Tarsus Hapishanesinden Yükselen "Mor Çığlık"

"Biz içerideki kadınlar da umudun rengi maviye hakaret eder gibi demir ranzaların, korkulukların, kapıların maviye boyandığı odalardan, toprağın ve çiçeğin bulunmasına müsaade etmeyen soğuk betonlarda yaşamaya zorlanan, uzağa bakmayı özleten, anlamsız yüksek duvarlarla örülü zindanlardan sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Acılarımızla değil, inadımızla yükseltiyoruz sesimizi. "

Mizgin Özertiz  Kadın Kapalı Hapishane  TARSUS / MERSİN

 

MOR ÇIĞLIK !

Tek sesliliğin, tek renkliliğin hakim kılınmaya çalışıldığı zamanlarda nerede olursak olalım  kadınlar olarak her dem sesimizi ,sözümüzü ve isyan müziğimiz olan zılgıtlarımızı duyurmaya devam ediyoruz. Evde, sokakta, iş yerinde ve hapishanede bulunduğumuz mekanları gökkuşağına boyuyoruz. Kimimiz göğün mavisi, kimimiz toprağın kahvesi, kimimiz güneş'in kızılı, kimimiz dağların yeşili ve kimimiz de leylakların moruna bürünerek bulunduğumuz yerlerde renkleriz ahenkle dansını sergiliyoruz.

Bugün her günden farklı bir gün, bugün dünyanın her yerinde kadınlar tek bir rengi kuşanmış, hep birlikte mor çığlığı haykırıyorlar. Radyo, televizyon sesini kısar gibi kadın sesinin kısılmaya çalışıldığı şu günlere inat sokak sokak, köy köy, şehir şehir, ülke ülke bilenerek, birikerek çoğaltıyor kadınlar sesleri...

Biz içerideki kadınlar da umudun rengi maviye hakaret eder gibi demir ranzaların, korkulukların, kapıların maviye boyandığı odalardan, toprağın ve çiçeğin bulunmasına müsaade etmeyen soğuk betonlarda yaşamaya zorlanan, uzağa bakmayı özleten, anlamsız yüksek duvarlarla örülü zindanlardan sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Acılarımızla değil, inadımızla yükseltiyoruz sesimizi. Cılız sesler yok burada! Gürül gürül çoğalarak akıyoruz güne...On dört kadın, on dört ses, on dört şehir, on dört umut var burada. Nasıl ki, günler öncesinden 25 Kasım kadına yönelik şiddetle mücadele günü hazırlıkları için kollar sıvanıyorsa, burada da aynı istek ve kararlılıkla hazırlıklara başlanıyor. Koğuşumuzun yemekhane bölümünde programı belirlemek için toplanıyoruz. Hangi saat uygun olacağı tartışmalarından sonra akşam en uygun zaman dilimi olarak belirleniyor. Okunacak şiirler ve oynanacak tiyatro için son provalar alınıyor. Yek vücut olacağımız gün için koğuşumuzda herkes, her şey hazır ve nazır. 25 Kasım haftası içerisinde her şehirden görüntüler sınırlı da olsa TV kanallarına yansıyor.

Diyarbakır'dan Batman'a, Artvin'e, Artvin'den Konya'ya, İzmir'e  her şehirde bir kaç dilde özgürlük sesleri...Jin Jiyan Azadi ve Kadın Yaşam Özgürlük sesleri yükseliyor alanlarda. Son gün Taksim meydanında buluşmak için start veriliyor, biz içeride olanlar da Taksim Meydan sahnesinde buluşmak için günler öncesinden sözleşmiştik.

Dışarıdaki kalabalık flamalar, dövizler, pankartlarla yürürken meydana ,bizler de erkek şiddetiyle katledilen kadınların resimlerini asıyoruz duvarlara. Her sokak başında bir kalabalık meydana ulaşmaya çalışırken, bizler de odalarımızdan Taksim Meydan Sahnesi'ne yol alıyoruz. Yemekhane bölümüne geçtiğimizde bizler için dizilmiş sandalyelere kurulu veriyoruz. Sunucumuz günün anlam ve önemini belirten bir dörtlükle bizleri selamlayıp, programı başlatıyor.

"Peru sokaklarında yerli bir kadın yerde çıplak yatıyordu

Üstünü gazeteler ile örtmüş/

dünyanın yalanlarının altında

Dünyanın gerçekliği çıplak!"

Yüzyıllardır kadınlar olarak erkek egemenlikli sistemde yaşadığımız gerçekliği özetleyen şiirden sonra tiyatro ekibini sahneye davet edip, usulca sahneyi onlara bırakıveriyor. Bizler heyecanla oyunu beklerken aniden ışıklar sönüyor. Karanlığa gözlerimiz alışmaya çalışırken, yüreğimizin tellerini koparan bir çığlık çarpıyor soğuk duvarlara. Bir süre çığlığın etkisiyle içimize dönmüşken, ışıklar açılıveriyor. Sandalyelerimizin önüne şoför koltuğunu anımsatan bir sandalye konuluyor, koltuğa oyunculardan biri oturup bir arabayı çalıştırır gibi hareket ederken, tarihte yolculuğa çıkarken buluveriyoruz kendimizi. Ülke ülke duraklar belirlenmiş, her durakta bir kadın biniyor arabamıza ve eril sisteme karşı eşitlik isteyip, direndikleri için nasıl katledildiklerini anlatarak tarihe notlar düşüyorlar. Ülke ülke kadınlarla tanışıyor veyahut tanışıklığımızı yineliyoruz. İlk durağımız Mısır oluyor. Mısır'dan Hypatia, Kleopatra, Suriye'den Zenobia, Fransa’dan Olympia de Gouges, İngiltere 'de Sufrajet'ler ,Dominik Cumhuriyeti'nde Mirabel Kardeşler, Almanya'da Rosa Luxemburg. Her biri erkek şiddeti, erkek yargısı sonucu nasıl katledildiklerini anlatarak arka koltuklara geçerken, İzmir yazılı son durakta durdu arabamız. Yüreğimizde biriken öfkeyle birlikte gözlerimizde biriken yaşlara neden olan son bir çığlık daha kopuyor. Deniz'in memleketinde Deniz vuruluyor...Bir kaç dakikalık sessizlikten sonra tüm oyuncular el ele tutuşarak Hypatia'nın, dil, din ,ırk, cins ayrımına karşı uyarıcı nitelikte olan sözleriyle sahne kapanıyor.

"Hiç birimiz birbirimize benzemiyoruz ama bizi birleştiren şeyler, bizi ayrıştıran şeylerden fazladır. Hepimiz kardeşiz!"

Kadın katliamlarına gözlerimizi açmadığımız tek bir günün olmadığı şu günlerde kadın arkadaşlarımızı anmanın ve hatırlamanın mor zamanlarındayız. Taksim sahnesinden, Taksim Meydanı'na doğru yol alan Özgecan'ların, Pınar'ların, Adalet'lerin ve Deniz'lerin sesi olan kadınlara aşk olsun! Dünyanın her yerinde susmayan, korkmayan, itaat etmeyen kadınlara aşk olsun! Tutsak kılınıp  fikir hürriyetini kuşanan kadınlara aşk olsun! ...

İçeridekileri düşününce hayatın durduğunu sanan insanlara, umudun bu mekanlarda nasıl büyütüldüğünü anlatarak, bir günümüzle konuğunuz olmak istedim.

Umutla, sevgiyle kalın... 22.08.2022

Mizgin ÖZATİZ