Gebze Cezaevinden yazan Şadiye Manap ve arkadaşlarına kulak verelim: "Cezaevinde odalarımıza baskın yapıldı. Eşyalarımız adeta talan edildi..."

 

 

Çoğumuz otuz yıla varan tutsaklık süresini yaşamış bulunuyoruz. Dolayısıyla okumalarımız, araştırma çalışmalarımız var. bize idare tarafından, içeride kitaplarımızın çok olduğu, çoğunun depo olarak kullandığımız maltaya götürüleceği, ihtiyacımız olduğunda alıp, kullanacağımız belirtildi. Kitaplarımızın çoğu depoya taşındı. Ancak Corona tecridi başladığından buyana tek bir kitap almamıza izin verilmediği gibi, idarenin memurlarıyla kitaplarımızın arasına girip talan ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Corona fırsat yapılıp, tüm iletişimlerimiz durdurulurken hak gasplarına dair hiç bir şeyden geri durulmadı. Bu koşullarda bize yapılan tebliğde, artık dışarıdan hiçbir biçimde dergi gazete alamayacağımız, yine kitap alamayacağımız, sadece doğum günü ve bayramda alınabileceği, bunların cezaevi kantini üzerinden alınacağı belirtildi. Bizleri onlarca yıl tek tip kaleme, bardağa mahkum eden cezaevi idarelerini istediğimiz kitabı bulup, getirmeyeceği açıktır. Tüm bunlarla arkadaşlarımızın içine sokulmak istendiği ekonomik sıkıntılar da diğer bir boyuttur.”

Şadiye Manap, Kadın Kapalı Cezaevi, B/Ç, Gebze, İZMİT

 

***

Dünyadaki gelişmeler, sistemin yapısal krizinin zorlayıcılığının yanında, ezilenlerin de daha olgunlaşmış koşullar oluşturduğunu görüyorum. Avrupa da epeyce hareketli süreçler yaşadı, yaşıyor. Olaf Palme’yi gazeteden sınırlı okuyabildik. Birazcık objektif bilgi veren gazeteler bize verilmiyor. Ama direnmek, direndiğini bilmek insanı güzelleştiriyor.

Seni bir daha sevgiyle, özlemle selamlıyor, kucaklıyorum. Aydınlıkla, güzelliklerle kal.

 

Not: Adres defterim geri verilmediğinden, senin adresini doğru yazdığımdan emin değilim. Sevgilerimle

 

Bir toplumun bütün düşünenleri, hareket edenleri, itiraz edebilenleri mezarlıkta, cezaevinde, hasta hanede, ‘’tımarhanede’’ kapatılmışsa, o toplum yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya demektir. Türkiye’de sadece Kürtler değil, aslında tüm toplum, gerçekle, doğruyla, hakikatle alakası olmayan uygulamalar olduğunu biliyor. Ama toplumu kapatmak için o kadar çok ‘’ev ‘’ yapılmış ki. insanlar en akıllı yaklaşımın ‘’seni çıkarmamam’’ olabileceğini düşünüyor. Bunun doğru olmadığını bilebile.

 

Sistem laboratuvarları durumundaki cezaevlerinde, topluma uygulananların katlanacak ve derinleşmiş halde olacağı tahmin edilecektir. Biz tutsaklar da Kürt Halkının infaz kararı alındığından beri bunu yaşıyoruz. Her gün biraz daha daralan, Demok’leşen kılıçların daha da keskinleştiği bir evde. Bütün bir toplum susturulmuşken, tecrit koşullarında olan tutsakların 2018 -19’da direniş geliştirmesi, mutlakıyetçe iktidarı öfkelendirdi. Direk Hükümet merkezli. Adalet Bakanlığı talimatlı ve idarelerin kraldan daha kralcı uyguladığı yönelmeler üst üste geliştirildi.

 

6 Aralık 2019’da bulunduğumuz Cezaevinde odalarımıza baskın yapıldı. Eşyalarımız adeta talan edildi.... Her türlü defterimiz(Şiir defterinden adres defterlerine, seminer çalışmalarından anılara, öykülere, günlüklere, siyasal yorumlara, araştırma notlarına kadar) birçok kitabımız, bağlama kelepçeleri, elişi tığları ve daha sayamadığımız birçok şey çöp poşetlerine doldurularak götürüldü. Sonrasında bütün taleplerimize, suç duyurusu dilekçelerimize rağmen bize dönülmedi ve eşyalarımız halen verilmedi.

 

Çoğumuz otuz yıla varan tutsaklık süresini yaşamış bulunuyoruz. Dolayısıyla okumalarımız, araştırma çalışmalarımız var. bize idare tarafından, içeride kitaplarımızın çok olduğu, çoğunun depo olarak kullandığımız maltaya götürüleceği, ihtiyacımız olduğunda alıp, kullanacağımız belirtildi. Kitaplarımızın çoğu depoya taşındı. Ancak Corona tecridi başladığından buyana tek bir kitap almamıza izin verilmediği gibi, idarenin memurlarıyla kitaplarımızın arasına girip talan ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Corona fırsat yapılıp, tüm iletişimlerimiz durdurulurken hak gasplarına dair hiç bir şeyden geri durulmadı. Bu koşullarda bize yapılan tebliğde, artık dışarıdan hiçbir biçimde dergi gazete alamayacağımız, yine kitap alamayacağımız, sadece doğum günü ve bayramda alınabileceği, bunların cezaevi kantini üzerinden alınacağı belirtildi. Bizleri onlarca yıl tek tip kaleme, bardağa mahkum eden cezaevi idarelerini istediğimiz kitabı bulup, getirmeyeceği açıktır. Tüm bunlarla arkadaşlarımızın içine sokulmak istendiği ekonomik sıkıntılar da diğer bir boyuttur.

 

Dünyada tutsaklar dışında mektuplaşma gibi tarihte kalmış bir iletişim aracını hiç kimse kullanmazken, mektupların fiyatına bir yılda beş kez zam yapıldı. Normal mektuplarımızın kaybedildiğinden tüm mektuplarımızı katlanan fiyatlarla taahhütlü göndermek zorunda kalıyoruz. Kartlar kart fiyatına gönderilmediğinden bir cümlelik yazıyı da mektup fiyatına göndermek zorunda kalıyoruz. Corona tecridi başladığından bu yana tek iletişim aracımız olarak kalan mektuplara her açıdan engel ve sansür getirildi. Aynı blokta, bir kaç oda ötede kalan arkadaşlarımıza üç ayda bir mektup ulaşmıyor. Kürtçe mektuplarımız özellikle ulaştırılmıyor.

Corona’dan dolayı sosyal mesafe var denerek tahliye olan arkadaşlarımızla vedalaşmamıza izin verilmiyor. Ancak aynı koşullarda uydurulmuş, yahut düşünülmüş gizli tanıklar 200 arkadaşımıza dava açılarak, 27-28 yıldır cezaevinde olan insanlar için tutuklama kararı çıkarıldı. Böylece bir iki yıla kadar cezası bitecek olanların da dışarıya çıkmasına engel olunmuş oldu.

 

Corona tehlikesi var denilerek, kanser, şeker hastası, tansiyon, Hepatit, kalp hastası arkadaşlar hasta haneye götürülmediği gibi burada tedavi edilmeleri için hiçbir düzenleme yapılmadı. Sağlık açısından arkadaşlarımız gerçek anlamda ölüme terkedilmiş oldu. Bu tecridin başlayıp sürdüğü dönemde Sabri Kaya, Vefa Kartal, Bedri Bozkurt arkadaşlarımız zindanda hastalık nedeniyle hayatını kaybetti.

 

Son olarak TBMM’de çıkarılan infazla ilgili yasanın her türlü insan haklarına, demokrasiye, evrensel sözleşmelere aykırılığı o kadar açık, aleni ve somuttur ki, üzerinde ek bir değerlendirme yapmayı gerektirmiyor. Bu düzenleme Corona riski, yani tutukluların içeride hasta olup ölebilme olasılığına karşı yapıldı. Ancak topluma her türlü zararı vermiş çeteler, faşistler serbest bırakılırken, siyasi tutsaklar içeride, daha da koyulaştırılmış bir tecritte tutuldu. Bu çok açık bir adaletsizlik ve düşmanlıktır. Uluslararası demokratik kurumların, insanların buna sessiz kalmaması gerekir. Haksızlığa sessiz kalmak, her zaman insanın insanlığını eksittir.

İnsanlığın, insanlığını sahipleneceğine olan inancımız ve beklentimizle

 

Kadın Kapalı Cezaevi, B/Ç, Gebze/İzmit

İMZALARIMIZLA: 06.07.2020

 

ŞADİYE MANAP, Rojda TURSUN, Sibel UÇAR         Emetullah AkGARA, Melek YALÇIN,         Nazime AVRAS, Hazal KÖYSÜREN, Aslı DOĞAN,     Hatice ARAT, Türkan İPEK,         Ruken VURAL,    Ayten GÜLSÜN, Gülistan ABDO,   Besé ÖZER

 

***

Mektubu bizimle paylaşan yazar Gül Güzel’in notu:

 

SESLERİNE ÇIĞLIKLARIMIZLA DAYANIŞMAYA DAVET!!!

 

Hep aynı duygularla ellerim posta kutusuna uzanır. 2003 Eylül ayından beri günlük yaşadığım bir yürek çırpıntısı. Onlara, cezaevinden çıktığımda söz vermiştim. Mektup yazacaktım kendilerine. Böylelikle bir ailenin farklı fertleri olduk. Dile kolay bu kadar süre zindanlarda kalmak ve karşılıklı mektuplaşmak. Mektup tek iletişim aracımızdır da ondan. Özellikle Corona süreciyle mektup kutusunu her açışımda tarif edilmez bir duygu seline kapılırım. Korku, sevinç, heyecan, isyan birbirine karışır. Eğer kutuda bir mektup varsa, bu duygular doruğa çıkar ve o zaman birkaç gözyaşı damlar mektubun zarfına ve teskin eder ortamı. 21 Temmuz da yine böyle bir gün. Posta kutusunda cezaevinden gelen 2 mektup iliştiriyorum parmaklarımın arasına. Biri kart diğeri ise Zindanlardaki tecridi anlatan ve bu durumdan dolayı, dayanışma çağrısı niteliğinde 14 Kadın tutsağın imzaladığı mektup. Ben şimdi sizlerle birlikte bunları okumaya çalışacağım. Çünkü zindanlardaki seslere çığlıklarımızla yanıt vermemizin gereği var...

 

Gül Güzel