Tutsak yazar Bager Sayak'tan yeni bir öykü: Büyük Ana’nın ordusu

 

Büyük Ana’nın ordusu



Evet” dedi Bilge Ana, Gutî tenli oğluna. Evet, mitolojilerde duyduğumuz bir savaşı yaşadık. Mitoloji kitaplarındaki savaşlar dışarı çıkmıştı adeta. Yer-gök kulak kabartmış sesi algılamaya çalışıyorlardı. Kara zebaniler ordusu her taraftan geliyordu. Silahları ile birlikte kocaman devlet gibiydiler. Korkunçtular. İğrençtiler. Her yeri yakıp yıkıyorlardı. Tarihi ve kültürü yok ediyorlardı. Lanet bir felaket gibiydiler. Kocaman mızrakları, kılıçları, kalkanları, alev topu tüküren metan ejderhaları her yeri sardı. Vikinglerden, insan kellesinden surlar ören halde idiler. Asurlardan bile daha korkunçtular.



Hatta insanın kafa derisinden atına dizgin yapan, kurbanının kanını içen İskitlerden bile daha korkunçtular. O siyah zebaniler, Hades cehenneminde kaçmış gibiydiler. Ovadan geliyordu elementsiz zebaniler. Normal insanlarda bulunan elementlerin zerresi onlarda bulunmazdı. Hava, toprak, ateş, su. Sadece barbarlığı, yozluğu, gericiliği, kötülüğü ve karanlığı simgeleyen tek bir “element”ten yapılmaydılar: Faşizm!



Dokuzuncu kesitin onbeşinci günüydü. Büyük Ana’nın ordusu ile “Kara zebanilerin ordusu” Apograd ovasında karşı karşıya geldiler. Her şey durmuştu. Tek bir ot rüzgarla oynaşmıyor, cilve yapmıyordu, rüzgarın turkuaz esintisiyle. Tek bir yaprak güneşin limoni sıcağında dansa durmuyor; tarla kuşu buğday tanelerini aşırmıyordu.



Büyük bir önseziyle, akbabalar toplanıyordu, safran sarısı ovalarda. Herhalde biraz sonra yere serilecek kara zebaniler ordusunun cesetlerini büyük bir zevkle yemeyi bekliyorlardı. Ares çağırmış olmalı onları ve başka yırtıcı hayvanları. Savaşı sezen, kan daha dökülmeden kokusunu alan yırtıcılar iniyordu ovaya.



Kahrolası sessizlikte nefes alışverişler bile duyuluyordu. Mitolojik bir sabırsızlık hissediliyordu bu sessizlikte. Ama öyle değildi. Hep olmuştur böyle anlar. Fırtına öncesi sessizliktir böyle anlar. Poseidon biraz sonra uyanacak, soğuk gri öfkesini kusacak, o zaman büyük sessizlik denizlerden gelen fırtınayla bozulacaktı. Sinsi sinsi...



Erguvani bozkır ovaları, koyu yeşil yosun kaplamış taşlarla dolu dereleri aşarak gelmişlerdi bu kara zebaniler. Birden iğrenç bir bağırtı duyuldu cehennem kaçkını bir zebaniden. Mefisto’nun sayısız çocuğu hep bir ağızdan bağırıyorlardı: “Kurban ibadetimizi ‘Kurtî Çeşmesi’nde yapacağız!” Böylece Büyük Ana’nın ordusunu saldırdılar.



Metal bir ejdarhayla sürekli ateş fırlatıyorlardı. Büyük Ana’nın ordusunun üstüne. Savaş tüm şiddetiyle başlamıştı. Büyük Ana’nın yiğit kızları ve oğulları, Kurtî çeşmesinin koruyucuları, ellerindeki ok ve yaylarla ve çelikten iradeleriyle karşı koyuyorlardı. Bu şekilde yüz otuz dört gece ve yüz otuz beş gün sürdü savaş. Peki, Dayê dedi çocuk, zaferi kim kazandı? Bilge Ana, sevgi kırmızısı bir gülümsemeyle parmaklarını çocuğun kara saçında gezdirerek, “Elbette Büyük Ana’nın ordusu kazandı. Daha önce Büyük Ana’nın dağlarında yenilmeyen Güneş’in ve Ateş’in çocukları, Kutsal Anahita’nın yiğit çocukları bu şekilde ovada ve şehirde de yenilmez olduğunu gösterdi” dedi. Çocuk, Bilge Ana’nın dizlerinde bir an önce büyüyüp Kutsal Kurtî Çeşmesi’nin koruyuculuğunu yapmak düşüyle girmişti uykunun katran kucağına...

 

BAGER SAYAK

1 no'lu yüksek güvenlikli hapisane Sincan / Ankara