MEHMUDO DEZAWO

 

Koi Spi’de (Akdağ) minnacık bulut görünse, aralarında Murat Nehri’nin aktığı karşı yakadaki Metan Dağları’nın zirvelerinde yağmur yağardı. Kaç zamandır, bulutların yoğunluğu arttığından, adeta gök yarılmış Metan’ın üzerine yağmur boşaltıyordu, olanca şiddetiyle. Gök gürlemelerine bir de ürkütücü sesler çıkarıp yatağından taşmış Murat’ın hırçın akışı karışıyordu.

Metan’ın yamacındaki geniş ormanlık alanın kıyısındaki köydeki taş evinde ablak suratıyla huzursuzca kendi kendine abuk subuk konuşan Ağa odada dört dolanıyordu. Pencereden ikide bir Koi Spi’ye bakan Ağa umutsuzluğa düşmüştü. “Yağmurun duracağı yok. Güneş açmazsa bir şey yapamam” diyen Ağa, talihine hayıflanıyordu. Öteden beri, kuşların cıvıltısı, börtü-böceğin cayırtısının eksik olmadığı ormanı kendi malı sanıyordu. Bu yüzden yağmur dindiğinde ormanın köküne incir ağacı dikmeyi hesaplıyordu. Zira Kıraç Toprak ve Çölleştirme güçleri o ormanın acilen kesilerek yok edilmesi için emirname çıkarmıştı. “Her yer çölleşsin ki uçsuz bucaksız enginleri görebilelim” diyorlardı. Ormanın kesiminin getireceği rantı düşününce Ağa alınan kararın ardından keyiften aklını oynatmıştı. Fakat bu yağmur… Yukarıda Allah, aşağıda Kıraç Toprak ve Çölleştirme merkezleri ve ardı sıra kendinin geldiğini böbür böbür anlatmayı seven Ağa’ya gün doğsa da yağmur engeldi.

Gözünü hırs bürümüştü. Yaşına başına bakmadan dubayı andıran gövdesiyle hop oturup hop kalkıyordu. Yaz aylarında bile şahikalarında kar eksik olmayan Koi Spi’nin bir an önce bulutlarının dağılması için peş peşe dualar okumasına küfürler de karışıyordu.

“Allah belasını versin. Bugün de kesim yapamayız. İnşallah yarın hava açılır” dedi kahrolarak.

Gece uykusunda debelenip duran Ağa’nın gözüne uyku girmemişti. Gün ışımasıyla birlikte Koi Spi’ye baktığında tek bir bulut dahi görmeyince sevinçten çıldıracak gibi oldu. Aceleyle bir şeyler atıştırmanın ardından adamlarına hızarları hazırlamalarını söyledi. Yağmurun aman vermediği günlerin acısını çıkarmak için ormanlık alana gittiler. Ağa şükür duası okuyarak, adamlarına “yaş-kuru demeden tüm ağaçları keseceksiniz” dedi. Ağa bir yandan elini ovuştururken kesimden yüklü miktarda para kazanacağını hesaplayarak pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Yanlarında getirdikleri iki hızarla işe koyuldular. “İlkin ormanın ruhu olan ağacı kesin. Ondan sonrası daha kolay olur” dedi Ağa. Çevresinde ellerini açarak halka yapacak beş kişinin sarmalayabileceği, Ormanın Ruhu denen koca meşeyi kesmekle başladılar. Asırlar görmüş Meşe ne kadar hızarlara dirense de sonunda bir kuğunun son şarkısı misali çığlık atarcasına çatırdayıp boylu boyunca toprağa devrildi. Ormanın Ruhunun ardından orman adeta sessizliğe büründü. Kuş cıvıltıları kırp diye kesilmişti. Orman ruhunu yitirdiğinden donakalmıştı. Sessizliğe bürünmüş ölü bir ormanı andıran yerde derinden gelen hışırtıların yaklaştığını duyan Ağa ve adamları da ağzı açık seslerin geldiği yere baktılar. Birden ellerinde silahlarıyla, boyunlarında güllerle bezenen üç insan çıkageldi. İçlerinde uzun boyunlusu Ağa’nın yakasına yapışarak, “Hangi cesaretle bu Ağacı ve ormanı kesmeye yeltendin. Ormanın koruyucuları olarak hiçbir ağacı kesmenize izin vermiyoruz. Koca ağacı kestiniz. Utanmıyor musunuz? Bu saatten sonra bir dal dahi kesmeyeceksiniz. Aksi halde öfkemizi üstünüze boşaltacağız” dedi.

Ağa, titrek sesiyle, “Kıraç Toprak ve Çölleştirme güçleri bize izin verdi. O yüzden kesiyoruz” dedi.

-“Burada onların hükmü geçmez. Biz ağaçların ruhuyuz. Hemen çekip gidin ve sizleri bir daha burada görmeyelim”

Dehşete kapılan Ağa, karşısındakilerden ve adamlarından medet umarcasına aval aval bakınmakla yetindi. Mor patlıcana dönen suratla evine dönerken, “Size gününüzü göstermesini bilirim elbet. Yarın Çölleştirme güçlerinin alayını buraya yığar, gene de ormanı keserim” dedi içinden. Ağa evine varır varmaz, bir adamını acilen Kıraç Toprak ve Çölleştirme güçlerinin yanına gönderdi. Bununla yetinecek biri değildi. Aralarında su sızmayan ildeki Çölleştirme sorumlusunu telefonla aradı. Başına gelenleri bire bin katarak anlattı. Belli ki karşısındakinin söylediklerinden rahatlayarak keyfi yerine geldi.

“Heh heh he, buralarda ancak benim borumun öteceğini, o kendilerini ormanın ve dağların koruyucuları sananlara göstereceğim. Kimse beni engelleyemez. Ağaçların hepsini yarın keseceğim” diyerek Murat Nehri’ne bakan penceresinin yanındaki sedire oturdu. Karşısında el-pençe divan duran adamlarına da oturmalarını söyledi. Adamlarına hitaben, “Öyle kolayca Ağa olunmuyor. Bu yaşıma kadar kimse sözüme söz diyememiş, bana kafa tutmamıştı. Bizi hazırlıksız yakaladılar. Arkamızda çölleştiriciler var. Yarın o yeni yetmelere dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecekler” dedi. Ağa gençliğinde züğürdün tekiyken, akrabası da olan en yakın arkadaşını gammazlayarak öldürülmesine sebep olması yetmezmişçesine, onun mal ve mülkünün de üstüne çöreklenmişti. Bunu bilenler Ağa’dan nefret ederlerdi. “Ağa bêbaxtır, ondan sakının” derlerdi. Yaşadığı köyde istediğini barındırır, istemediğini de kovar, tarlalarına el koyardı. Tiridi çıkmış kart horoza dönmüş olsa da işin içinde para oldu mu, içi kıpır kıpır olurdu. Yörede adı kefenine cep yapmışa çıkmıştı.

Ertesi gün sabahın erken saatinde Kıraç Toprak ve Çölleştirme muhafızları onlarca arabaya doluşup köye geldiler. Sorumluları Ağa ile konuştuktan sonra köyün dışındaki araziye avcı kollarıyla yayıldılar. Çevredeki tüm tepeler tutulduktan sonra, Ağa’nın ağzı kulaklarına vararak, kendinden emin şekilde adamlarıyla ormanın yolunu tuttu. Dünün acısını ağaçlardan çıkarmaya başladılar. Buğday tarlasına çekirge sürüsü girmişçesine ağaçlara saldırdılar. Yorulmak nedir bilmeden kesiyorlardı. Ağaçlar devrilmeden önce “Kırççç” diye sesler çıkarırken ürkmüş kuşlar çığlık çığlığa gökyüzünde uçuşuyorlardı. Kuş sürüsü ormanın yasını tutarcasına Ağa ve adamlarının kestiği ağaçların üstünde dolanırken, birbirine hızla çarpıp pat diye yere düşüyorlardı. Kesilen ağaçların yanında ölü kuş öbekleri oluşuyordu.

Ağaç katlini gerçekleştirenler günün yorgunluğunu üstlerinden atmak ve çay içmek için mola vermişlerdi ki, İsrafil’in suru çalınmışçasına yer gök patlayan gümbürtülerle toz dumana boğuldu. Kendinden emin Ağa tınmayarak, adamlarına, “Korkacak bir şey yok, kütüklerin arkasında seslerin kesilmesini bekleyelim. Nasılsa boş gürültüye pabuç bırakmayacak çölleştiriciler onların ümüğünü sıkacaklar” dedi. Ağa ve adamları uzun süre bekleseler de gelen gümbürtüler kesilmedi. Çevredeki tepelerde şiddetli çarpışmalar oluyordu. Ağa, güp güp atan kalbiyle sakinleşmeye çalışsa da, bir türlü başaramıyordu. “Toz duman dağılırsa hemen köye dönelim. Artık yarın devam ederiz” derken canının çekildiğini sandı. Ağa börtlemiş gözlerle karşısında biten Orman ve Dağ koruyucularına bakakaldı. Cezbeye tutulmuşçasına titredi. Elleri ayakları birbirine dolanıp ossuruğu düğümlendi. Kekeleyerek “Ben ettim siz etmeyin. Ne olur affedin beni” diyerek ağladı.

“Korkmana, ağlamana gerek yok Ağa. Seni öldürseydik şimdi yapardık zaten. Sadece aklın başına geline değin bir müddet yanımızda alıkoyacağız seni” dedi dünkü konuşan koruyucu.

“Çok yaşlıyım. Mecalim yok. Yürüyemem, ayak uyduramam size” dedi zırıldayarak.

“Bunu ağaçları kesmeden önce hesaplayacaktın. Üstelik dün de seni uyarmıştık. Kıraçlaştırmayı iş edinenlere güvenmenin bedeli var”

Ormanın koruyucuları iki hızarı kayalara vurarak paramparça ettiler. Ağanın adamlarına dönerek sert uyarılarda bulundular. Ağanın köyden getirdiği el arabasına gözü ilişen koruyucu, “Bak işte seni taşıyacak makam aracın da burada. Seni onunla taşıyacağız. Hemen arabaya otur”.

Ağayı taşımadan bir kez daha adamlara seslendiler. “Bakın görüyor musunuz? O güvendiğiniz tepelerdeki çölleştirmeciler ne hale düştüler. Canını kurtaran Bingöl asfaltına doğru kaçışmakta. Güdün tüm köye haber salın. Bir daha kimse ağaç kesmeyecek. Yoksa bir dahaki sefere canınızı teslim alırız.” Ardı sıra Ağanın bulunduğu el arabasını Murat Nehri’ne doğru tangırdatarak sürdüler.

“Ee, Ağa efendi, ne oldu öyle güvendiğin çölleştiricilere. Onların bizi durduracağını mı sandın?”

Dut yemiş bülbüle dönen Ağanın konuşacak mecali kalmamıştı. Düşmemek için arabaya sıkıca tutunmuştu.

Engebeli arazide arabayı hoplatarak Murat’a ulaştılar. Yağmurun ardından her seferinde daha bir azgınlaşan nehri geçmek imkansızlaşırdı. Ona da çare bulmuşlardı. Orman Koruyucularından biri ilerideki duldada sakladıkları botu getirerek hızla şişirmeye koyuldu. Arabayı da bota yükleyen koruyucular rahatça karşı kıyıya geçtiler. Tekrardan botun havasını indirerek bir kovuğa yerleştirdiler. Dikkatle ilerleyen öncünün ardından arabayı süren gelirken en arkadaki de elinde yapraklı dal parçasıyla çıkan izleri silerek Koi Spi’ye doğru ilerlediler. Önlerindeki düzlük alanı geçerek yukarıya doğru çıkan patikadan tırmanmaya başladılar. Arabanın geçemeyeceği yerlerde Ağa’yı indirerek yürütmeye çalıştılar. Oflayıp sızlanan Ağa, “Adım atacak takatim yok. Beni burada bırakın, yoksa ölür giderim” dedi.

“Söz konusu para oldu mu kimseye sıra vermeyen sen değil miydin? Bırak artık yalvarmayı. Ne olursa olsun, bizimle kampımıza geleceksin.”

Ağa biçare boynunu eğmekle yetindi. Patika düzeldiğinde gene arabaya bindi.

Tırmanış sürerken, yukarılardan güneşi arkasına alan boylu poslu birinin bir elinde silah, diğerinde kasetli küçük teyple onları karşılamaya geliyordu. Ağa uzaktan Zebellaha benzettiği kişiyi gördüğünde, ilkin kendini kurtarmaya gelen Çölleştiriciler olduğunu düşünerek sevindi. Fakat sevinci kursağında kalacaktı. Adam aşağı doğru indikçe müzik sesi de duyulur oldu. Yüreği acıdan kavrulan bir kadının neredeyse elli yıl önce katledilen hayat arkadaşı üzerine yaktığı ağıdın bir dengbêjin icra ettiği yanık ezgi dağlarda yankılandı.

“Dezawo dezawo lo lo dezawo                        ***

Dezay mi dezawo Mehmudo dezawo… “

Ağa soğuk terler dökerek titremeye başladı.

“Bu müzik neyin nesidir? Yukarıdan gelen kişi mi söylüyor?” dedi Ağa, pörtlemiş gözlerle.

-“Korkacak bir şey yok Ağa. Mahmut arkadaşımız bize yardıma geliyor sadece.”

-“Nee Mahmut mu dedin? Fakat o ölmüştü. Gençliğimde kurtulmuştum ondan. Yeniden canlanmış, benden intikam almaya geliyor. Kurtarın beni!” diye haykıran Ağa, o kocaman gövdesinden ve yaşından beklenmeyecek çeviklikle arabadan atlayarak en yakındaki büyük Mazı Ağacı’nın arkasında saklandı. Tir tir titriyordu. Kalbi gümbürdüyordu. Çalınan müziği duymamak için kulaklarını elleriyle tıkasa da fayda etmedi. Yaralı bir yüreğin yaktığı ağıt orman ve dağlarda yankılanmayı sürdürüyordu.

“…Tifing Mehmut ni teqawo dezay mi dezawo Mehmudo dezawo   ****

Tifing cendirmun teqawo dezawo dezawo lo lo dezawo

Mi zuna dezay mi kişyawo dezay mi dezawo Mehmudo dezawo…”

Ağanın beyninde, hücrelerinde yankısını bulan şarkının biteceği yoktu. Elindeki teyple, müzik dinleye dinleye inen Mahmut’a bir kez daha korkuyla bakan Ağa aklını oynattı.

“Bu o! Ben seni öldürmüştüm. Gelme üstüme, gelmee!” diye ağzından böğürmeyi andıran sesler çıkaran Ağa ağacın dibinde dertop haldeydi. Ağzından dökülen köpükler bağrını ıslatıyordu.

-“Ne oluyor sana? Kendine gel! Korkulacak bir durum yok. Seni sırtında taşımaya gelen Mahmut arkadaşımızdan başka kimse yok burada. Kendini toparla artık.”

Hiçbir şey idrak edecek halde olmayan Ağa, “Mehmut hortlayarak üstüme geliyor. Beni öldürmeye geliyor. İşte geliyor Mehmudo. Ben onu…” sözünü bitirmeden soluksuz kaldı. Olduğu yere yığılırken son kez toprağı ıslattı…

 

*** “Amcaoğlu amcaoğlu lo lo amcaoğlu

Amcaoğlu Mehmudo amcaoğlu”

 

****Mehmud’un tüfengi patlamadı amcaoğlum Mehmudo amcaoğlu

… silahı patladı amcaoğlu amcaoğlu lo lo amcaoğlu

Amcaoğlumun vurulduğunu anladım amcaoğlum Mehmudo amcaoğlu”

Ayhan KAVAK

2 Nolu T Tipi Hapishanesi A-17

Tarsus/MERSİN