SİNCAN TUTSAKLARI UÇURTMALARI SELAMLIYOR

İBRAHİM ŞAHİN

1 NO’LU F TİPİ CEZAEVİ

A−10-29

SİNCAN− ANKARA

Sevgili Öykü can merhaba,

Bence insanlar sevdiklerine "iyi ki varsın" demeliler. Ben bu sözü önemsiyorum. Çünkü insanlar yalnız yaşayamazlar. Bilinçli olarak paylaşmak insanlığımızın en büyük değeridir. İyi günde ve kötü günde sevinçleri ve üzüntüleri paylaşmak gerek. Sevinçlerin paylaşıldıkça çoğaldığını, üzüntülerin paylaşıldıkça azaldığını duymuştum bir keresinde. Güzel bir söz gibi geliyor kulağa. Bu yüzden de insanın çevresinde paylaşabileceği insanların olması çok güzel. Bence onlara iyi ki varsın demeliyiz ki onlara değer verdiğimiz ve onları dost bildiğimizi bilmeliler.

Örneğin içinde bulunduğum şu kötü koşullarda geçenlerde güzel bir şey oldu. Bunu seninle de paylaşmak isterim. Öğle vakitlerinde hapishanenin duvarlarını aşıp bize ulaşan kalabalık slogan sesi geliyordu "yaşasın direniş" "her yer Taksim her yer direniş" "yaşasın mücadelemiz" "sizinleyiz bizimlesiniz" … Ve daha bir sürü slogan geliyordu kulağımıza. Bizde aynı şekilde onlara seslendik, avazımız çıktığı kadar bağırdık. (Hücrelerde olduğumuz için onlar kadar kalabalık değildik o yüzden var gücümüzle bağırmalıydık sesimiz duyulsun diye. "sesinizi duyduk karşılık veriyoruz" anlamına gelsin diye seslerimiz duvarları aşıp gökyüzünde birleşsin diye, çoğalsın çok ve birlik olalım diye). O kadar güçlüydü ki sesleri tek tek bütün tutsakların adlarını okuyup "biz buradayız" dedikleri an artık tutsak değildik. Artık tek başıma değildim. İşte bu yüzden birilerinin varlığını duyumsamak ve onlarla güzel olan için paylaşabileceğini bilmek önemli. Bu yüzden "iyi ki varsın" demek önemli.

Daha bitmedi güzellikler. Tutsaklara balonlar deniz kabukları göndermenin ne anlama geldiğini biliyor olduğunu düşünerek, dört yanı duvarla çevrili bir tutsak için göz gökyüzünün özgürlük düşüne dair olduğunu da biliyorsundur. Gökyüzünde olan oraya ait olan ya da oraya ulaşabilme yeteneğine sahip olana hayranlık da ayrı bir duygunun yansısıdır tutsak için. Gökyüzünde bunlardan birini görmek belki kendi başına sıradan görülebilir pek çokları için ama o görünenden hareketle uzaklar düşlemek… İşte asıl etkileyici olan o dur. Bunu bir de tutsağın cephesinden düşün… Tıpkı Stendal sendromudur…

Hapishanenin duvarlarını aşıp bize ulaşan seslerin sahibi olan kalabalık Dikmen'deki Ahmet Arif Parkı Platformu'ndanmış. Biz sanki o insanlar gökyüzünü delermiş ya da sloganları görebileceklermiş gibi gökyüzüne bakıyorduk… İnsanları havada duruyor olduğunu düşünmek ya da sesleri görmeyi ummak çok saçma… Ama o saçma sandığımız şey gerçek oldu… Bir süre sonra gökyüzünde bir uçurtma gördük… Aahh! Tam 18 yıl oldu uçurtma görmeyeli…. İçim içime sığmıyor. Bütün kuşların kanatlarını istiyor duygularım… Havalanıyor uçurtma… O da ne? Bir tane daha… Sonra bir daha… Hücremizin dar ağzından tam beş tane uçurtma saydım. Gerçek olan saçmalık buydu… O gökyüzünde gördüklerim bizimle birlikte olan, bizi hisseden, bizi içlerine davet eden, kalplerinde taşıyan, bilinçlerinde var eden dostlardı… Onların güzel sözlerini taşıyan seslerdi… Gökyüzünde renk renk insanlar ve sesler vardı. Gördüklerim güzel insanlar ve onların güzel umutlu sloganlarıydı. Bir insanın olabileceği en büyük özgürlük duygusu içindeyim. Bana bu duyguyu yaşatan insanlara "iyi ki varsın" demek benim ve benimle dostluğunu paylaşan insanların insanı yanına katkıdır. Çoğalmaktır.

Aah! Çıldırmamak elde değil.. Duvardaki freski görüp yoğun hayranlık duygusundan bayılan Stendal gibi şimdi şuracıkta yığılıp kalacağım. O yüzden bir şeyler yapmalıyım. Ne? Ne? Ne yapmalı? Evreka! Bende uçurtma yapacağım. Gökyüzündeki insanlara ve seslere ulaşmalıyım. Senin yaşlarındayken öğrendiğim bir uçurtma yapacağım. Bunun için bir kâğıt ve biraz ip… Hepsi bu. Yaptım. Havalandırmanın daracık beton, kuyu gibi avlusunda rüzgârın yönünü yakalamaya çalışıyorum. Bir o yana bir bu yana dönen haylaz rüzgârın peşinden az koşmadım. Çok uğraştım. Yoruldum. Başaramadım. Benim suçum değil. Uçurtmam da fena değildi. Terazisi ve kuyruğu dengeliydi. Geriye beni peşinden koşturan rüzgâr kalıyor suçlu olarak. Ama onu da anlıyorum, onun suçu yok. Yeteri kadar rüzgâr geliyordu ama bu avlu denilen kuyunun içinde sabit bir yön bulamıyor sirkülâsyonun dengesizliği dağınık girdaplar oluşturuyordu. Rüzgârın suçu yok. Suçlu F-Tipi’nin duvarlarıydı. Yoruldum. Dört duvar arasında elinde bir uçurtmayla rüzgârın ardından koşmaktan… Umutsuz bir çabaydı… İnsana umutsuzluk yaraşmaz diye sıyrıldım bu düşünceden… Öyle ya benim dostlarım vardı. Onların gökyüzünde uçurdukları o beş uçurtma benim içindi. Yattım avluya sırt üstü… Gökyüzündeki uçurtmalar oldum. Ve uzaklara, çok uzaklara… Hapishanenin olmadığı, denizlerin ve şarkıların, öykülerin ve deniz kabuklarının olduğu düşüncelere uçtum o gün…

İşte bu yüzden beni oralara götüren o seslerin sahipleri güzel insanlara, o dost yüreklere iyi ki varsın diyorum ve sana Öykü can uzak düşmüş kalbimin mavi prensesi, bana Akdeniz’i getirdiğin için iyi ki varsın…

Prensesim, uçurtmalar ve ben…

Temmuz/2013

Özgür duygular mevsimi