SANATIN VE HAPİSHANENİN DİYALEKTİĞİ... İÇERİDE DIŞARIDA

"Sergiyi izleyenler, insanın demir parmaklıklar arkasında, zindan koşullarında ve dört beton duvar arasında da yaratıcı olmayı sürdürdüklerini elbette ki fark etmişlerdir. Bu da gösteriyor ki, bütün sınıf mücadelesi tarihi gibi hapishane tarihi de düşünceye pranga vurulamadığını göstermektedir. "

Mehmet Akkaya

 

Hiç bir düşünce disiplini gibi sanat da sınıf dinamiği dışında düşünülemez. Tarihin genel sosyal tarihi gibi sanatsal gelişimin motor gücünü de sınıf mücadelesi temsil eder. İktisaden güçlü olan sınıflar bilim, siyaset ve felsefe ile birlikte sanatı da koşullar. Sanat tarihinde aristokratları, dinsel kurumları ve sermayedarları haylice görebiliriz. Platon gibi sanatı küçümseyen filozoflar olduğu gibi Voltaire misali onu yüceltenler de az değildir. Biz bu tartışmalar yerine "hangi sanat?" sorusu yanında sanat-hayat diyalektiğine dikkat çekmek ve bunun da şiddet ve tutsaklık koşullarıyla bağını saptamaktan yanayız.

 

İktisaden güçlü olan sınıflar, ezilen halk kesimlerini, düşün ve sanat dünyasının dışına iterken, sansür ve hapis uygulamasına ve hatta imhaya dek farklı şiddet araçlarına başvururlar. Emekçilerin sanat tarihi ise halen yazılmayı bekliyor. Çağımızda ise bu tarihi yazmak için emekçi sınıfların organik aydınları da konuya müdahil olmayı sürdürüyor. Bu tür çalışmalara bir örnek olarak Karşı Sanat Merkezi'ndeki sanat sergisini gösterebiliriz. İstanbul-Galatasaray'da faaliyet yürüten sanat merkezi Adil Okay ve Özcan Yaman'ın değerli çalışmalarına, daha da ilginci yüzlerce hapishane ürününe sahne oldu. Hafta içi bir grup arkadaşla sergiyi ziyaret ettik. Politik aktivist Celalettin Can, Adfe sekreteri Ali Çiftçi, sinemacı M. Diyar Demirsoy ve hukukçu arkadaşımız Ayşe Şebnem Şahin'le birlikteydik.

 

 

Zindan Koşullarında Yaratıcılık

 

Görülmüştür Kolektifi ile Red Fotoğrafçılar Grubu'nun organize ettiği sergi 1-10 Eylül 2022 tarihleri arasında izleyiciyle buluştu. Sergide hapishaneden gelen yüzlerce ürüne yer verildiği anlaşılıyor: Resimler, karikatürler, şiirler, kitaplar, mektuplar... Sergiyi izleyenler, insanın demir parmaklıklar arkasında, zindan koşullarında ve dört beton duvar arasında da yaratıcı olmayı sürdürdüklerini elbette ki fark etmişlerdir. Bu da gösteriyor ki, bütün sınıf mücadelesi tarihi gibi hapishane tarihi de düşünceye pranga vurulamadığını göstermektedir.

 

Tutsakların tecride rağmen ürettiklerini belirten Okay, tutsaklar için şunları söylemiştir: “Hayata bağlılar ve umutlular. Dışarıyı bizden iyi izliyorlar. Bu sergide kamuoyunu hem şiddete karşı bir duyarlılığa davet ediyoruz hem de ‘hapistekileri unutmayın’ diyoruz. Onlar bu koşullarda üretmeye devam ediyorlar, karanlığı aydınlatıyorlar diyoruz”. Belirtmeye bile lüzum yok ki, bu daveti kabul etmek ve büyütmekte yarar var. Yarar var, çünkü hapishane, içerideki kadar dışarıdakini de ilgilendiriyor. Dışarıdakinin kullandığı hak ve özgürlükler, bir ölçüde zindandakinin ödediği bedeller sayesindedir.

 

 

 

Özerklik ve Özgürlük Farkı

 

Özgürlüğün kısıtlanmasından da söz edemeyiz. Burjuvazinin devrimci düşün ve sanat insanlarının ancak özerkliğini engellediğini söyleyebiliriz. Zira bedenlere kilit vurulsa da zihinlere kilit vurmak, düşünceyi yok etmek, moral ve motivasyona son vermek mümkün olmuyor. Kaldı ki feodal düzenler ve ücretli emek sistemi var olduğu müddetçe dünya adeta "yarı açık cezaevi" olmaktan kurtulamaz.

 

Serginin içeriğini ve amacını anlamak için Karşı Sanat Çalışmaları sanat kuramcısı Ezgi Bakçay'ın söylediği şu ifadeler öğretici olabilir: “Sergi en az 10 yıldır cezaevinde tutulan siyasi tutukluların yazdıkları şiirlerden, yaptıkları resimler ve illüstrasyonlardan ve çizdikleri karikatürlerden oluşuyor. Serginin teması ‘Şiddet’ tutsaklardan bu temayı özgürce yorumlamaları istendi. Bunun sonucunda ortaya son derece ifadeci, ironinin ön plana çıktığı güçlü imgeler ortaya çıktı. Biz de bu imgeleri dışarıdan Red fotoğrafın göndermiş olduğu simgelerle birleştirdik”.

 

 

İçeride, Dışarıda Hücreleri Parçala

 

Serginin adı "İçeride-Dışarıda" olarak düşünülmüş. Sıklıkla gündeme gelen "İçeride, Dışarıda Hücreleri Parçala" sloganını anımsatmaktadır. Sınıflı uygar toplumların ve özellikle de modern devletlerin bir ürünü olan hapishane aslında tüm yaşamımızı kuşatmış oluyor. Hapishane bu açıdan bakılırsa "zindan içinde zindan" anlamına geliyor, dolayısıyla kabul edilemez. Hapishane ve tutsak bilhassa politik tutsak göze, kulağa ihtiyaç duyar. Aydın ve sanatçılar ise bu noktada "göz" ve "kulak" olarak var olmaktadır. Bu yüzden Adil Okay ve Özcan Yaman'ın, bu çabasının altını tekrar tekrar çizmekte yarar var.

 

Hapishane söz konusu olduğunda ülkemizin çok özel bir tarihi olduğunu da akılda tutmak gerekiyor. Yüzlerce hasta tutsağın halihazırda ölümle yüzyüze geldiği bugün, tarihsel bir gerçektir. "İçeride-Dışarıda" adlı çalışmaları model alarak çoğaltılmasını düşünmeliyiz. Mevcut düzenin panzehiri "içeriden-dışarıdan" mücadele kültürünü geliştirmektir. Sansür, yasak ve hapis olayının kendisi büyük bir şiddet anlamına geliyor.

 

Hapishane ve Şiddet Evrensel Olgudur

 

Çağımızda yalnız emekçi sınıflar değil ezilen kimlikler de şiddete maruz kalmaktadır. Bu açıdan düşünüldüğünde serginin "şiddet" temasıyla lanse edilmesi manidardır. Her zaman şiddete "ilk önce" egemen sınıflar başvuruyor. Bu yüzden ezilenler ve proletarya, şiddeti ancak onu ortadan kaldırmak için meşru görebilir. Görülmüştür Kolektifi ve Red Fotoğrafçılar Grubu'nun çabası, görünüşe bakılırsa ülkemiz hapishanesine özgü olduğu düşünülebilir; oysa hapishane ve şiddet olgusu evrensel bir temadır. Bu açıdan sergi, bizi dünyada bir yolculuğa çıkarıyor.

 

Red Fotoğraf Grubu üyesi Özcan Yaman, Evrensel'deki yazısında, sergi içeriğine ilişkin şu görüşlere yer vermiş: "Bugün Türkiye hapishanelerinde binlerce politik mahpus, özgürlük ve eşitlik taleplerini tecrit şiddetine ve sansür baskısına rağmen sözcükleri, boyaları ve notalarıyla sürdürmekte. Bu sergi 10, 20, 30 yıldır ‘içeride’ olan binlerce insanın kesintisiz üretiminin küçük bir bölümüdür. Hapishanelerde bulunan sanatçılar kadına, çocuğa, emekçiye, mülteciye, LBGTİ+’lara, tabiata, hayvana uygulanan şiddet ve bu şiddete karşı direniş üzerine düşüncelerini ifade ediyorlar".

 

 

 

Seyyit Nesimi'den Viktor Jara'ya

 

Düşüncenin, bilimin, felsefenin tarihi gibi sanat tarihi de baskı, zulüm ve ölüm tecrübeleriyle doludur. Derisi yüzülen Nesimi'iyi, Pir Sultan Abdal'ı, şair Lorca'yı, halk ozanı Viktor Jara'yı, Sabahattin Ali ve Yılmaz Güney'i anımsatmakla yetiniyorum. Düşün ve sanat insanlarına yapılan baskı ve zulüm politikaları yalnızca sanata dönük değildir. Özellikle devrimci sanatı ve muhalif sanatçıyı susturmak, işçi ve emekçi sınıfları itaat ettirmek içindir. Elbette sanatı, "tarafsız" bir faaliyet olarak değerlendirmek de yanlış olur. Bugüne kadarki sanat ve sanatçılar esasen egemen sınıflara hizmet etmiştir. Bunun tersine çevrilmesi için felsefi-ideolojik mücadelenin yükseltilmesi gerekiyor.

 

Zindanın Penceresinden Dünyaya Bakmak

 

Sergiyi izleyenler, umarım tarihsel olanla güncel olan, hapislik ile özgürlük arasındaki diyalektiği fark etmiştir. Zindan koşullarında da yaratımdaki derinliği gözlemlemiş, zindandan yükselen umut ve ışık farkedilmiştir. Sergiyi izleyenler, zindanın penceresinden bakarak dünyanın hallerini gözleme imkanı bulmuştur. Figen Yüksekdağ'dan, Gülten Kışanak'a; Demirtaş'tan özellikle hastalığına rağmen hapishanede tutulan Aysel Tuğluk'u da izlemiş olacaktır. Daha on binlerce tutsağı da asla unutmamak gerekiyor. Sergilenen ürünlerden de anlaşıldığı gibi (basın/tanıtım bülteninde de belirtilmiştir) şiddet, ezilen sınıflara, tutsaklara, kadınlara, eşcinsellere, ezilen uluslara hatta doğaya karşı uygulanır...

 

Sergideki ürünlerin bir kısmı "dışarıda" ifadesiyle kodlanmış, bunlar fotoğraf yoluyla tasvir edilirken bir kısmının da "içeride" ifadesiyle kodlandığı anlaşılıyor. Tüm eserlere bakıldığında şiddetin sınırlarının düşünülenden de fazla ve geniş olduğu görülmektedir. Sergi sırasında salona giren ve çıkan estetik, etik ve politik duyarlılık gösteren kişilere polisin kimlik kontrolü uyguladığını (bir İndependent yazarı söylüyor) düşündüğümüzde yasak, sansür ve şiddetin genişliğini ve yaygınlığını anlamamız zor olmayacaktır.

 

Sergi: Tarihselden Çok Güncel

 

Karşı Sanat Merkezi'ndeki sergiye yakından bakılırsa içeride, dışarıda, görülmüştür, görülmemiştir, sanat, zindan, tutsak, özgür, özerk, şiddet, zulüm gibi konu ve kategoriler sanırım dikkatinizi çekecektir. Bunlar, sınıflı toplumun analizini yaptığınızda ortaya çıkacak düşünceyle paralellik arz eder. Bu yüzden de sergiyi oluşturan eserler ve onların taşıdığı içerikler arasındaki diyalektiğin bilincinde olmak gerekiyor: Sergi, yalnızca sergi değildir. Ülkemizin bir panoramasını yansıtırken bunu, birçok hapishaneden gelen ürünlerle ve değişik ortamlarda çekilmiş fotoğraflarla ortaya koyuyor. Eserlerin, sanatı ve onun bilimi olan estetiği de aşan bir özelliğe sahip olduğunu izleyicinin gözönünde bulundurduğunu varsayabiliriz.

 

Buradaki diyalektiği, eserlerin sergilendiği mekan ile birlikte Adil Okay ve Özcan Yaman'ın siyasal tecrübeleriyle de birleştirmek gerektiği açıktır. Bu noktada serginin, tarihselden çok güncelde inşa edildiğini düşünüyorum. Çünkü etkinliğin merkezinde bulunan "şiddet olgusu", son yıllarda iyiden iyiye artmış ve nerdeyse faşizm biçimini almış ve sıradanlaşmıştır. Şiddetin dozu ile birlikte sınırının da genişlediğini görüyoruz. "Sıradan" sanatçılara bile uygulanan konser yasakları, hapishane ve şiddet tehditleri, gözaltılar, basın açıklamalarına, toplantı ve gösterilere saldırılar başka nasıl açıklanabilir?

 

 

Sanata ve Tutsaklara Katılmak Gerek

 

Tüm bu olumsuz süreçlerin olumlu süreçlere olanak verdiğini, vereceğini söyleyebiliriz. Hapsedilenin, direnmeye ve yaratmaya devam ettiğini görmek zor olmuyor. Sergi, bunun aktüel örneklerini verirken tarihsel örnekleri açısından da deneyimlere gönderme yapıyor. Hapishanelerin ve çeşitli şiddet/zulüm koşullarının nice "öğretmen"in yetişmesinde işlev gördüğü biliniyor. A. Gramsci ve Nazım Hikmet'i anmakla yetiniyorum. Sergi ve şiddet bağlamında bilinçten bilinçaltına gidildiğinde de yine tarihimizde içkin olan işkenceler, darağaçları ve nice toplu katliam örneklerini de mutlaka not etmemiz gerekiyor.

 

Şiddetin olduğu yerde direniş de kaçınılmaz olarak var olacaktır. Sergideki eserler de bu direnişin görünüş ve somutluk kazanmış versiyonudur. Buna paralel olarak kendi siyasal tarihimizde de anlamı derin ve etkili sözler, sloganlar türetilmiştir. Şiddete karşı "İnsanlık onuru işkenceyi yenecektir" denilmesi anlamlıdır. Bu sözü söyleyen insana, sergi salonlarını harekete geçiren politik tutsaklara ve devrimci sanata katılmak gerekiyor.