yok vallahi şahan sanan, öyle bir hava vermiş kendine. Bir kanadını düşürmüş Amed Kekoları gibi kaşı-gözü oynuyor. Sahi kuşların kaşı var mı? Neyse tesbihi, sigarası eksik, öyle yani. ‘Hayırdır Kardeş’ der gibi bakıyor. Ben de ne olduysa biraz sindim. Valla korkudan değil, maksat ürkütmeyelim, doğum günü kutlaması için imge lazım, o bakımdan böyle alttan aldım. ‘Hani imge istemiştim ya, sağolun siz, hüzün yerine neşe verdiniz, ben de doğum günü kutlaması için ‘Kuşlarla Dans’ havası yakaladım. ‘Kurtlarla Dans değil ha, Kuşlarla Dans’ diye espri de yapmayı ihmal etmedim. Baktım bizim Şahan’dan bozma, kartal özentisi serçe kuş, bir bana bir arkasındaki sıralanmış kuş ahalisine baktı. Bir cik cik fırtınası koptu (kahkaha niyetine) hatta bazıları kendinden geçti sırt üstü düştü cik cik gülmekten, beni çileden çıkarmak için her şeyi yaptılar. Madara ettiler beni. Kızayım mı, üzüleyim mi ben de şaşırdım. Baktım bir terslik var bu işte, hiçte ortak değiller havama, oralı da değiller, kendi kuş havalarındalar. Zaten hep bu havadalar anlamadım işte. Niye böyle oldu diye düşünürken, bizim Qırık serçe konuştu yani öttü.

            “Bak birader, senin kafan iyi mi? Hoş mu? Ne oldu? Ne ayaksın sen! Bizim senin doğum günü kutlamanla bir alakamız yok. Sivrisinekten yağ, kuştan imge çıkarma! (Hele bak bacak kadar pardon parmak kadar kuşun dediklerine, afra-tafrasına bak Allah aşkına) Biz kendi aramızda, aile arasında sığırcık kardeşim izin ilk yem yiyişini kutluyoruz. Deli misin, nesin sen? Sabahtandır bir hareketler, bir bakışlar, bir sözler… Git işine, git ikindi ikindi (demekki biz sabah sabah diyoruz ya, onlarda bela arama saati ikindiymiş) asabımızı bozma. Naş naş, başka kapıya git! Doğum gününü insan insan kutla. Bizden sana imge, yem yok. O Yılmaz Erdoğan’a da söyle biz öyle taklacı da değiliz. Ayıptır söylemesi öyle taklacı kuşlar gibi yanar döner değiliz (Bir kanat hareketi yaptı anlamadım) Haydi, haydi başka çatıya”!

            Yani kuş değil mübarek, dersin Ben û Sen sokağından, Xançepek’ten fırlamış gelmiş allame bir Keko! Yani biraz daha konuşsa ayıp ayıp şeyler söyleyecek, bela yani fesüphanallah! Ne yapak, ne edek? Boynumu büktüm, geri döndüm. O kadar da heveslenmiştim, demek ki dünya bozulunca, kuşlara da sirayet etmiş bu bozulma. İçten içe, mahcup, mahzun, doğum günü kutlaması kursağımda kalmış halde gidiyorken, bir baktım yine cik cikler yükseldi. Posta koydukları, racon kestikleri yetmiyormuş gibi bir de alay edip, dalga geçiyorlar arkadan. Korktum arkaya bakmaya, bunların serçesi böyle yaptıysa, kargası, sığırcığı kimbilir neler yapar? Ah! Ulan kumrular o kadar da size güvenmiştim. Neyse laf sokuşturacaklar, dalga geçecekler, diye dönmüyorum, oralı olmuyorum, cik cikler yükseldi, arttı, çatı çarşı-kıyamet, yetmedi, baktım açıktan beni çağıran sesler. “Gel gel” bu ne şimdi, kafa mı buluyorlar bir de benimle dedim. “Gel gel, şakadan da anlamıyorsun” yine de emin değilim, tekin değil bunlar, bir dalgayı daha kaldıramam, nefs sahibiyiz, insan gururu var bizde de. “Valla şaka yaptık, kuş kalbi üzerine yemin ederiz, gel tabiki senin yeğenin için, onun doğum günü için kutlama yapıyorduk. Sen bizi o kadar yazılarına konuk ediyorsun biz de nankör değiliz, hakkını veririz. Hem kuşlar çocukları sever, onlara her türlü imge kurban olsun, ayıp ettin, istediğin kadar imge al. Hem çocuklar kuş yüreklidir, senin kutlama mesajını güvercin kardeşler çoktan ona götürdü bile. Maksat biraz oyun olsun, eğlence olsun dedik. Kalbinden sökün eden güzel sözler ulaştı yeğenine. Kuşlarla Dans ile birlikte Yeğenin Neval’in doğum günü kutlu olsun!”

            Öyle mutlu oldum, öyle coştum ki anlatamam. Haylazlar yaptılar yapacaklarını. Kuşlarla Dans devam etti. Yeğenim Neval’in doğum gününü kutladık böylece. Nice Mutlu Yıllara Nevoş!

SEYİT OKTAY

T TİPİ CEZAEVİ B3-7 TOKAT

 

Fotoğraf: Adil Okay