Yazılar

MUZAFFER TANSU'DAN MEKTUP VAR

11/04/2012

Merhaba Adil Bey

Kitaplarınızı aldım. Hoş bir sürpriz oldu. Ne kadar düşüncelisiniz! Gerçekten çok teşekkür ederim. Ancak sizin kuşağınızdan beklenen hümanist ve sağduyulu bir yaklaşım.

Kitaplarınız elime geçen hafta ulaştı. “Haykırış” ve “Tekel İşçisi Bir Kadının Uyanışı” 'nı bir solukta okudum. “12 Eylül ve Filistin Günlüğü”'nü ise en sona bıraktım.

Biz mahpuslar; dışarının ilgisizliğine, taleplerimizin sümen altı edilmesine, mektuplarımızın çoğu zaman cevapsız bırakılmasına, ya da aylar sonra “Dışarısı hiç bildiğiniz gibi değil” formatıyla başlayan mektuplara, yıllar yılı alışmış bir kitleyiz. Oysa dışarıdan gelen her ses, her cevap, her merhaba önemlidir bizler için. Bunun yaşamsal düzeydeki önemini anlatmak bizler, anlamak dışarıdakiler için nedense çok zordur.

Sizin tarafınızdan her ne şekilde olduysa; tanınmak, düşünülmek, hatırlanmak güzel bir duygu. Böyle durumlarda daha çok hayata dokunuyor, bir birey olarak daha çok hayatın içerisinde hissediyoruz kendimizi.

İsminiz kulağıma oldukça aşina geldi. Özgeçmişinizi okuyunca bu tanışıklığın, “Berfin Bahar” ya da “Yaratım” isimli dergilerdeki yazılarınızdan kaynaklandığı düşüncesine kapıldım. Sizin bana ulaşımınız da S. Özbudun / T. Demirer, ya da “Eylül” dergisi vasıtasıyla olduğunu sanıyorum. Her şekilde, kitabınızı okumuş ve sizi tanımış olmaktan dolayı çok mutlu olduğumu ifade etmek isterim.

“12 Eylül ve Filistin Günlüğü” isimli kitabınız üzerinde hassasiyetle durmak istiyorum. Son derece dikkat ve ciddiyetle okuduğumu ve notlar aldığımı söylemeliyim. Genel anlamda içerik olarak bu tür kitapları öncelikle tercih ederim ama sizin yorumunuz, yaşamınız, kişiliğiniz, paylaşımlarınız ve tabi ki mektuplar ayrı bir nitelik katmış kitabınıza. Bir kitaptan çok daha fazlasını buldum açıkçası. Her sayfada farklı duyguları, farklı yoğunluklarda yaşadım.

Fazla zamanınızı almamak adına bu mektubumu mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım. Ama isterseniz kitabınız geniş bir değerlendirmemi ve öznel düşüncelerimi sizinle detaylı bir biçimde paylaşmayı ve iletişim kurmayı çok isterim.

Biraz da kendimden bahsedeyim... 32 yaşındayım. İstanbul'da tutuklandım. Daha önce Kartal, Ulucanlar, İnebolu Hapishanelerinde kaldım. 12 yıldır süren mahpusluğun son demlerindeyim.

Yazarak hayata tutunanlardanım. Hapiste yazmanın ne anlam ifade ettiğini biliyorsunuzdur. Yazmak; bizler için bir tercihten öte zorunluluk olmuştur. Yoğunluklu olarak öykü yazıyorum. Çeşitli edebiyat dergileri ve kitap seçkilerinde öykülerim yer buldu. “İki Kıyı Arasında” isimli öykü kitabım 2010 yılında yayımlandı. Şu dönem de bir roman üzerinde çalışıyorum. Edebi okumalarım ve derslerim, zamanımın büyük bir bölümünü alıyor. İşletme bölümü 4.sınıf okuyorum.

Duyarlılığınız için tekrar teşekkür ediyor; size sağlıklı, mutlu bir yaşam, çalışmalarınızda da başarılar diliyorum.

Esenkalın

Muzaffer Tansu

L Tipi C.evi

Ferizli/Sakarya

Not: Size öykü kitabımı da göndermek istiyordum bu mektupla birlikte ancak posta kutusunun hacimsel boyutlarının engel teşkil edeceği düşüncesi aklımda bir soru işareti bıraktı. Sorun olmaz ise kitabımı göndermekten mutluluk duyarım.

HAPİSHANE DUVARLARINA BASAN ÜLKE - EZGİ BAŞARAN

Memleket hapishane duvarlarının üstüne basarak yükseleceğini sanıyor. Bir ülkeyi böyle yöneteceklerini sanıyorlar. Yükselmiyor, düşüyor. Yönetilmiyor, kopuyor.

Memleket hapishane duvarlarının üstüne basarak yükseleceğini sanıyor.

Radikal’in toplantı odasında karşımda oturan Şengül Hanım’a, Gevşah Teyze’ye, Ali Haydar Bey ve Zeki Amca’ya baktığımda içimden böyle geçirdim. Görüşmemizi anlatmak istiyorum.

Şengül Hanım başladı: “Buraları hiç bilmem, Almanya’dan geldim. Füsun’un ricası üzerine. Füsun benim kardeşim. Özgür Radyo’nun eski genel yayın yönetmeniydi. 7 yıldır hapiste. Boğazında nodüller çıktı. Kötü huylu diyorlar. Ses tellerine de yakınmış. Fakat ameliyat edemiyorlar çünkü Kocaeli’nde cezaevi koğuşu olan hastane bulunamadı. 7 aydır.”

Füsun Erdoğan, yıllar önce İsmail Beşikçi’nin Mustafa Muğlalı olayını anlattığı 33 Kurşun adlı kitabından bir bölüm okuduğu için radyosu kapatılmıştı. Gerçi sonra RTÜK’ü dava edip kazanmıştı. Ama 2006’da yürütülen bir operasyonla o ve eşi MLKP örgütü üyesi oldukları iddiasıyla tutuklandılar.

İddianamenin hazırlanması 13 ay sürdü. O gün bugündür 14 civarında duruşma geçiyor. Tabii tahliye yok. Ve Füsun’un ameliyat olması gerekiyor. Acilen.

Şengül Hanım araya girdi: “Aslında ben buraya Füsun’un isteğiyle geldim ama Füsun’un durumunu anlatmak için değil. O kendisini unuttu. Gülizar’ın uğradığı haksızlığın bilinmesini istiyor.”

Sendika dergisinden başka şey bulunmadı

Gülizar Erman (39), Bingöllü bir ailenin 6 çocuğundan biri. İstanbul Tuzla’ya göç ettiler. Gülizar deri işçisi olarak yabancı bir firmada çalışıyordu. Çaycı olarak. 9 Nisan 2003’te gözaltına alındı.

Bir anda banka soyguncusu ve bir döviz bürosundaki silahların gaspçısı olmuştu. Çünkü fabrikada tekniker olan A.R.K isimli kişiye işkence ve tehditle (kız arkadaşına tecavüz ederiz tehdidiyle) ve avukatının mevcut olmadığı bir anda bir ifade imzalatılmıştı.

Bu ifadeye göre Gülizar, MLKP üyesiydi, bir hücre evinde kalıyordu. Evde silahlar vardı. Banka soygununda yer almıştı. Filan.

Halbuki... Gülizar ailesiyle yaşıyordu. Polis o evde birkaç sendika dergisi dışında hiçbir şey bulamadı. Değil ki silah... Banka soygununa gelince... Hiçbir yerde parmak izi olmadığı gibi, banka görevlileri de Gülizar’ı hiç görmedikleri yönünde ifade vermişlerdi. Keza çalıştığı fabrikanın müdürleri de olayların geçtiği tarihlerde Gülizar’ın işyerinde olduğunu teyit etmişti.

‘Dosyayı hakkaniyetle inceleyin yeter’

Karşımda oturan Gevşah Teyze ve Zeki Amca, Gülizar’ın Bingöl’den kalkıp gelen ailesi. Ali Haydar Bey de amcası. “9 yıldır neler çektiğimizi biz biliyoruz. Gülizar’ın dosyası incelenmiyor bile. Biz kızımızı salıverin diye feryat etmiyoruz. Dosyasını hakkaniyetle inceleyin yeter diyoruz. Ama olmuyor. Çaresizliğimizi biz biliriz. Ne yapsak?” diyorlar.

Gerçekten çaresiz bir durum. Çünkü hakkında tek delil daha önce üç kelime dahi konuşmadığı bir kişinin gayri hukuki bir ortamda imzaladığı ifadede adının geçmesi olan Gülizar Erman, ağırlaştırılmış müebbete çarptırıldı. Eski TCK’nın 146’ncı maddesine göre anayasayı bozmaktan. Mahkemedeki iyi hali nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet oldu müebbet. 10 Ekim’de Yargıtay son kararı açıklayacak.

“Tek isteğimiz, kızlarımızın dosyası incelensin; tek isteğimiz, sağlıkları yerinde olsun” diyen iki ailenin karşısında insan moral verecek tek bir cümle bulup da söyleyemez mi?

Saçımı başımı yolayım ki bulup da söyleyemedim.

Memleket hapishane duvarlarının üstüne basarak yükseleceğini sanıyor. Bir ülkeyi böyle yöneteceklerini sanıyorlar. Yükselmiyor, düşüyor. Yönetilmiyor, kopuyor.

NOT: Füsun Erdoğan’ın bir ay önce Bianet’e yazdığı ‘İki Kadın ve Bir Hukuk Cinayeti’ başlıklı mektuba bu adresten ulaşabilirsiniz: http://goo.gl/F0wKg

EZGİ BAŞARAN - [email protected] 26/09/2012

Kaynak: radikal.com.tr

SİNCAN 2 NOLU F TİPİ'NDEN MEKTUP "GAZETEMİZİ İSTİYORUZ"

Sincan 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nden mektup yazan mahkumlar, Özgür Gündem ve Azadi Welat gazetelerinin yaklaşık 15 gündür çeşit nedenler gösterilerek kendilerine verilmediğini ifade ediyor.

Ankara - BİA Haber Merkezi 25 Eylül 2012, Salı

"Savcılık ve mahkemece yasaklanmadığı halde okumak istediğimiz, abone olduğumuz Özgür Gündem ve Azadiya Welat gazetelerini kimi resim ve yazılar gerekçe gösterilerek bize verilmiyor". Mehmet Şah Güneş bianet'e gönderdiği mektubundan bu satırlar. Güneş Sincan 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi'nde mahpus ve  mektubu kendi ve koğuş arkadaşları adına yazmış ve imzalamış

Bu mektubun elimize ulaşmasının ardından aynı cezaevinden onlarca mektup aldık. Kimi uzun, kimi kısa bir şekilde sorunlarını aktarıyordu mahpuslar; konuları ortaktı gazeteleri kendilerine  yaklaşık 15 gündür verilmiyordu ve bizi duyarlı olmaya davet ediyorlardı.

Mektupların bir bölüm oldukça ayrıntılı. Örneğin İdris Aşan hangi gazetenin hangi günlerde verilmediğini yazmış tek tek. Gazetelerin verildiği günlerde ise "Falanca sayfada şu, şu şeyler yazılmış, bu yüzden o sayfayı söküp öyle vereceğiz" denildiğini aktarıyor Aşan ve genellikle böyle bir sansürü kabul etmediklerini de ekliyor.

M. Bahattin Öncü ise abonesi olduğu gazetenin kendisine verilmeme nedenlerinden birini şöyle aktarıyor: "TV haberlerinde görüntüleriyle birlikte izlediğim Kato dağında gerilla cenazelerinin törenle halka edilme haberi sırf Gündem gazetesinde çıktı ve 'törenle aldılar' şeklinde haber yapıldığı için verilmedi."

Ahmet Temiz ise yaşadıkları sansürü şöyle ifade ediyor: "Biz tutsaklar olarak bir çok gazeteyi alarak dünyada olup bitenleri takip etmeye çalışıyoruz. Bu gazetelerin içinde Özgür Gündem ve Azadiya Welat gazeteleri de vardır. Yasada* mahkemece yasaklanmamış her türlü süreli ve süresiz yayınlar mahkuma verilir denilmektedir. Yalnız bazı genelgeler cezaevi okuma komisyonuna inisiyatif verildiği belirtilerek, her gün sözkonusu bu iki gazetenin haber ve içindeki fotoğrafları bahane ederek bizlere verilmemektedir. Yani yasaların hükmü burada geçerli değildir." (HK)

Ceza İnfaz Kurumları İle Tevkifevlerinin Yönetimine Ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük:Hükümlü ve tutuklularca getirilen veya onlara gönderilen basılı eser ve yayınlar: *1*  Madde 149 - (Değişik madde: 16/03/2004 - 2004/7030 S. Tüz./3.mad) *1*   Mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla hükümlü ve tutuklularca getirilen veya onlara dışarıdan gönderilen basılı eser ve yayınların kuruma alınmasına izin verilir.  Resmi kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar, hükümlü ve tutuklulara ücretsiz olarak ve serbestçe verilir.

Kaynak: bianet.org

Diyarbakır KCK Davası: Müge Tuzcuoğlu Ve 8 Kişi Tahliye Edildi

Diyarbakır KCK davasında Müge Tuzcuoğlu ve 8 kişi tahliye edildi.

Aralarında Antropolog Müge Tuzcuoğlu’nun da bulunduğu 19’u tutuklu, 27 kişinin yargılandığı KCK davasında bugün savunmalar yapıldı.

CHP Genel Başkanı Sezgin Tanrıkulu ile sanık yakınlarının da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin izlediği duruşma ilk gün çok sayıda kişinin salon dışında kalması üzerine yaşanan tartışmalardan sonra bugün daha geniş bir salona alındı.

Sanıkların Kürtçe savunma talepleri ise reddedildi.

Duruşmaya yarın da sanıkların savunmalarıyla devam edilecek.

Kaynak: baskahaber.org (Başka Haber ve Evrensel)

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi Müze Olsun!

12 Eylülü Yargılama Platformu, 12 Eylül darbesinin işkence koşullarını dayattığı Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevi'nin "İnsan Hakları Müzesi" olmasını talep ediyor.

İstanbul - BİA Haber Merkezi 25 Eylül 2012, Salı

12 Eylülü Yargılama Platformu, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin işkence koşullarını dayattığı Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevi'nin "İnsan Hakları Müzesi" olmasını talep ediyor.

Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması yapan grup, taleplerini anlatan telgrafları Cumhurbaşkanlığı, Meclis Başkanlığı, Başbakanlık, Kültür Bakanlığı ve siyasi parti grup bşkanvekilliklerine gönderdi.

Açıklamayı okuyan Mustafa Sütlaş, 12 Eylül rejimi ile toplumsal bir hesaplaşma olmadığı takdirde Türkiye'nin demokratikleşemeyeceğini belirterek bunun bir adımı olarak darbenin işkence  koşullarını dayattığı Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevinin "İnsan Hakları Müzesi" olmasını talep etti.

"Diyarbakır 5 nolu cezaevinde yaşanlar Türkiye toplumundan gizlenmiştir. Toplumun cuntacı işkencecilerin kendi adına işlediği suçları bilmesi, yüzleşmesi, hesaplaşması halklarımızın barış içinde kardeşçe yaşaması için zorunludur.

"Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevinde yaşananlar, kadın, erkek, çocuk tutuklular üzerinden Kürt halkının ve Türk, Ermeni, Arap, Süryani, Ezidi halkların onurunun kırılması ve onlara işkence ve zalimane yöntemlerle resmi Türk dili ve kültürünün kabul ettirilmesi operasyonudur."

"Yıkım projelerinden vazgeçin"

Diyarbakır 5 nolu Askeri cezaevinde tutuklulara sistematik olarak işkence yapıldığı ve insanlığa karşı suç işlendiğini hatırlatan Sütlaş, şöyle konuştu:

"Yeni Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) madde 77'de 'insanlığa karşı suçlar' düzenlendi. Bu çerçevede, Diyarbakır 5 nolu askeri Cezaevinde yapılan işkence ve zalimane muameleler, mağdurlara yapılan maddi ve manevi ızdırap ve işkenceler, haysiyet ve onur kırıcı ve aşağılayıcı bütün uygulamalar insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamındadır."

5 nolu cezaevi ile ilgili "o duvarların sesi olsa da konuşsa" diyen Başbakan Tayyip Erdoğan'a seslenen Sütlaş, "O duvarların sesini yıkarak dinleyemezsiniz. O sesleri bir müze ortamında hep beraber dinlememiz için bütün yıkma projelerinden vazgeçmelisiniz" dedi.

30 Eylül'de Diyarbakır'da "Diyarbakır 5 nolu Cezaevi İnsan Hakları Müzesi Olsun!" mitingini düzenlenecek. (NV)

*Fotoğraf: Etkin Haber Ajansı (ETHA)

Kaynak: bianet.org

Müge Tuzcuğlu: Artık Çocuklarımın Yanına Gitmek İstiyorum

Aralarında Antropolog Müge Tuzcuoğlu’nun da bulunduğu 19’u tutuklu, 27 kişinin yargılandığı KCK davasında bugün savunmalar yapıldı. Tuzcuoğlu, savunmasında  “Bu ülkede artık fikirler yargılanmamalı. Artık çocuklarımın yanına gitmek istiyorum” dedi. Ankara’daki gazetecilik yıllarından, üniversite yaşamına ve en son Diyarbakır’a gelişine, buradaki çalışmalarına değinen Tuzcuoğlu, “Bu tutuklama; elinde bir taş olan bir çocuğa, bir sosyal bilimcinin, bir polisin veya bir hukukçunun nasıl baktığıyla ilgilidir” dedi.

CHP Genel Başkanı Sezgin Tanrıkulu ile sanık yakınlarının da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin izlediği duruşma ilk gün çok sayıda kişinin salon dışında kalması üzerine yaşanan tartışmalardan sonra bugün daha geniş bir salona alındı. Sanıkların Kürtçe savunma talepleri ise reddedildi. Duruşmaya yarın da sanıkların savunmalarıyla devam edilecek.

‘NE DEDİKLERİ ANLAŞILAMADI!’

Sanıkların Türkçe bildikleri ve kendilerini bu dilde savunabileceklerini söyleyen mahkeme heyeti, Kürtçe yapılan savunmaları dosyaya “ne dediği anlaşılamadı” şeklinde geçirdi. Savcı ‘kaçma şüphesi’ gerekçesiyle  tutukluluk hallerinin devamını istedi. Avukatlar sanıklara  yönelik suçlamaların BDP Siyaset Akademisi’ne katılmaları olduğunu,  iktidar partisinin de siyaset akademileri kurduğunu ve burada verilen derslerin illegal örgüt faaliyeti olarak değerlendirilemeyeceğini belirterek beraat istedi.

‘ANTROPOLOJİ İNSANLARIN ACILARINA DOKUNUR’

Kamuoyunda “taş atan çocuklar’ olarak bilinen TMK mağduru çocukların hayat hikayelerinin anlatıldığı ‘Ben Bir Taşım’ kitabının yazarı Antropolog Müge Tuzcuoğlu yaptığı savunmada yaşam öyküsünün kendisine öğrettiklerini anlattı.

Savunmasına, “Yazan herkesin kendine göre bir yazma gerekçesi vardır; bu gerekçeler kişiden kişiye değişir ancak daima, bireysel deneyimin en kişisel yanıyla bağlantılıdır” sözleriyle başlayan Tuzcuoğlu, “Ben insanların kendi yarattıkları dünya karşısında düştükleri çaresizliği iki farklı ortamda yaşamak durumunda kaldım. Her iki durumda da, insanları ezen mekanizmaları anlamanın, yani onları çözümlemenin ezilenlere gerçek bir destek sağladığını gördüm. Ayrıca canavarlara ışık tutmanın, onları hayatımızdan kovalamanın etkili bir yolu olduğundan hiç kuşkum yok. Çünkü antropoloji diğer insan bilimlerinden farklı olarak sorularını, metinlere değil, yaşayan insanlara sormak durumundadır. Antropolojinin karşısındakini hesaba katan, insanların acısına yakından dokunan bir bilimdir” dedi.

‘BİRÇOK KİMLİĞİM OLDU’

28 yaşında olduğunu, ve bu zamana kadar birçok kimliği olduğunu söyleyen Tuzcuoğlu, “Bunlardan birçoğunu, insanlar bana verdi, pek azını da kendim kazandım. İlk kimliğim, genetik kodlamayla belirlenen kadın olmaktı. Ve akrabalarım, memleketim ile Karadenizli, Laz olmaktı. Karadenizli olmam, muhteşem bir coğrafyadan olmam sebebiyle bir kıskançlık yarattıysa da, kadın olmanın ise ne yazık ki daha ağır sonuçlarını yaşadım. Yıllar geçtikçe, kimliklerim de çoğaldı;  Ankara’da büyüdüm, şehirli oldum.  Okula başladım, öğrenci oldum.

Çalışmaya başladım, gazeteci oldum. Üniversiteli, sosyal bilimci, yazar, antropolog… Ama her zaman sorguladım bu kimlikleri: babamın kızı, erkek kardeşimin ablası, okulun öğrencisi, gazetenin muhabiri” dedi.

GAZETECİLİK YILLARI

Evrensel Gazetesinde 5 yıl gazetecilik yaptığını hatırlatan Müge Tuzcuoğlu, “Ankara’nın en iyi semtinde otururken, yoksul mahallerindeki gecekondulara gittim. Oradaki insanları dinledim. TRT’nin ilk spikeriyle de röportaj yaptım. TRT’den atılan işçilerle de. İran Kültür Müsteşarı ile de röportaj yaptım. İranlı mültecilerle de… Fabrika patronlarını da dinledim, o fabrikanın sendikalaşıp işten atılan işçilerini de… Devlet opera, bale sanatçılarını da yazdım. Pavyonlardan ünlenen Ankaralı Namık, Ankaralı Turgut’u da… Kadın kurumlarının taleplerini de kaleme aldım. Genelevde çalışan bir kadını da… Hukuk profesörleriyle de röportaj yaptım, 80’de öldürülen oğlunun mezarına gittiği için davalık olan Ayşe anayı da… Onlarca, yüzlerce insan hikâyesi dinledim. Hayatları yazdım. Patron, müsteşar, işçi, şarkıcı, fahişe, mülteci, hukukçu olmadan önce insan olarak yazdım hepsini. Nasıl ki kendimi sorgulayıp, kimliklerim dışındaki ben ile var olmak istediysem; onların da kimliklerinin ötesindeki insan olmalarıyla ilgilendim” şeklinde konuştu.

‘VE ANLAMAYA ÇALIŞTIM… VE TABİİ Kİ YAZMAYA…’

Gazetecilik yaptığı süreçte aklında üniversite okumak olmadığını söyleyen Tuzcuoğlu, “Yazmaya devam etmek istiyordum. Bir gün bir arkeoloji hocasıyla tanıştım. O da beni antropolojiyle tanıştırdı. “Sen bu bölümü okumalısın” dedi. Velhasıl, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde Antropoloji bölümüne girdim. Hem çalışıp, hem okumaya devam ediyordum. Bu arada Ankara’da bir gecekonduda da oturmaya başladım. Soba yakma, çamurlu sokaklar, yaz düğünlerinin sesi, o mahalleye özgü koruma yöntemlerini yaşamadan o mahalleyi asla tanıyamayacağımı anladım. Bir gecekondunun zihninde, sürekli bir gün buradan kovulacağı göçebelik hissinin, o mahalleyi paylaşmadan anlaşılamayacağını fark ettim. Böylece hem antropoloji, hem gecekondu, hem de gazetecilik devam etti. Zamana bakmak gerek. Sizler, hukukta, an’ı, o andaki olayı sorguluyor, yargılıyor olabilirsiniz ama biz de, sosyal bilimde bütünlüklü inceleme, bakma esastır” dedi.

‘HEM SORDUM HEM YAŞADIM’

“İnsan, yaptığı işte kullandığı yöntemi, kendi özel yaşamında da kullanmaya başlar zamanla. Bir matematikçi, hayatta karşılaştığı sorunlarını formüllerle kullanabilir. Bir doktor, her şeyi tedavi etmeye uğraşabilir. Ya da bir gazeteci, hayattaki her şeye “nasıl manşet yaparım” diye bakmaya başlar. Bu zamana geldiğinde bırakmalı insan, dedim ve gazeteciliği bıraktım. Gerçekleri yazmak, insanlara anlatmaya çalışmak kadar kutsal bir şey olamaz. Ama ben bunu artık akademik yöntemlerle yapmayı tercih ettim. Yani antropoloji ile” diyen Tuzcuoğlu, “Okulu bitirdim. Alan çalışmaları için insanları dinlemeye devam ettim. Onlara sorular sordum; gazetecilikten öğrendiğim üzere. Onlarla birlikte yaşadım, çalıştım, kâğıtçılarla çöpten kâğıt topladım, gecekondu yıkımlarında onlarla birlikte ağladım. Yani hem sordum, hem yaşadım” dedi.

NEDEN DİYARBAKIR?

Tuzcuoğlu savunmasına şöyle devam etti; “Gerçekleri yazmak, insanlara anlatmaya çalışmak kadar kutsal bir şey olamaz. Ama ben bunu artık akademik yöntemlerle yapmayı tercih ettim. Ve sonra Diyarbakır başladı”. “Neden Diyarbakır?” sorusuna da cevap veren Tuzcuoğlu, “Çok zor yanıtı yok bunun. Niğde de olabilirdi, Osmaniye’de, Samsun’da! Ama mutlaka yanlarına gittim, gecekondu mahallesinde öğrenciliğim üzere! Anlamak istedim burada yaşananları. Ve sonra yazmak! Buradaki şu anda bu salondaki herkes mutlaka bir yakınını kaybetmiştir. Bende yakınımdaki akrabalarımı, arkadaşlarımı kaybettim. Ölümün olduğu yerde her şey bitiyor. Ölüm olunca, söz bitiyor ve bu ölümde silah varsa hiçbir söz söylenemiyor. Ben, silahların olduğu bir yere kalemimle geldim. Kalemimle, beynimle ve kalbimde geldim. Ne oldu geldim de? 3 yılın sonuna baktığımda ne değişti? Ne yaşandı? En güçlü çalışmam çocuklarla oldu. Diyarbakır’ın çocuklarıyla. Göçertilen, yoksullaşan, kaybeden ve hepsinin sonunda kazanan, kazanmayı öğrenen ve öğreten çocuklarla. Çok yazdım onlarla ilgili, o yüzden burada anlatmayacağım ve bu şekilde, onları bu salondan uzak tutacağım. Yoksul kadınlarla çalıştım. Hiçbir geliri olmadan, onurlu bir hayat örmeye çalışan kadınlarla. Bir yandan yoksulluğa dair bir kez daha tezler üretirken, akşamki sofralarının doldurulması için de pratik olarak çalıştım. Diyarbakır sokaklarında refüjlere beraber çiçek ektik, onlar nasıl yoksullaştıklarını anlatırken. Travmatik olaylarla doluydu bu şehir. Hem dinledim, hem dokunarak ben de yaşadım. Ve bir sosyal bilimci olarak, hem toplumsal travmanın nasıl çözülebileceğine dair fikir üretirken, hem de kadınların, çocukların bir telefonuyla yanlarına koştum. Nasıl ki, o Ankara İncesu’daki gecekonduda soba yakmayı ve o evi ısıtmaya çalışmayı öğrendimse, Diyarbakır’da yaşananları, yaşayarak öğrendim. Bu öğrenmişlik üzerine birçok makale ve bir kitap yazdım; birçok panele toplantıya davet edildim” şeklinde konuştu.

BU TUTUKLAMANIN ANLAMI NEDİR?

Gözaltına alınma ve tutuklanma sürecine değinen Tuzcuoğlu, “7 ay önce elinde, belinde silahlı insanlar tarafından gözaltına alındım. Bu tutuklama bir sosyal bilimci, bir polis veya bir hukukçunun, yoksul bir mahalleye bakarken ne gördüğü ile ilgilidir. Orası, suça meyilli bir yaşam alanı mı, yoksa sefalete sürüklenmeye direnen insanların bize karmaşık gelen yaşamları mı? Bu tutuklama; elinde bir taş olan bir çocuğa, bir sosyal bilimcinin, bir polisin veya bir hukukçunun nasıl baktığıyla ilgili. O çocuk, suç işlemeye meyilli bir eylemci mi, yoksa o anından itibaren önceki yaşamı sorgulaması, anlaşılması, çözülmesi gereken bir çocuk mu? Bir travmatik olay sonrasında gerçekleştirilen herhangi bir eylem karşısında, hukuk nerede, sosyal bilimciler nerede olmalı? Bütün sorularımın cevabının kesinlikle cezaevi olmamalı diye düşünüyorum.” dedi.

MAHKEME HEYETİNE KAMUOYU DESTEĞİNİ ANLATTI

Böyle düşünen insanların, böyle düşünen yazarlar, gazeteciler, insan hakları çocuk hakları savunucuları; çocuklarımın, kadınlarım, tanıdığım – tanımadığım onlarca yüzlerce insandan destek gördüm, bu 7 ay boyunca. Bana, sosyal bilimci, antropolog, yazar olarak sahip çıktılar. Ben bu değeri hep yaptığım çalışmalarıma yordum” diyen Tuzcuoğlu, dışarıda kendisine verilen desteği şöyle özetledi; Türkiye Yazarlar Sendikası, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye PEN, SAR, Ünivder, ÖÜD, GİT Türkiye gibi birçok urum, bu davayı takip ediyor. Meslektaşlarım, hocalarım “Müge Tuzcuoğlu’nun ve sosyal bilimlerin rahat bırakılmasını istiyor. Kitabımın yayınlandığı Evrensel Basım Yayın öncülüğünde çalışmalar yürütülüyor. Bir çalışmayı da çocuklar için Adalet takipçileri “Müge’yi tanıyoruz, vicdanımızdır” diyerek yürütüyor, binlerce imza topluyorlar. Amerika’daki Ortadoğu Çalışmaları Enstitüsü, Başbakan Erdoğan’a bir mektup yazarak, “Kaygılıyız ama Müge’nin yaptıklarından değil de iktidarınızın akademi ve bilime bakışından kaygılıyız” dediler. Karaburun Bilim Kongresinde –ki sosyal bilim çalışmacıları için Türkiye’deki en önemli etkinliklerdendir- bir oturuma Müge Tuzcuoğlu ismi verildi. Ve buna benzer, bireysel ve kurumsal çok destek aldım. Yanımda olan insanlar, bu haksız davanın bitirilmesini ve özgürleşmemi, özgürleşmemizi istiyorlar.”

‘MAHKEME NE İSTİYOR?’

“Peki mahkeme heyeti ne istiyor” diye soran Tuzcuoğlu, “BDP’nin siyaset akademisinde 4 günlük uygarlık tarihi eğitimine katıldığım için -ki bu konu zaten antropoloji eğitiminde fakültede bize okutulmuş bu bilgiden kaynaklı çağrıldım- eğitimden yargılanmamı ve cezalandırılmamı istiyor” dedi.

‘BEN NE İSTİYORUM?’

“Ben artık ülkemde, düşünce üretti, söz söyledi, tartışmaya katıldı diye insanlar yargılanmasın istiyorum” diyen Tuzcuoğlu, “En aykırı görüşler bile sözle aktarıldığı müddetçe, şiddeti uzak tutar. Tartışalım, konuşabilelim, birbirimizi anlayabilelim istiyorum. Bu davada yargılanan insanlar, dava arkadaşlarım mahkemede ana dilde savunma vermek isteyecekleri için konuşamayacaklar. Söz söyleme, akademik bilgi üretimi ve paylaşımı çabasının suç olmaktan çıkarılarak, bu davanın düşürülmesini istiyorum. Hukuksal olarak bunu isteyebilir miyim bilmiyorum ama sosyal bilimci olarak istiyorum işte” şeklinde konuştu.

‘ÇOCUKLARIMIN YANINA GİTMEK İSTİYORUM’

“7 aydır yaşadığım Diyarbakır cezaevi dünyadaki en ağır insan hakkı ihlallerinin yaşandığı 19 cezaevinden birisi olarak tanımlanıyor” diyen Müge Tuzcuoğlu savunmasını , “Bu cezaevinin bir gün müze olacağına inanıyorum. Ve bu süreçte, hukukçularla beraber, yaşanan tüm travmaları atlatmak için ortak çalışmalar yapmak istiyorum. Bu, şimdi yapılandan daha kolay! Ben, bu çalışma alanlarımda fikir üretmeye, alan çalışmalarıma geri dönmek istiyorum. Bu ülkenin bir genci olarak kaygısızca yazmak istiyorum. Ben memleketime gitmek, denize girmek istiyorum. Ben çocuklarımın yanına gitmek istiyorum” sözleriyle noktaladı.

Kaynak: baskahaber.org, Faruk Ayyıldız/Evrensel

SURİYE KÜRTLERİNDEN LAMİA ASO'den MEKTUP

Dembaş

Sevgili Öykücüğüm

Mektubuma başlamadan önce senin güzel şahsında tüm değerli ailene en derin duygularımla sınırsızca selam saygı ve sevgilerimi yolluyorum.

Güzel Öykücüğüm, gönderdiğin duygu dolu mektubun elime ulaştı. Çok sevindim. Aynı zamanda çok güzel yazmıştın. Birkaç defa büyük bir heyecanla okudum. Çok zeki tatlı bir kızsın. Seni gözüm önünde canlandırdım. Aynı zamanda kafamda remini de çizdim. Tek bir cümleyle çok delal ve tatlı bir kızsın. Yakında seni tanımak görmek çok isterdim. Ama maalesef soğuk anlamsız bu dört duvarlar izin vermiyor. Ama bir gün fizikimin azad olacağına inanıyoruz. Zaten bu dört duvarların arasında ruhumuz, düşüncemiz hiçbir zaman tutsak olmadı. Ve hiçbir zamanda olmayacaktır. Ruhen düşünsel hep özgürlüğe koşuyor. Sizin güzel çocuklar için her şeyi katlanacağız. Bizim görevimiz sizin içi güzel bir yaşam kurmaktır. Ortadoğu çocuklar güzel bir yaşam hak ediyor. Bu güzel yaşam da bizim gibi insanlar yaratacaklar.

Evet hiç birimiz kanlı savaş istemiyor ama…

Ortadoğu’nun güzelliğine ve derin tarihine sahip çıkmak bu coğrafyada yaşayan halkların görevidir. Biz de bu halkın çocuklarıyız. Onlar için yolumuza sonuna kadar devam edeceğiz.

Evet güzel Öykücüğüm. Çocuk diliyle sana mektup yazmak isterdim ama ben çocuk olamadığım için büyüklerin diliyle yazıyorum. Ama bir gün yanına geldiğim zaman senin dilinle konuşacağım. Ama ana dilimle seninle konuşacağım. Kürtçe öğretmek için. Bir de anladığım kadarıyla annen Kürt baban da Türkdir. Bilmiyorum böyle hissediyorum. (…) Gerçek bizim felsefemizde halklar arasında ayrım yapmak yoktur. Tüm halkları seven saygı duyan bir felsefemiz var. Devrimci kültürün içinde (…) insanlar hiç ayrım yapmaz. Çünkü devrimci kültür tüm halkları kucaklayan bir kültürdür.

Sevgili Öykücüğüm. Mektubumu yavaş yavaş bitireceğim. Ama bitirmeden önce bunu da yazayım: Türkiye ile Suriye arasında bir anlaşma olmuş. Tutsaklar değiştirme anlaşması. Ama ne zaman pratikleşecek onu bilmiyoruz. Ama bu durum netleşirse size kısa bir mektup yazarım. Haberin olmak için. Belki bir de gönderdiğin babanın üç kitabını aldım. Çok zarspas cavemin. Her üç kitap da okudum. Özellikle 12 Eylül ve Filistin Günlüğü kitapı okuduğumda çok etkilendim. Babanı spasın iletirsen çok sevinirim. Aynı zamanda ser… diyorum çalışmalarında.

Evet güzel tatlı kız yavaş yavaş vedalı… aslında veda kavram hiç sevmiyorum. (…) seninle kavuşmak oyun oynamak istiyorum. Ayrıca sana bir resim kendi elimle çizdim ama umarım beğenirsiniz. Ama beğenirsen teyzen çok çok sevinir. Çizdiğim resim Şahmerandır.

Bir de teyzen bir fotoğrafını istiyor. Ama bir bahçesinin içinde çek gönder. Aynı zamanda buradaki teyzelerin seni kocaklıyo ve öpüyorlar.

Sevgili Öykücüğüm seni yüreğimin içinde bir kül… bir çiçek gibi büyüdeceğim. Bu cüm… hiç unutma. Özel selamım anesine söyle.

Haydi canım tekrar Temmuzun büyük ruhuyla selam sevgimi ve saygılarımı sunuyorum. O güzel yüreğinde öpüyorum.

Sevgilerimle.

Teyzen Lamia ASO.

Not: Bir hatam olmuşsa şimdi de diyorum bağışla. Daha güzel bir mektup yazmak isterdim ama bu sıcak havadan ancak bu kadar yazabildim. Şu an burası kavruruyor. Teyzenin beyni durmak üzeredir.

LAMİA ASO

ŞAKRAN KADIN KAPALI CEZA İNFAZ KURUMU

İZMİR-ALİAĞA-YENİ

Tutsaklara ne yazmalı

Bir Adres de Sen Al, Bir Mektup da Sen Yaz...

Tanıyın ya da tanımayın fark etmez, bir resimle de başlayabilir, şiirle de, belki de bir selamla. Sadece vicdan değil, aynı zamanda dayanışma, üstelik sadece dayanışma da değil aynı zamanda birbirinden öğrenme, duvarları tutuklama...

Gazeteci Adanır'a Neden Tahliye Yok?

Gazeteci ve yayıncı Bedri Adanır, "PKK propagandası yapmak"tan 8 Ocak 2010'dan beri Diyarbakır'da tutuklu. Savcı ceza istedi. 27 Kasım, son duruşma olabilir.

Diyarbakır - BİA Haber Merkezi
24 Eylül 2012, Pazartesi

Hawar gazetesi yetkilisi ve Aram Yayınevi sahibi Bedri Adanır, "PKK örgütünün propagandasını yapmak" iddiasıyla 8 Ocak 2010'da girdiği cezaevinden çıkamıyor.

Adanır, tutukluluğu alternatif yargı denetimi yoluyla istisnai hale getirmek amacıyla 5 Temmuz'da çıkarılan 3. Yargı paketinden üç ay sonra hala Diyarbakır D Tipi Cezaevi'nde.

Diyarbakır Özel yetkili 6.Ağır Ceza Mahkemesi'nde 13 Eylül'de görülen 17. Celse sonunda da gazeteci, "Uzun süredir tutuklu ve mağdurum. Tahliyemi istiyorum" demesine karşın tahliye edilmedi.

Duruşmayı izleyenler arasında Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) başkanı Arne König ve Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) başkanı Ercan İpekçi de vardı.

Hakim Bekir Soytürk başkanlığındaki mahkeme, avukat Cemil Özen'in mazeret bildirerek katılmadığı ve Adanır'ı Osman Çelik'in savunduğu duruşmada gazeteciyi, "Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve örgüt propagandası yapmak suçunun vasıf ve mahiyeti, tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin devam ettiğine" kanaat getirerek tahliye etmedi.

Mahkeme: Tutuklama tedbiri makul

Duruşmada söz verilen avukat Çelik de, müvekkilinin PKK'nin hapisteki lideri Abdullah Öcalan'ın görüşlerini kitaplaştırdığı ve yasadışı olduğu iddia edilen kitap ve dergileri Kızıltepe'ye gönderdiği gerekçesiyle uzun süredir hapiste tutularak mağdur edildiğini, bu nedenle de tahliye edilmesi gerektiğini ifade etti.

Mahkemeye göre ise, "isnat edilen suç için öngörülen ceza miktarı nedeniyle kaçma şüphesi var", "tutuklama tedbiri makul ve dosya kapsamıyla uyumlu", "adli kontrol uygulaması tutuklamadan beklenen amaca ulaşılmasını sağlayamayacak".  Bu nedenle Adanır, 27 Kasım'a kadar tutuklu kalacak. Bu arada Adanır ve avukatları, savcının mahkumiyet istediği esas hakkında mütalaa ile ilgili savunmalarını hazırlayacaklar.

Cumhuriyet Savcısı, daha önce sunduğu ve "Terör örgütünün ve elebaşısının propagandası yapılan kitapların ve yayınların dağıtımını yaparak ve yasadışı PKK terör örgütünün yayın organı gibi hareket ederek bir bütün halinde sanığın örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve örgüte bilerek isteyerek yardım etmek suretiyle örgüt üyesi olmak suçunu da işlediği tüm dosya kapsamında sabit olduğundan; 7 kez TMK 7/2 ile birlikte, TCK 314/3 ve 220/6-7. maddeleri yollamasıyla TCK'nin 314/2, 3713 sayılı TMK'nın 5. Maddesi, TCK'nin 53, 54, 58/9 ve 63. Maddeleri uyarınca da cezalandırılması"nı istediği esas hakkındaki mütalaasını 17 Kasım 2011'de de yineledi.

Bedri Adanır kimdir?

1995 yılında 12 yaşındayken Yeni Politika gazetesinin dağıtımını yaparak basın sektörüyle tanışan, 1999'da da Özgür Halk dergisi için Diyarbakır'da muhabirlik yapmaya başlayan Adanır, 8 Ocak 2010'dan bu yana cezaevinde bulunuyor.

Gazetecinin tahliye talebi, devletin Oslo'da müzakere yürüttüğü ortaya çıkan ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) da "şiddet eylemlerini teşvik etmek" için eleman sokmasıyla gündeme gelen PKK örgütünün propagandası yapmak ve örgütün üyesi olması iddiasıyla sürekli reddediliyor.

Sahibi olduğu Aram Yayınları bünyesinde, 2009'da PKK'nin hapisteki lideri Abdullah Öcalan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AHİM) sunduğu savunmalarını üç cilt olarakDemokratik Uygarlık Manifestosu adıyla yayınladığı gerekçesiyle de yargılanıyor.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Hawar dergisinde çıkan yazılar ile ilgili davayı dergiye yapılan baskınla ilgili açılan diğer bir davayla birleştirmişti. (EÖ)

* Bedri Adanır bianet'in Hapis Gazeteciler "Suç"larını Anlatıyor yazı dizisine "İnadina Gazeteciyim" başlıklı mektubuyla destek vermişti.

Kaynak: bianet.org

Metin Aydemir'den Mektup Var!

 Merhaba Adil Abi....

Yollamış olduğum gravür çalışmalarımı beğenmiş olmanız beni mutlu etti. Sizler gibi değerlerin beğenisi bize moral oldu. Evet yaptığımız yaklaşık 50 adet tablom var ama sergileyecek yer bulamıyoruz. Gelirlerin yarısını mapus ailelerin derneğine bağışlamak şartıyla sergileyecek yer bulamadık.

Ben Öykü’nün resmini göndermenizi isterdim, gravürle tablo yapıp ona sürpriz yapacaktım. Ama yine aynı sözümü tekrarlayayım. Hatta daha da öteye gideyim. Hepiniz ailece A-4 kağıdın büyüklüğünde bir resim yollayın gravür çalışmamla yaparım. Artık karar sizin.

Yazmış olduğum mektup sizi etkilemiş, bilseydim daha detaylandırıp tüm incelikleriyle yazar uzatırdım. Ama bir dahakine yine benim ve bir amca oğlumun okuduğumuz okulun öğretmeni bizi nasıl ajanlaştırıp evde Kürtçe konuşmayı haber vermekle bize çektirdiği acıları yazacağım. Hatta kısa da olsa yazayım; biraz gülünç:

İlkokul bir-ikiye giderdik, yani Türkçe'yi çat pat biliriz. Yıl 1986-7. Öğle yemeğine eve geldim bir gün, annem tandır başında, ekmek pişiriyor. Yanına gittim “açım” diyeceğime yanında bekledim; ama arkamda ajan amcamın oğlu var. Annem de Türkçe bilmiyor, mecburen açlığımı anlaması için Kürtçe demem lazım; ama yine okulda dayak da var. Annem bana “oğlum konuşsana” deyip duruyor. Ben de göz kaş işaretiyle arkamda amcamın oğlunu işaret ediyorum. Annem yerinden kalkıp “bismillah” deyip bildiği duaları okudu, yüzüme üfledi “oğlum galiba delirdi” diye... Böyle uzunca bir anım var.

Babamın ismi “SABRİ” toplam 11 yıl 6 ay yattı. Bitlis, Muş, Diyarbakır, Sinop, en son Kayseri’de yattı. Ben 1982 doğumluyum. Benim kimliğimde böyle yazılı. Tabii nüfusa kayıt siz de biliyorsunuz doğar doğmaz yapılmıyor. Yani annemin deyişiyle ben bir yaşındaymışım. Bu da (demek ki) 1980 (yılında) babam tutuklanıyor, idam (cezası) alıyor. İki kere meclisten dönüyor. Sonra ömür boyu ve sonra 36 yıl oluyor. 1991’de salıyorlar, ben 13 yaşımda gördüm desem yeri. Fazla da zindan hayatını anlatmaz bize; ama gerek yok zaten, sırtında işkence izleri görünüyor. Yalnız bazı gelen misafirlerle sohbetlerde kulak misafiri olurum anılarının mesela Amed Zindanı’nda kolay ölüm için çok dua etmiş - duası kabul olmuş fazlasıyla Sinop’a götürmüşler.

Evet yaşıyor babam, bayrağı bize devredip bizim için çabalıyor.

Babaları daha önce yatan çocuklarında tanıdığımı sormuşsun öyle anladım.

Var ama soy isimlerini bilmiyorum. Yine iki kardeş var onlar da Bitlisli. Babamın hem asker hem de mapus arkadaşının oğulları. Onlar da 2 kardeş içerde. Ama bugün içerde olup babaları yatmayan yoktur sanmam, babadan oğula gidiyor. :)... bayrak devri. 

Abi yazımı uzattım bağışla. Öykü’ye selamlar. Bu arada yolladığımız plaketi beğenmişsin. Tasarımcısı ben, yapımı başkası yalnız. Öykü’nün elinde plaketle bir resmi(ni) isterim. Dergimiz için Ümüş Eylül'e haber yapacağız.

Sevgilerimle Metin.

Metin Aydemir L Tipi Kapalı Cezaevi C-17 Kepsut Balıkesir

13 cezaevinde süresiz dönüşümsüz açlık grevi

PKK ve PAJK’lı tutsakların süresiz dönüşümsüz açlık grevi 12. gününde. Bugünden itibaren toplam 13 cezaevinde tutsaklar süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemini sürdürecek.

Türkiye ve Kürdistan’daki cezaevlerinde bulunan PKK ve PAJK’lı tutsaklar 12 Eylül darbesinin yıldönümünde süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladılar.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sağlık-güvenlik-özgürlük koşullarının sağlanması ve İmralı’da 15. ayına giren ağırlaştırılmış tecritin kaldırılması ile anadil üzerindeki baskıcı uygulamalara son verilmesi talebiyle başlatılan açlık grevlerine Diyarbakır E, Diyarbakır D, Bolu, Siirt, Kandıra 1 ve Kandıra 2 Nolu Cezaevlerinden tutsaklar katılıyordu.

Deniz Kaya, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada Türk devletinin taleplerine yanıt vermek yerine askeri ve siyasi operasyonları tırmandırdığına, cezaevlerinde sürgün politikalarına ağırlık verdiğine dikkat çekti. Şu ana kadar 6 cezaevinde sürdürülen açlık grevlerine 7 cezaevinin daha katılacağını açıkladı.

24 Eylül 2012 tarihinden itibaren açlık grevi eyleminin başlatılacağı cezaevleri şunlar: Bakırköy, Edirne, Erzurum, Rize, Midyat, Silivri ve Mardin Cezaevleri.

Toplam 13 cezaevinde süresiz dönüşümsüz açlık grevine katılan gruplara diğer tutsaklar da kapalı görüşlere çıkmayarak destek veriyorlar.

Kaynak: kizilbayrak.net, ANF / 24.09.12

Zeynep Kuray'dan bir haber daha

KCK operasyonları kapsamında tutuklanan Zeynep Kuray gazeteciliğe hapishaneden devam ediyor. İşte Kuray'ın son haberi

KCK operasyonları adı altında yürütülen operasyonlarda gözaltına alınan ve bir senedir Bakırköy cezaevinde tutuklu bulunan BDP Beyoğlu eski eşbaşkanı Fatma Dikmen’in parası da kendisi gibi tutuklu.

4 Ekim 2011 tarihinde ailesi ile birlikte ikamet ettiği eve yapılan baskın sırasında Fatma Dikmen’i gözaltına alan TEM polisleri, ailesinin senelerce çalışarak biriktirdiği 12 bin dolar ve 5 bin euro tutarındaki paraya el koydu. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terör ile Mücadele Şubesi’nde ki 4 günlük gözaltı sürecinden sonra çıkarıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanan Fatma Dikmen’in parası da kendisiyle aynı muameleyi gördü.

Fatma Dikmen’in parası da rehin
Kendisine ve parasına tutuklama kararı veren 15. Ağır Ceza Mahkemesine defalarca hukuki başvuralarda bulunan Dikmen’e mahkeme başkanı Ali Alçık tarafından verilen cevap emniyet yargıya keyfi uygulamaların nereye vardığını gözler önüne serdi. 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nden gelen cevapda, “tutuklu bulunan Fatma Dikmen’in hukuki durumuna bağlı olarak paranın iade edilebileceğini” beyan ediyordu. Kısacası Fatma Dikmen rehinelik durumu devam ettikçe parası da rehine olarak kalacak.

Ailemi de mağdur ettiler
Bu paranın yıllarca aile bireylerinin zor şartlarda çalışarak biriktirdiğini belirten Fatma Dikmen, kendisinin ve kardeşinin tutuklanmasıyla ailenin maddi açıdan zor günler yaşarken birikimlerine hukuksuzca el konulmasının durumu daha da çıkmaza soktuğunu ifade etti. Dikmen, “bizim elimiz kolumuz bağlanmışken ve bütün yük evi geçindirmek ve kardeşlerimi okutmak zorunda kalan anne-babamın omuzlarına binmiş durumda. Defalarca paranın iadesi konusunda dilekçe yazdım ancak her seferinde talebim gerekçe bile verilmeden red edilmiştir. Neye göre parayı tutuyorlar onunda bir cevabı yoktur. Paranın tutukluluk koşullarına iade edilip edilmeyeceğinin düşünüleceği belirtiliyor. Benim ile beraber bu parada mı rehin olacak?” diye konuştu.

Zeynep Kuray
Kaynak: sendika.org, ANF

KESK’li Kadınlarla Dayanışmaya: 4 Ekim’de Duruşmaya Davet!

13 Şubat’ta geceyarısı operasyonuyla gözaltına alınıp tutuklanan KESK’li kadınların davası 4 Ekim’de başlıyor. Dava öncesi basın açıklaması yapan KESK’liler “Herkesi bu anın ‘suç’ ortağı olmaya davet etti.

KESK Kadın Meclisi ve KESK İstanbul Şubeler Platformu, basın toplantısı düzenleyerek, tutuklu KESK’li kadınların 4 Ekim’de görülecek davasına katılım çağrısı yaptı.

13 Şubat 2012 tarihinde düzenlenen operasyonlar sonrasında tutuklanan KESK ve üye sendikaların kadın sekreterleri, kadın eğitimcileri veya kadın komisyonu üyesi 9 sendikacı kadının davası 4 Ekim’de başlıyor. KESK Kadın Meclisi ve KESK İstanbul Şubeler Platformu,. 8 ay sonra ilk kez duruşmaya çıkacak olan KESK’li kadınlarla dayanışmak ve duruşmaya çağrı yapmak için basın toplantısı düzenleyerek dava ve dava öncesi çalışmalar hakkında bilgi verdi.

Basın toplantısına KESK üyelerinin yanı sıra, Tüm Bel-Sen Genel Başkanı Vicdan Baykara, Radikal Gazetesi yazarı Berrin Karakaş, Sanatçı Jülide Kural, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu, DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası İstanbul Konut İşleri Şube Başkanı Nebile Irmak, Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, TESEV adına Levent Pişkin, sanatçı ve aydınlar katıldı.

SUÇLAMALAR SENDİKAL FAALİYETLERDEN OLUŞUYOR

KESK Kadın Meclisi’nden Ayfer Koçak, yaptığı konuşmada, 9 KESK’li kadının davanın 4 Ekim’de Ankara’da başlayacağını bildirdi. “Hiçbir mahkeme mutlak değildir. Gün gelir kahramanlar suçluya, suçlular kahramana dönüşür” diyen Koçak, arkadaşlarının uydurma delillerle yargılandığını, iddianamede yer alan suçlamaların hepsinin sendikal faaliyetler olduğunu söyledi.

“AKP, kendisine muhalefet eden herkesi, bazen varlık nedenlerini oluşturan en doğal eylem ve etkinliklerini suç sayarak, bazen de suç (!) yaratarak bu eylemlilikleri kriminalize ediyor ve itibarsızlaştırmak istiyor” diyen Koçak, bu davanın sanıklarının “örgütlü emekçi, kadın ve Kürt” olmak üzere üç ortak özelliğe sahip olduğuna dikkat çekti.

KESK’in mücadelesinin AKP’nin iznine ve iktidarın kabulüne göre şekillenmediğini belirten Koçak, şunları söyledi: “KESK sadece AKP’nin izin verdiği kadar ve iktidarın göreceli kabul ettiği dönemlerde değil, hak olduğu için ve var olduğu için Kürt halkı demiş ve savaş dayatmasına karşı ısrarla başından beri onurlu barış, eşit özgür yaşamı savunmuştur. Din, dil, ırk, siyasal düşünce, etnik köken, mezhep, engelli, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve felsefi düşünce ayrımı gözetmeksizin, ezilen tüm toplumsal kesimlerin kendi kimlik ve talepleriyle var olabildiği, emek mücadelesi hattında birleşebildiği bir sendikanın varlığı, KESK’in hedef tahtasına oturtulmasının başlıca gerekçelerindendir.”

‘KESK KADINLARIN SENDİKASIDIR’

Koçak, kadın sendikacıların hedeflenmesinin sebebini ise şöyle açıkladı: “Kadınları üretimin görünmez kölelerine dönüştüren, sendikal siyasal alanda kadınların varlığını ve mücadelesini büyük bir tehdit olarak algılayan, kadınlara varlık mekanı olarak evi işaret eden muhafazakarlık, eril öfke ve saldırganlık.”

Türkiye’de bugün sendikalı kadın oranı yüzde 20′lerde iken KESK’te bu oranın yüzde 50 olduğu bilgisini veren Koçak, yöneticilik kademelerindeki oranın Türkiye genelinde yüzde 2, KESK’te ise yüzde 40 olduğunu bildirdi.

‘BİZ DE BU SUÇU İŞLEDİK’

Koçak, yargılanan KESK’li kadınların, Barış İçin Kadın Girişimi, Ankara Kadın Platformu eylem ve etkinlikleri, sendika toplantıları ve atölye çalışmaları nedeniyle suçlandığını belirterek, bu eylem ve toplantılara kendilerinin de katıldığını söyledi. Koçak, şöyle devam etti: “Şayet bu ülkede barış istemek suçsa, buradan kendimizi ihbar ediyoruz. Bu suçsa tarafız, tanığı ve yan yanayız.”

4 Ekim’de Ankara Adliyesi’nde görülecek davaya çağrı yapan Ayfer Koçak, “Herkesi bu anın ‘suç’ ortağı olmaya davet ediyoruz” dedi.

TUTUKLU KESK’Lİ KADINLAR AYNI ZAMANDA ANNE

Tüm Bel-Sen Genel Başkanı Vicdan Baykara da, Türkiye’de uzun süredir devam eden tutuklama sürecinin sendikalara kadar yöneldiğini söyledi. Tutuklalaların sendikal faaliyetlerde mağduriyet yaratması dışında insani anlamda da mağduriyetler yaşandığını ifade eden Baykara tutuklu kadınların birçoğunun anne olduğunu söyledi.

KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Mehmet Aydoğan da yaptığı konuşmada, AKP Hükümeti’nin emek düşmanı, Kürt düşmanı, kadın düşmanı politikalarına karşı birleşik mücadelenin elzem olduğunu belirtti.

DURUŞMAYA KADAR ÇALIŞMA YÜRÜTÜLECEK

Duruşmaya çağrı çalışmaları hakkında bilgi veren KESK Kadın Meclisi üyesi Nevin Kaplan, 25 Eylül’den itibaren çalışmaları yoğunlaştıracaklarını, kampanyayı özellikle işyerlerine taşıdıklarını bildirdi.

Diğer emek örgütlerinin bu süreçte yeterince destek olmadığı değerlendirmesini yapan Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Çerkezoğlu, AKP Hükümeti’nin hakkını arayan tüm toplumsal kesimlere saldırdığını belirtti. Çerkezoğlu, “KESK’e yönelen saldırılarda daha fazla destek olabilirdik” dedi.

TUTUKLU KESK’Lİ KADINLAR

4 Ekim’de duruşması görülecek tutuklu KESK üyelerinin isimleri şöyle:

Canan Çalağan (KESK Kadın Sekreteri)

Bedriye Yorgun (SES Merkez Kadın Sekreteri)

Güler Elveren (Tüm Bel-Sen Merkez Kadın Sekreteri)

Nurşat Yeşil (SES Ankara Şubesi Kadın Sekreteri)

Güldane Erdoğan (Eğitim-Sen Ankara 2 Nolu Şube Kadın Sekreteri)

Hatice Beydilli (Eğitim-Sen Ankara 1 Nolu Şube üyesi)

Evrim Özdemir (Eğitim-Sen Ankara 1 Nolu Şube üyesi)

Hülya Mendilligil (SES Ankara Şube üyesi)

Belkıs Yurtsever (SES Ankara Şube üyesi)

İddianamede, SES Genel Sekreteri Bedriye Yorgun için 45 yıl, Eğitim Sen Ankara 2 No’lu Şube Kadın Sekreteri Güldane Erdoğan ve Tüm Bel-Sen Merkez Kadın Sekreteri Güler Elveren için 20’şer yıl, diğer sendikalı kadınlar için ise 15’er yıl hapis istendi.

Kaynak: soldefter.org, ETHA

MÜGE TUZCU: BEN DE ARTIK BİR TAŞIM

Prof. Dr. Özgen 24 Eylül'de hakim karşısına çıkacak olan öğrencisi, TMK mağduru çocukları anlattığı "Ben Bir Taşım" kitabının yazarı antropolog Tuzcu için "Bunca zaman içeride kalmasının nedeni insan sevgisidir" diyor.

Nilay VARDAR [email protected] İstanbul - BİA Haber Merkezi 18 Eylül 2012, Salı

Antropolog Müge Tuzcu (Tuzcuoğlu) yedi aydır tutuklu, ilk kez 24 Eylül'de Diyarbakır'da hakim karşısına çıkacak. Tuzcu'nun hocası Prof. Dr. Neşe Özgen, "Bunca zaman içeride kalmasının nedeni insan sevgisidir" diyor.

Tuzcu 8 Mart 2012'de "KCK operasyonu" kapsamında 13 kişi ile birlikte tutuklandı; halen Diyarbakır Cezaevi'nde. KCK üyeliğiyle suçlanan Tuzcu hakkındaki iddianamede delil olarak Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Siyaset Akademisi'nin derslerine, 8 Mart ve Newroz mitinglerine katılması yer alıyor.

Prof. Özgen'in ziyareti

Prof. Dr. Özgen, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ile Tuzcu'yu ziyaretleri için "Biri milletvekili iki kadın profesör beyaz tayyörlerle, zırh gibi giyiniyoruz, öğrencimizi göreceğiz " diyor.

"Bir süre heyecandan konuşamadık. Birbirimize 'ağlama' uyarısı yapsak da, karşılıklı ağladık. Müge 'gözyaşı kadınları tüm yalanlardan, pisliklerden korur' diye anlattı sonradan mektubunda.

"Müge bu süreçte en çok suçlanma nedenini oluşturan asıl gerekçenin (gizli bırakılsa da ) şiddet mağduru çocuklarla ilgilenmesi olduğunun dikkate alınması üzerinde duruyor. 'Çocuklarımı bırakmayın, ben de artık bir taşım çocuklarımdan ayrı kaldığım için' diyordu. "

Tuzcu'nun mektubundan

Tuzcu cezaevinden gönderdiği mektubunda çocuklarla çalışmalarını şöyle anlatıyordu:

"Bir genç kadın, sevgilisine bile anlatmadığı acılarını, anılarını paylaşabildi benimle. Küçücük bir erkek çocuğu ilk bana âşık oldu. Birisi, aldığı bursla, bana dünya güzeli bir hediye aldı. Anneler gününde bana mesaj attılar, "Annemizsin" diye.

"En iyi üniversiteyi kazanacaklarına dair söz verdiler, sırf 'bak bu koşullara rağmen kazanmışlar' desinler diye. Sevgilileriyle ilk beni tanıştırdılar ne kadar kıskandığımı bile bile...

"Bilmiyorum farkında mıydılar; Karadenizli ablaları için 'özgürlük' demekti bu sözleri, paylaşımları. Çünkü bu kadar zor ve direnç gerektiren hayatlar içinde küçük de olsa özgürlük alanları açmıştık kendimize."

Artvin'den Diyarbakır'a

PEN Türkiye, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), GİT Türkiye, SAR (Scientist at Risk), Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği (ÜNİVDER), Öğretim Üyeleri Derneği (ÖÜD), Sosyoloji Mezunları Derneği, MESA (Middle East Sociological Assoc.) üyeleri Müge Tuzcuoğlu Davası'nı İzleme Grubu oluşturdu.

Tuzcu 29 yaşında, Artvin'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde antropoloji eğitimi aldı. 2002-2007 arasında Evrensel Gazetesi'nde çalıştı. İnsan Hakları Vakfı, Göç Vakfı, Diyarbakır Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nün çalışmalarına da gönüllü katkıda bulundu.

2008'de araştırma yapmak üzere gittiği Diyarbakır'da zorunlu göçün sonuçları, toplumsal travma, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) mağduru çocuklar üzerine çalıştı, Sarmaşık Derneği çalışmalarına katıldı. Arada "Ben Bir Taşım" kitabını da yazdı.

Tuzcu tahliye olursa, Uluslararası Psikolojik Travma 7. Buluşması'nda bir bildiri sunacak. (NV)

* Müge Tuzcu'nun "Diyarbakır'da Toplumsal Travmayla Başa Çıkmak" yazısı için tıklayınız.

Kaynak: bianet.org

Müge Tuzcuoğlu (Hamdiye Müge Tuzcu) İçin - H. Neşe Özgen

Müge, sevgili çocuk, öğrencim, meslekdaşım, genç geleceğim, yoldaşım.

“Amed’in zindanındayım” demişsin mektubunda.

Diyarbakır’ın o eski, kan kokan cezaevinde, Ağustos ayının 42 derece sıcağında, henüz hakim yüzü görmemiş bir iddianameden 7 aydır yatan meslekdaşım.

Seni görmeye geldiğim günün heyecanı hala üzerimde:“Nasılsın? Hayatını, savunmanı, varolmanı engelleyen ne var?” diye sorduydum sana: 18 kişilik bir koğuşta, 40 tan fazla kişi kalıyordunuz ve sen ‘görülmüş’ olmanın heyecanıyla ‘iyiyiz hocam, merak etmeyin’ dedin. Ben sana hediyelerimi iletemedim, ama sen bana hediye olarak elceğizinle yaptığın o güzelim el işlerini verdin. Heyecanlarını, aklını ve yüreğinin anahtarını da verdin yine, güzel çocuğum.

Öğrenirken de böyleydin: Sözleri, hayatın kendisi sayıp, öğretiyi yoldaş edindin güzel kızım benim. Keşke hepimiz, senin kadar temiz bir yürekle bilime inanabilseydik.

Bilimi hayatının öğretisi kılarken de böyleydin: Heyecanın, temiz yüreğin, aklının pırıltısı hepimizin üzerinde doğrultucu bir kılıç gibi ışıldar ve sen bizimle şimdi olduğu gibi habire çekişirdin. ‘Sözdebilimci’ ye tahammülün yoktu: Bilim hayatın gerçeği idi, sana öğrettiğimiz doğruları uygulamamızı isteyerek savaşırdın bizimle.

Dikbaşlıydın Müge,. Seni huysuzluğunla ve ışıklı aklınla severdik. Başına bir iş gelecek diye habire titrerdik;

Akıllı ve sahici bir hayatı yoldaş edinen öğrencilerimizin ‘başına bir iş gelmemesi için çabalayan’akademisyenlerdik.

Canım çocuk. Yüreği, aklı gem tutmayan öğrencim.

Sen tutuklandığından bu yana öyle çok ‘önemli’ gündem geçirdik ki. Ve hepsi de önemliydi inan bana. Ölümler, kitlesel kıyımlar, can’a kastın her biçimi: Soygunlar, yırtıcı bir pervasızlığın cevaz verdiği her türden katliam; intiharlar, tecavüzler, öldürmenin her türü.

Sen, Diyarbakır cezaevine konulabildiğin için oldu bunlar.

Güzel öğrencim, kardeşim.

Seni, barışın aklını hapsedebildikleri günden itibaren, bunları yapmaya cesaret edebildiler.

Neydi suçun güzelim, ne yaptın o gökyüzü gözlerinle ki, bu kadar korktular senden?

Müge, sen kalktın okulu bitirince Diyarbakır’a gittin.

Orada Sarmaşık Derneği’nin oluşumuna katıldın.

O dernek, yoksullukla başetmede yeni bir yöntem geliştirdi, senin sayende, senin öğrendiklerini insana iade etme gücün sayesinde. Bu yeni oluşum, yoksulluğu azaltmada ve önlemede yeni bir yardımlaşma zinciri kuruyor ve böylece de yoksulların o sahte ‘şevkat aristokrasisi’ne göbekten bağını kırıyordu. 2300 aile bu sayede nefes aldılar aylarca, baskının kıyıcı iktidarından kurtulup, yoksulca da olsa insanca, özgürce yaşamanın tadını duydular. Ne affedilmez bir hata!

Çok önemli bir özgürleşebilme ihtimali yarattınız, benim güzel çocuğum. Bunu öneminin farkında mıydınız bilemiyorum ama; iktidarı öyle kızdırdınız ki.. hepinizi terörist ilan etti. Ardından Van Depremi için aynı yöntemi kullanarak harekete geçince; kendi iktidar alanlarını kaybetmemek için, çareyi seni tutuklamakta buldular.

Müge, iktidarın çıbanbaşı kızım benim.

Bana yazdığın mektupta ‘kirlettiler hayallerimi hocam’ diyorsun. ‘Yıkansam, doğduğum Karadeniz’in büyük sularında yıkansam, ancak temizlenirim’ diyorsun. Seni, hayallerini, aklını, umutlarını kim kirletebilir ki çocuğum! Hangi iktidarın böyle bir gücü olabilir ki!

Şiddetin göbeğine düşen çocukların hayatını güzelleştirmekle, onlara cesaret, umut ve erk aşılamakla başladın işine. Çevrende sımsıkı sarmalaşan güzelim çocukların için bize seslendin ‘Yalnız bırakmayın çocuklarımı’ diye... Onların seni hapishane ziyaretlerinde ‘her görüş gününde içeride olan benim, onlar dışarda’ diye şükrettiğini yazdın. Sen geleceğe hayatı bilimle sarmalayarak yürüdün çocuğum: Seni kim bizden, hayattan alabilir şimdi!

Müge, genç geleceğim, meslektaşım.

Seni rahatlatır mı bilmiyorum ama; senin davanı Türkiye Yazarlar Sendikası, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye PEN, SAR (Scientist at Risk, ÜNİVDER, ÖÜD, GİT Türkiye gibi pek çok kurum ve çoğu Prof. ve Doç. olan 300 kadar bilim insanı, ayrıca aklı temiz gazeteciler, yazarlar izliyor; yüreği seninle titriyor. Sana inanıyor ve güveniyor. MESA (Middle East Studies Association) bizim uluslararası büyük kuruluşumuz; senin için Başbakanın taa ismine özel bir mektup yolladı: ‘Önemle izliyoruz ve yanındayız’ dedi. ‘Kaygılıyız, ama Müge’nin yaptıklarından değil de iktidarınızın akademi ve bilime bakışından kaygılıyız’ dedi. Özetle ‘Bu ne biçim iştir!’ dedi.

Güzel arkadaşım benim. Yüzünü gözlerinin rengindeki gökyüzüne çevirip, hayatı hep daha yaşanılır kılmaya çalışan güzel yürekli kızım. Sana 24 Eylül günü mahkeme çıkışında, sıkıca sarılacağım canım.

H. Neşe Özgen
Kaynak: baskahaber.org

M.Zeki Deniz'den Mektup Var!

 Sevgili Adil,

İçtenlikle merhaba! Dilerim ki her açıdan iyisin, iyisiniz. Bizler de iyi olmaya çalışıyoruz. Siyasi gündem oldukça sıcak ve hareketli. Takip etmeye çalışıyoruz. Faşist zihniyetli iktidar, bu coğrafyada yaşayan özelde Kürtler ve tüm halklar için en sinsi ve en tehlikeli oyunlar oynanmaktan geri kalmamaktadır. Cumhuriyet tarihinde böylesi tehlikeli bir iktidar başa gelmemiştir dersek yeridir.

En son gönderdiğin kartını almıştım. Çok teşekkürler. Senden haber almak moral veriyor. Kartta İstanbul'a hareket halinde olduğunu yazmıştın. Bu nedenle yanıtı biraz geciktirdim. Kasım ve Gülistan'a mesajların iletilmesine sevinirim tabi ki. Bu kartla birlikte yazdığım bir şiir gönderiyorum. Bir şeye benzemiş mi bilemiyorum. Bakarsın artık. Sevgiyle.

Öykü yeğenimize selam ve sevgilerimi iletiyorum.

M. Zeki DENİZ

6 Eylül 2012 

Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi

Türkiye'de Akademisyen Olmak

2012 Mart ayında KCK davasından gözaltına alınan ve tutuklanan antropolog Müge Tuzcuoğlu’nun duruşması 24 Eylül’de yapılacak. Tuzcuoğlu, Diyarbakır’daki çocukları anlattığı ‘Ben Bir Taşım’ adlı kitabın da yazarı. Onu cezaevine götüren ‘gerekçeleri’ sıralayalım: Diyarbakır’da BDP Siyaset Akademisi’nin derslerine öğrenci olarak katılmak, akademinin giriş kapısında görüntülenmek ve en önemlisi 8 Mart ve Nevruz mitinglerine katılmış olmak! İnsan Hakları Vakfı, Göç Vakfı, Diyarbakır Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ve Sarmaşık Derneği’nin çalışmalarına gönüllü katkıda bulunan Tuzcuoğlu ‘terör örgütüne üye olmak’ suçlamasıyla içerde. Kısacası ‘terörist bir akademisyen’ olarak yargılanacak!

Tuzcuoğlu, yasal olarak kurulmuş dernek ve vakıflarda çalışmak, mitinglere katılmak ve Siyaset Akademisi derslerini izlemek, orada görüşlerini beyan etmekten başka bir gerekçeyle suçlan(a)mıyor ancak tüm bunlar onu yargı önünde bambaşka biri gibi karşımıza çıkarmaya yetiyor. Elbette bu noktada da hukuk denilen sistemin ülkemizde ne halde olduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz.

Bu bir hak ihlalidir. Bugün içlerinde birçok sivil toplum örgütü ve akademisyenin bulunduğu Müge Tuzcuoğlu Davası’nı İzleme Grubu’nun oluşturulması tesadüf değildir. MESA (Ortadoğu Araştırmaları Birliği) gibi bir kurumun Başbakan’a yolladığı uyarı mektubu da. (Bu uyarı mektupları Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve Dr. İsmail Beşikçi için de yazılmıştı).

Bakın ne deniliyor söz konusu uyarı mektubunda: ‘Müge Tuzcuoğlu davasını dikkatle ve kaygıyla izliyoruz, hükümetinizin akademi ve bilimin bağımsızlığına yönelik tutumundan son derece endişeliyiz.’

Müge Tuzcuoğlu’nun beraatini bekleyenlerdenim çünkü bir akademisyenin bilimsel tercihlerini yapma özgürlüğüne inanıyorum. Bu özgürlük olmazsa ne bilim bilim olarak kalır bu ülkede ne de sanat sanat olarak. Peki ya siyaset? Bilimsiz ve sanatsız siyaseti kim ne yapsın?

Çanakkale’deki akademisyenlerin durumu

Akademiyle ilgili başka bir önemli konuya daha değinmek istiyorum. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nden, sözüne güvendiğim akademisyen bir dostumdan bir mektup aldım geçenlerde. Bu mektup üniversitede yaşanan sorunlardan bahsediyordu. Şu anda profesörlük ve doçentlik kadrosunu hak etmiş çok sayıda akademisyene gerekli kadrolar ilan edilmiyormuş. Dahası kadrolarını hak eden insanların o ya da bu şekilde işten atılmaları ya da Çanakkale’den gitmeye zorlanmaları söz konusuymuş. Yönetimin bu konuda verdiği bir yanıt var ama bu yanıt Türkiye’de son yıllarda ‘yönetimde’ olanların genelgeçer tavrını yansıtması bakımından pek de bir şey ifade etmiyor. Çözüm bulmak yerine karşı tarafı suçlamak, karşı tarafı suçlarken kendini bu suçlama üzerinden aklamak, aklarken ‘sütten çıkmış ak kaşık’ olduğunu her seferinde vurgulamak, hak arayan insanları haksız konuma düşüren bir jargon kullanmak, yara sarmak yerine yarayı kaşımak... 

Yönetimdekilerin işleri ‘kendi haklılıklarını’ ispatlamak değil ortadaki haksızlıklara adaletli yaklaşımlar sunmak olsa gerek. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi gibi yetkin ve kurumsallaşmış bir üniversiteden beklediğimiz de kendi kadrosuna sahip çıkmasıdır! Unutmayalım ki üniversiteleri üniversite yapan öncelikle yönetim kadroları değil akademisyenleridir.

Müge İplikçi

Kaynak: baskahaber.org, Vatan Gazetesi

Sinemadan çıkanlardan mı olacaksınız yoksa?

Zeynep Kuray Bakırköy cezaevinden yazıyor. Filmde değil gerçekten cezaevindeyim ve yine devletin hedefinde çocuklar var. Toplum mu? Sessizlik hüküm sürüyor ama sormak gerek şimdi: SİNEMADAN ÇIKANLARDAN MI OLACAKSINIZ YOKSA...

Türkiye benim için ikinci bir hayat niteliği taşıyor. 1978 yılında İstanbul'da dünyaya gözlerimi açtığımda, askeri cuntanın gelen ayak sesleri tüm ülkede yankılanıyordu. Çok geçmeden babamın vur emri ile devlet ve onun faşist unsurları tarafından aranması ve polis tarafından basılıp talan edilen evimizde büyük harflerle duvara anneme yönelik yazılan tecavüz tehditleri nedeniyle soluğu Avrupa da almak zorunda kaldık. Babam başka yollardan sınırları geçerken, annem havaalanında bana ve ablama sahte pasaportlarımızdaki isimleri ezberletmekle meşguldü. Böylece İsveç başta olmak üzere Avrupa'nın bir ülkesinden diğerine savrulurken, yolculuğumuzun son durağı Fransa'nın banliyölerinden biri oldu.

Mehmet Yeşiltepe Vakası

Dünyada ve ülkemizde o kadar çok insan hakları ihlali vakası var ki, insan hangisi hakkında yazacağını şaşırıyor. Neyse ki muhalif insanların hukuksuz biçimde zindanlara doldurulmalarına ses çıkaran, itiraz eden demokratik kitle örgütleri, yayın organları ve namuslu demokrat, aydın, yazar sayısı az değil. Türkiye’de trajikomik gerekçelerle zindana atılan binlerce insan var. En son kitlesel olarak gözaltına alınan belediye başkanları olayı hala sıcak. Dur ihtarına uymadıkları gerekçesiyle öldürülen insanların da sayısı her geçen gün artıyor.

Öldürülmedik, sağ kaldık, şanslıyız!

İlk ‘görülmüştür’ damgalı mektubumu aldığımda çocuk yaşlardaydım.80’li yıllardı.

“Geçme namert köprüsünden ko götürsün su seni, yatma tilki gölgesinde ko yesin aslan seni” dizeleriyle başlıyordu. Ağlayarak okudum.

Mektubu yazan ‘abim’ artık yaşamıyor. O satırları yazdıktan on bir ay sonra ceza evinde öldü. 23 yaşındaydı. Gördüğü ağır işkencelerden sonra o kadar yaşaması bile mucizeydi.

%79 GÖRME ENGELLİ MAHPUS: İNTİHAR ETMEK İSTEMİYORUM [HAPİSTE SAĞLIK]

“Ben hem %79 Görme engeliyim hem de cinsel organımdan 3 kez riskli amaliyat geçirdim ve şu an sıkıntı yaşıyorum ve bu piskolojik olarak’da beni ciddi anlamda zorlamaktadır… insan herşeyinden koparılıp buraya sorgusuz sualsiz atılınca kendini yalnız, sahipsiz, çaresiz hisseder kimi zamanlarda bu durumlar insani ölüme götürür. ben bu sıkıntılardan dolayı 3 kez intihar girisiminde bulundum yani o derece insanı yalnızlaştırma politikası uygulanmakta ve bundan dolayı ciddi ruh sağlığı ve Ruhta boşluk yaşamaktayım bazen kendimi boş yere yaşadığımı insanlığın öldüğünü merhametin ve insanlığın olmadığını düşünüyorum ve çok büyük boşluklar yaşayarak kendimi kontrol edemeden intihar girişimlerinde bulunuyorum ve birgün bu piskoloji nedeniyle kendime zarar vermekten korkuyorum…” ( 24.08.2012)

  1. Bize kendinizi anlatır mısınız?

(Kendinizi istediğiniz gibi tanıtabilirsiniz, isterseniz yaşınızı, işinizi, cezaevine girmeden önce nerede, nasıl yaşadığınızı, ailenizi, neleri sevdiğinizi, umutlarınızı, hayallerinizi yazabilirsiniz.)

Ben 25 yaşındayım adım *** Diyarbakır *** doğumluyum 6 yaşımda yani 1992’de babam Kürtçe sarkı dinledi diye kör bir kurşunla basına sıkılarak infaz edildi ve öldürüldü düşe kalka çocukluğumu yaşamadan olgunlaşmaya ve yaşamımı sürdürmeye çalıştım. Ailem ve ben çok büyük sıkıntılar yaşayarak bugüne geldik. Bu ülkede adalet var sanıyordum ancak söz konusu biz Kürtler olunca adalet yok oluyormuş bizler için uygulanmıyormuş adaletin olduğunu sanmıştım ne yazık ki yanılmışım adalet bizler için yokmuş. Babam 20 senedir öldürüldü katili hala bulunmadı daha doğrusu bulunmak istenmedi bu nedenle Adalete olan güvenim hiç kalmadı. Tüm zorluklara rağmen okudum Eğitim hayatım babamın ölümünden sonra maddi sıkıntılardan dolayı lise 3ten terk etmek zorunda kaldım %71 ile %79 Görme engelli olduğum için çalışamıyordum ve hep kardeşlerim bana sahip çıktılar 2000 yılında istanbula geldim ailem ile birlikte ve Gözlerim % 79 engelli olduğu için özürlü maaşı bağlatmak istedim Ancak rahatsızlığım görülmesine rağmen Ankaradan engelli maasıma red cevabı gelince bende neden red edildiğini öğrenmek ve tekrar maaşa bağlanabilmek için BDP ilçe binasına giderek bir Avukat Talebinde bulundum ve BDP (Sultangazi) ilçe binasında aşağı inip eve giderken bir gencin yanına gidip bir adres sorarken ve sigaramı yakmak için ateş isterken Polisler tarafından göz altına alındım ve ogün bugündür cezaevinde tutulmaktayım sizlere özetle kendimi böyle tanımlayabilirim ve bu vesile ile ciddi madduryet yaşadığımı belirtmeliyim

  1. Ne zamandır cezaevindesiniz? Eğer ceza aldıysanız cezanız ne kadar, almadıysanız kaç yıl ceza ile yargılanıyorsunuz?

11 09 2010 Tarihinden bu yana cezaevinde tutukluyum ve henüz cezam kesinleşmiş değil 14 ile 28 yıl arası ceza istenmektedir. 28 yıla kadar isteme yetkileri ÖYMler [Özel Yetkili Mahkeme] nedeniyle vardır. hükümlü değilim 10 Ağır Ceza mahkemesinde davam devam etmektedir.

  1. Rahatsızlığınız nedir? Bugünlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz, sağlığınız nasıl?

Ben hem Gözlerimden %79 Görme engeliyim hemde cinsel organımdan 3 kez riskli amaliyat geçirdim ve şu an sıkıntı yaşıyorum ve bu piskolojik olarak’da beni ciddi anlamda zorlamaktadır. ama tedavi olmak isteyince bu şartlardan kaynaklı hem zarar görmekten endişeliyim hemde Doktorlar başından salar gibi formalite icabı tedavi edip gönderiliyordum yani şu an tedavilerim durduruldu. bu sıkıntılar cezaevi koşullarında inanılmaz bir piskoloji ve Ruhsal bozukluklara yol açtığından dolayı Sağlığımdan endişeleniyorum ve bu piskolojik durumda ortaya çıkınca buralar biz hasta ve tutuklu-Hükümlüler için dayanılmaz oluyor Cezaevleri mezarlıktan bir farkı yoktur. bizlerde bu mezarlığın ölüleri olarak kendimi bu piskolojide görüyorum yani bizler için buralar ölüm kampı durumuna gelmiştir. Birde buna cezaevinin ve idaresinin keyfi uygulamaları eklenince sorunlarımız kat, kat artmaktadır. Örneğin cezaevine girerken arama esnasında onur kırıcı bir şekilde çırıl çıplak arama bahanesiyle zorla soyulmaktan tutalım işkence ve süngerli odalara kadar bir çok insanlık dışı uygulamalar sergilenmektedir. Sizler biraz olsun bu şartlar altında yaşasaydınız insanlık adına kendinizi nasıl hissederseniz bende kendimi öyle hissediyorum daha sonra’da bu konuları bu mektupta açıklayacağım ama öncelikle bir insan Hürriyetinden ve ailesinden ayrı kaldımı kendini nasıl hisseder ona değinmek istiyorum yukarda’da değinmiştim buralar bir mezarlıktır. bizlerde yaşayan ölüleriz insan herşeyinden koparılıp buraya sorgusuz sualsiz atılınca kendini yalnız, sahipsiz, çaresiz hisseder kimi zamanlarda bu durumlar insani ölüme götürür. ben bu sıkıntılardan dolayı 3 kez intihar girisiminde bulundum yani o derece insanı yalnızlaştırma politikası uygulanmakta ve bundan dolayı ciddi ruh sağlığı ve Ruhta boşluk yaşamaktayım bazen kendimi boş yere yaşadığımı insanlığın öldüğünü merhametin ve insanlığın olmadığını düşünüyorum ve çok büyük boşluklar yaşayarak kendimi kontrol edemeden intihar girişimlerinde bulunuyorum ve birgün bu piskoloji nedeniyle kendime zarar vermekten korkuyorum yani kısacası böyle bir ruh hali yaşıyorum Sağlık durumumdaki son nokta ise cezaevine girmeden önce %71lik engeli halim %79a yükseldi ve sol gözümde görme yeteneğimi kaybetmekle karşı karşıyayım diğer sağlık sorunlarımda ise revire çıktığımda yüzümüze bakılarak kafalarına göre ilaç yazılmakta hastaneye sevk edilme durumu olsa dahi 6,7 aydan önce bu sevk gerçekleştirilmemekte yani hastaneye gidebilmek için 7 ay bekledikten sonra sevkimiz gerçekleşmektedir.

  1. Hasta olduğunuzu ne zaman, nasıl öğrendiniz?

Gözlerimde Rahatsızlığım Doğuşumdan beri vardı ancak ilerlediğini yeni öğrendim cezaevinde olduğum süreç içerisinde görme kaybım daha’da yükseldi

  1. Cezaevinde revire çıkmakta, doktorla görüşmekte sıkıntınız oldu mu?

Revire çıkmakta sıkıntım olmadı ancak daha öncede belirtmiştim Revire çıkarken hastaneye sevk istediğimde Tedavi edilmeden rahatsızlığımın ne olduğu bilinmeden ilaç yazılıp odaya getirilmekteyim ikinci bir husus ise ellerimiz kelepçeli Tedavi edilmek istenmekteyiz hastanede elerimiz kelepçeli tedavi edilmek istemediğimizde doktorlar siz derdinizi ağzınızla anlatıyorsunuz kelepçenizin açılmasına gerek yoktur diyerek bizi tedavi etmemektedir. Kelepçeli tedavi insanlığa sığmayan faşizan bir tutumdur. aynı zamanda Doktorların görevi bize laf yetiştirmek değil insani koşullarda tedavi etmektir. ancak doktorlar kimliğimize bakıp ırkçı tutumlar sergilemektedir. Buda ettikleri hipograt yeminine aykırı bir davranıştır. Bu tutumların derhal durdurulması ve insan sağlığı için uygun koşullarda tedavi olanağının sağlanması gerekir. bu hususlarda duyarlı olunması için çağrılar yapılması gerekir. işte bu tür sıkıntılar yaşamaktayız ve onurumuz zedelenmektedir. Bundan kaynaklı piskolojik sorunlarımda gelişmektedir adeta bu tutumlarla insan yerine konulmamaktayız herşey adabına ve usulüne göre olmalıdır ama yazık ki bu böyle olmamaktadır.

  1. Hastaneye nasıl götürülüyorsunuz? Bu konuda bir sıkıntınız var mı? Örnek verebilir misiniz?

Hastaneye götürüldüğümüzde ring aracında ellerimiz kelepçeli halde götürülmekteyim oda yetmezmiş gibi ring aracının içine konulduğumuz hücre kapılarıda asma killitlerle kapatılmakta buda olası bir kaza veya yangın esnasında bizleri daha kolay öldürmek için konulmuş ve uygulanmakta olan bir yöntemdir. Bunun örneğini Van’dan istanbula nakledilen tutukluların bulunduğu ring aracındaki yangınla birlikte yaşamını yanarak yitiren mahkumlar bu şartlar yüzünden bilerek ölüme terk edilmişti ancak tüm yaşananlardan ne yazık ki ders alınmamış olacak aynı yöntemler uygulanmaya devam etmektedir Sizlerden bu yöntemlerin Adalet Bakanlığınca durdurulması için çağrılar ve görüşmeler yapmanızı Taleb ediyorum Ring aracında kelepçe takılmaması için çalışmalar yapmanızı rica ediyorum

  1. Hasta olduktan sonra cezaevi hayatı sizin için nasıl oldu? Örnek verebilir misiniz?

Hasta olduktan sonra cezaevleri bizler için bir ölüm kampına dönüşmektedir ve ben böyle görüyorum Sesimizi duyan cezaevlerindeki hak ihlalleri ve ırkçı davranışları da buna eklenince buna dur demesi gerektiğine inanıyorum Buralar insanı yalnızlaştırma ve ölüme terk etme yerleri, kampları olarak görüyorum keyfi uygulamalarla hayali gerekçelerle ve disiplin cezaları ile insanı yaşamdan soğutan bir mezarlık olarak görüyorum ve öyle hissediyorum kısacası dışardan buralar olduğu gibi görülmüyor.

  1. Cezaevinde olduğunuz için hastalığınızın teşhis ve tedavisinde herhangi bir aksama oldu mu? (Dışarıda olsaydım bunlar başka türlü olurdu diyeceğiniz konular var mı?)

Evet tedavilerimde aksama oldu nedeni ise çıkarıldığım doktorlar dahi bizleri ellerimiz kelepçeli tedavi etmek istedi ve bende bu insanlık dışı uygulamanın son bulmasını ve doktorların hipograt yeminlerinin arkasında durmak ve görevlerini yapmak zorunluluğu olduğunu söyleyince tedavi edilmeden geri gönderildiğim zamanlar oldu. Ve şu an hem piskolojik hem sağlık sorunları yaşıyorum bazen kendimi kontrol edemiyorum ve kendime zarar verebiliyorum bu nedenle birkaç kez intihar girişimlerim oldu yani burda piskolojik sorunlar yaşıyorum.

  1. Doktor, hemşire gibi sağlık çalışanlarından, diğer görevlilerden olumsuz bir tavırla karşılaştınız mı?

Hastanede Doktorlar ırkçı davranışlar göstererek “hem Devlete kurşun sıkıyorsunuz hemde sizi tedavi etmemizimi istiyorsunuz.” diyerek ırkçı davranışlar içine girmektedir. örneğin ellerimiz kelepçeli iken tedavi edilmesine karşı çıkarsak Tedavi edilmemekle tehdit edilmekteyiz. Bir örnek daha vermek gerekirse Cezaevi idaresi tarafından Teslimyet dayatılan bir siyasi tutuklu arkadaşımız OKAN DUMAN Şu an bulunduğumuz *** odasına getirilmeden Teslimyet ve ihanetçilik dayatıldığı içinBedenini ateşe vermiştir ve vucutunda 2 derecede yanıklar bulunmaktadır. Tedavisi yapılmak için hastaneye götürüldüğünde cezaevinin kendisine ait 2 adet Ambulansı bulunmasına rağmen Irkçı askerlerin bulunduğu ring aracıyla götürülmektedir. bu başlı başına bir işkencedir. Ring aracıyla hastaneye götürüldüğünde zaten bedeni yanık olan Arkadaşımız ring aracında giderken vucudu kanamaması için bedeni sarsılmadan gitmesi gerekirken öyle yapılmıyor arkadaş yanımıza geldiğinde vucudu kanlar içinde getiriliyor bu bir insanlık suçudur. Ambulansla götürülüp-getirilmesi gereken arkadaşımız işkence çektirilerek tedavisi yapılmaktadır. Aynı zamanda arkadaşımızı ring aracına bindirilmesine hiçbir asker yardım etmiyor tam aksine sürünerek kendin bin deyip alay ediyorlar yine Askerler Tarafından ölümle Tehtit edilmektedir ve onu Tedavisini yapan doktorlarda bu ırkçı askerlerden kalır bir yanı olmadan “Hem Devlete kurşun sıkıyorsunuz hem de sizi tedavi etmemizimi istiyorsunuz” diyerek Tedavisini gerektiği gibi yapmadan geri cezaevine getirilmektedir. Kısacası yani Doktordan askerine kadar hepsi insanlık bir yana ırkçı milliyetçi tutumlar sergilemektedirler bu davranışların bir an önce son bulması için gerekli çalışmalarınızı yapmanızı Taleb ve rica ediyorum Bu insanlık adına önemli bir noktadır bu sorunlarımızın artık görülmesini ve sorumluların Teşhir edilmesini ve gerekli çalışmalarınızı önemle vurguluyorum bu yaşanan sorunlar bende inanılmaz bir ruh halini oluşturmuştur bende ne yapacağımı bilmiyorum

  1. Hasta haklarını biliyor musunuz? Haklarınızı kullanabiliyor musunuz?

Ben şahsım olarak tam bir şekilde hasta haklarımı bilmiyorum. Ama olan haklarımıda tam kulanamıyorum

  1. Hastalığınız konusunda size nasıl bilgi veriliyor? Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi anlatır mısınız?

Revir veya hastaneye gittiğimizde hastalığımız hakkında bize bilgi verilmiyor biz öğrenmek için ancak raporlarımızı isteyebiliyoruz Kısaca duygularım ise ölürsem hangi hastalıktan öldüğümü bilmeden yaşıyor olmamdır insan yerine konulmuyoruz bunun için vijdan sahibi olan herkesin bu vahşette dur demesi gerekir düşüncelerim bunlardır.

  1. Adalet Bakanlığı, Türkiye’nin her yerindeki, durumu ciddi olan hastaların İstanbul Metris Cezaevi’nde yeni kurulan “hastane cezaevi”ne nakletmeyi ve burada tedavi edilmelerini düşünüyor. Bu konuda siz ne dersiniz? Hastane cezaevinde tedavi olmak ister misiniz? Neden?

Eğer hasta Tutukluların Tedavisi gerçekten alacaksa güzel bir çalışma olacağını düşünüyorum ve Gözlerimin tedavisi içinde hastane cezaevinde Tedavi olmak için kalmak isterim ancak bu ne kadar olur onu bilmem her şeyden önce önemli olan Sağlık olduğu için önemli bir adım olarak Adalet bakanlığının düşüncesine önemsiyorum ancak bu ne kadar gerçekçi bir çalışılmadır onunda tartışılması gerekir.

  1. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16.maddesi ‘Hapis Cezasının İnfazının Hastalık Nedeni ile Ertelenmesi’ başlığını taşır. Bu maddenin 2. fıkrası ve Hapis Cezasının Ertelenmesi Hakkında Genelge’ye göre; “Diğer hastalıklarda (kanser hastaları gibi) cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.” Bu düzenlemeden yaralanabilmek için bir geri bırakma kararı gerekmektedir. Bu karar, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Anılan düzenlemeden açıkça anlaşıldığı üzere, geri bırakma kararına ilişkin olarak sorumluluk Adli Tıp Kurumundadır. Kurumun raporu sonucu, hükümlünün infazının ertelenmesine veya ertelenmemesine karar verilecektir.

Bu yasa maddesinden haberiniz var mıydı? Bu konuda bir başvuruda bulundunuz mu, bulunduysanız sonuç ne oldu?

Sağlık durumum ve %71 ile %79 Görme engeli oluşum belirtiğiniz hususlara uygun olmadığı için böyle bir düzenlenme bana uygun görülmez Ancak Adli kontrol ile Tahliyem olabilir bu nedenle bu sorunuza gerekli cevabı verebilmek mümkün değildir.

  1. Sizce hasta mahpuslar için neler yapılabilir? Devlet ve hapishane idareleri neler yapabilir? Sivil toplum kuruluşları ne yapmalı?

öncelikle Devlet Irkçı davranmamalı bizleri potansiyel bir suçlu olara görmemeli Tutukluluk süreleri cezaya dönüşmemeden süreleri indirilmeli herşeyden önce insan haklarına uygun hareket edilmeli, hak ihlaleri giderilmeli, yaşam hakkımı alamak üzere tüm haklarımız gasp edilmemeli, cezaevleri personeli tarafsız kurumlar tarafından eğitilmeli, ırkçı faşizan davranışlardan vazgeçilmeli ve insana insanca davranılmalıdır. bu koşularda yaşanan sıkıntılar STKlar tarafından sorumluları teşhir edilerek topluma yansıtılmalı

  1. Bunların dışında söylemek istediğiniz şeyler varsa lütfen yazın.

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine değinmek istiyorum öncelikle bu hak ihlalerini mektubunu elimden geldiğince anlatım ancak bu kadarla sınırlı olmadığını belirteyim

  1. Tutuklular cezaevine ilk geldiğinde Arama bahanesiyle çırıl çıplak soyulup onur kırıcı şekilde arama yapılmaktadır
  2. Cezaevinde bir yere götürüldüğümüzde hem üzerimiz elle aranıyor hemde Dedektör cihazı ile aranmamız yapılıyor ya elle aranmamız ya da dedektör cihazı aramasından birinin uygulanması insan haklarına uygun olur
  3. Haftalık yazdığımız gazetelerimiz türlü, türlü gerekçelerle el konulmakta verilmemekte
  4. Banyo yapmak için normal şartlarda 2 kez sıcak su verilmesi gerekirken Bir defa veriliyor oda su saatinin bitmesine 10 dakika kala verilmektedir ve biz bu durumda hem fiziki temizliğimizi yapamıyoruz hemde ben ameliyatlı olduğum için sürekli intihap olmaması için sürekli temizlenmem gerekiyor ancak bu koşular yaratılmadığından sağlığım tehlikeye giriyor sağlığıma bir şey olursa cezaevi idaresi sorumludur.
  5. Oda değişimi yapmak istediğimizde Taleblerimiz orta çağ zihniyetinden kalma hayali gerekçelerle red ediliyor
  6. Odalarımıza zorla baskın yapılıp darp ediliyoruz. Süngerli odaya ve Hücreye sürüklenerek götürülüyoruz. A takımı personeller tarafından işkenceye maruz kalıyoruz
  7. Teslimyet ve ihanet dayatılarak bağımsızlaştırmaya çalışılmaktadır.
  8. Yemekleri güzel gelmiyor çok yağlı yemekler veriliyor buda ciddi hastalıklara yol açıyor
  9. Sohbet saatlerimiz 10 saat olması gerekirken Haftalık ancak haftada 5 saat çıkarılıyoruz hakımız gasp ediliyor bu şekilde
  10. Bize gelen kitaplarımız Akla hayale sığmayan gerekçelerle el konulmakta verilmemektedir.
  11. Mektuplarımızı zaman zaman imha edilmekte ve gönderilmemekte ve bu gerekçelerle haberleşme hakkımız gasp edilmektedir.
  12. Burda hem piskolojik baskı hem fiziksel baskı uygulanmakta bu konuda birçok suç duyurusu yapmamıza rağmen bir sonuç alamamaktayız
  13. Kelepçeli tedavi edilmek istenmektedir.
  14. Hastaneye veya mahkemelere gittiğimizde Askerleri ırkçı davranışlarına ve küfürlerine maruz kalmaktayız.

Değerli CİSST çalışanları sizlere kısaca yaşanan hak ihlallerini yukarıda sıraladım Birazda şu anki yaşadığım madduriyeti anlatmak istiyorum

Hiç bir somut delile dayanmadan 2 yıldır cezaevindeyim buna engelli hallim’de eklenince kendimi ölüme terk edilmiş bir insan olarak görmekteyim belki duygularımı anlatmakta zorlanıyorum inanınki buralar insanı yalnızlaştıran kişisizleştiren acımasız politikaların yürütüldüğü alanlardır. Hiçbir şekilde hükümet ve yetkili kurumlar sesimizi duymak istememektedir. Yaşadığım madduriyet sadece benimle sınırlı değil Ailemde ciddi anlamda maddur edilmiş durumdadır. Zaten ailemin bu maduriyetini de düşündükçe kendimi kontrol edemiyorum sürekli kendime zarar veriyorum aynı zamanda devamlı birilerinin yardımıyla yaşamımı sürdürmek benim için çok zor bir durum olmaya başladı koşullarımız zor şartlar altında devam etmektedir. Daha öncede bu piskolojik rahatsızlığımdan dolayı Bakırköy Akıl ve Ruh hastalıkları hastanesinde 6 ay’a yakın piskolojik tedavi gördüm ve şu an aynı sıkıntılarım devam etmekte ve zor günler yaşamaktayım ben bir an önce bu tutuklu halimin sona ermesi için girişimlerde bulunmanızı en azından adli kontrol ile tahliyemin sağlanması için yardımcı olmanızı Taleb ediyorum ve Tüm hasta tutuklu-hükümlü arkadaşlarımızında bir an önce serbest bırakılması için basın aracılığıyla hükümet çağrılar yapmanızı istiyorum artık birileri bizim sesimizi duymasını istiyorum

Sizlere son satırlarımı yazarken tekrardan bizimle ilgilendiğiniz için sesimizi duymaya ve duyurmaya çalıştığınız için sizlere çok teşekkür ederim ve çalışmalarınızda başarılar dilerim kendinize iyi bakın özgür yarınlarda buluşmak umuduyla sevgi saygılarımla Tekrardan selamlarımı yolluyorum

Özgür yarınlara doğru Barış ve

kardeşliği getireceğimiz umudu

ile selam olsun sizlere

Kaynak: http://hapistesaglik.wordpress.com/

GIT-Türkiye'den Tutuklu Öğrencilere Destek Çağrısı: Öğrencime Dokunma

Dr. Büşra Ersanlı’nın tutuklanması sonrasında kurulmuş, Aralık 2011-Ocak 2012 arasındaki dönemde Fransa, Kuzey Amerika, İngiltere, İsviçre ve Türkiye’de faaliyet göstermeye başlamış olan Türkiye’de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu (GIT Türkiye) tutuklu öğrencilere destek çağrısı yaptı.

GIT-Türkiye tutuklu öğrencilerin durumlarına dikkat çekmek için tüm akademisyenleri, öğrencileri ve duyarlı kesimleri 26 Eylül'de saat 18.00'da Galatasaray Lisesi'nin önünde buluşmaya davet etti.

GIT-Türkiye'den yapılan çağrı metni şöyle;

Yeni bir eğitim ve öğretim yılına başlarken, hukuki, siyasi ve insani anlamda ülkemizde yaşanan en büyük sorunlardan birine dönüşen tutuklu öğrenciler gerçeğine GIT Türkiye olarak bir kez daha dikkatinizi çekmek istiyoruz. Öğrencilerimizin karşısına yeniden çıkma heyecanını yaşadığımız bu günlerde, yüzlerce tutuklu öğrenci özgürlüklerinden ve eğitim haklarından yoksun kalmanın acısını yaşıyor. Bizler, öğrencilerimize özgür ve eleştirel düşünmeyi, sorgulamayı, araştırmayı aşılamaya çalışırken, TCK, TMK ve özel yetkili mahkemeler üçgenindeki, temel hukuk ilkelerine aykırı uygulamalardan en büyük payı alan grupların başında öğrenciler geliyor. 
Cezaya dönüşen uzun tutukluluk süreleri, iddianamelerde karşımıza çıkan ve bütünüyle ifade, toplanma ve örgütlenme hakkı kapsamındaki eylem ve faaliyetlere yönelik suçlamalar, terör kavramının demokratik muhalefeti içine alacak biçimde mevzuatta ve yargılamalarda genişletilmesi, adalete erişimdeki güçlükler, duruşmaların aleniyeti ilkesine aykırı uygulamalar, cezaevi koşullarından kaynaklanan sağlık hakkı ihlalleri… Ceza yargılamalarının yanında üniversitelerce başlatılan disiplin soruşturmaları, bazı üniversitelerin güvenlik gerekçesiyle tutuklu öğrencilere sınav hakkı vermemesi, sınavlara girebilmek için öğrencilerin nakledilmesi gerektiğinde oldukça yüksek olan nakil masraflarının öğrenci tarafından karşılanmasının talep edilmesi, eğitim kurumunda veya cezaevinde yapılan sınavlarda gerekli sınav koşullarının sağlanmaması, cezaevi koşullarının öğrencilerin tutuklulukları süresince başlıca öğrencilik faaliyetlerini sürdürmelerine müsait olmaması veya müsait hâle getirilmemesi gibi durum ve uygulamalar, tutuklu öğrencilerin eğitim hakkını da ağır biçimde ihlal ediyor. 
Çok sayıda öğrenci sanığın yargılandığı davaların duruşma tarihlerinin yaklaştığı şu günlerde, sizleri, konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi’nin (TÖDİ) hazırladığı Tutuklu Öğrenciler Raporu’nu okumaya, tutuklu öğrencilerimizle dayanışmaya ve bir kez daha “öğrencime dokunma” demeye davet ediyoruz. Bu kapsamda, öğrencilerimizi cezaevlerinde unutmadığımızın altını çizmek için, TÖDİ, GIT Türkiye, Öğrencime Dokunma, Öğretim Görevlileri Derneği ve Eğitim-Sen İstanbul 6 No’lu Şube’nin ortak çağrısıyla 26 Eylül Çarşamba günü 18:00’de Galatasaray Lisesi önünde buluşuyoruz. Sizleri de aramızda görmek umuduyla… 

GIT Türkiye

Kaynak: baskahaber.org

Tahir Canan’a Yapılan Adaletsizlik Son Bulmalıdır

19.09.2012

Halen Bandırma Cezaevi’nde hükümlü olarak bulunan Tahir Canan, 1979 yılında cezaevine girmiş, Adana 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nce 1987 yılında 36 yıl hapis cezası ile cezalandırılmış, 3713 sayılı yasanın geçici 1. maddesi uyarınca 1991 yılında tahliye edilmiştir. Aradan 3 yıl geçmeden 1994 yılında Malatya 1 No’lu DGM’nin kararıyla 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Tahir Canan, sadece 1991-1993 yılları arasında özgür kalabilmiştir. Malatya 1 No’lu DGM 2003 yılında aldığı kararla Tahir Canan’a verdiği 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasını tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırmıştır. Ancak bu kararı verirken Tahir Canan’ı tahliye etmemiştir. Tahir Canan 1979 (1991-1993 yılları arası hariç) yılından beri hükümlü olarak cezaevinde kalmaktadır. Tahir Canan’ın infazının yasaya uygun olarak hesaplanması için yaptığı başvurular Gaziantep 2. ve 3. Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından sürekli reddedilmiştir.

EPİLEPSİ VE GIRTLAK KANSERİ HASTASI ERKEK MAHPUSUN MEKTUBU [HAPİSTE SAĞLIK]

"...göz muayenesi için götürüldüğüm Bolu İzzet Baysal hastahanesinde bu doktorun kelepçelerin açılmasını istemesine rağmen asker tarafından kelepçem açılmadı. Muayene odasında bulunan asker (sorumlu olan asker) benim yanımda doktora, “Adalet Bakanlığı ile Jandarma arasında sevk işlemleri hakkındaki protokole göre, her türlü adli mahkümün muayene esnasında ellerini açabileceklerini bu kişilerin güvenlik zaafiyeti yaratmadığını ancak, siyasi mahkumların (kendi tabirleriyle “terörist”) ellerini açmayacaklarını” belirtti."

Tutuklu Ve Hükümlü Öğrencilere Özgürlük Ve Adalet Çağrısı

Çağlayan Adliyesi'nin önünde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün görülen 72 sanıklı DYG davasıyla ilgili olarak başta Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi olmak üzere bir araya gelen çeşitli kuruluşlar bir basın açıklaması yaptı. 

Basın açıklamasını, Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi, Öğrencime Dokunma Kampanyası, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği, İstanbul Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu, Hapiste Sağlık Girişimi, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği adına Ahmet Saymadi okudu. 

11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 4. celsesi görülecek olan davanın 72 sanığından çoğunun öğrenci olduğuna dikkat çeken Saymadi, öğrencilerin suçlamasına dayanak oluşturan delillerin "Meclis'te grubu bulunan bir muhalefet partisinin, BDP'nin binasına girip çıkmak veya ifade özgürlüğünün kullanımı sınıflarını aşmayan çeşitli protesto ve basın açıklamasına katılmaktan ibaret" olduğunu kaydetti. 

Saymadi, İstanbul Üniversitesi öğrencisi Kayhan Tüney'in hemipleji hastası ve tüm vücut fonksiyonlarında yüzde 68 kayıp mevcut olduğunu belirtti, "1.5 yıldır Edirne F Tipi hapishanesinde tutuklu. Kendine bakamamakta ve günlük aktivitesini yerine getirememektedir" dedi. 

İstanbul Üniversitesi öğrencisi Bayram Yılmaz'ın ağır romatizma hastası ve kalp kapakçıklarından birinde daralmanın mevcut olduğunu düzenli penisilin iğnesi vurulmak zorunda kaldığı ve bu iğne vurulmanın aralıklarının sıklaştığını kaydeden Saymadi, hasta tutukluların tedavi imkanlarına ulaşamadığını, bu nedenle acilen tahliye edilmeleri gerektiğini söyledi.

İstanbul Üniversitesi'nden Doç. Dr. Zeynep Kıvılcım da söz alarak, "Bugün bu davada yargılanan öğrencilerin büyük kısmı İstanbul Üniversitesi öğrencisi. Tamamen Kürt öğrenciler. Öğrencime Dokunma Kampanyası, ve Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi içindeki öğretim üyeleri olarak üniversitede ifade özgürlüğünün mutlaka sağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Sadece bu özgürlüğü kullandıkları için öğrencilerimiz hakkında disiplin soruşturmaları açmak ve tutuklamak gibi sindirme ve tasfiye politikalarının sona ermesini istiyoruz. Öğrencilerimizin yeri üniversite kampüsüdür. Tutuklu ve hükümlü öğrencilerimiz için özgürlük istiyoruz" dedi. 

İstanbul Tabip Odası'ndan Doktor İncier Erdoğan ise, tutuklamaların artık bu ülkede bir cezalandırma ve caydırma yöntemi haline geldiğini söyledi. Özellikle hasta tutsakların tedavisinin doğru koşullarda bir an önce sağlanması gerektiğini vurgulayan Erdoğan, hasta tutukluların tahliye edilmesi talebinde bulundu. Aynı zamanda öğrencilerin üzerindeki baskıların da oda olarak takip ettiklerini belirterek, sadece sağlık taraması yaptığı ya da herkese eşit nitelikli anadilde sağlık hizmeti istedikleri için 13 tıp öğrencisinin de tutuklu olduğunu belirtti, "Hepsine özgürlük istiyoruz" dedi. 

Hapiste Sağlık Girişimi'nden Zeynep Alpar da bütün cezaevlerinin sağlık koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini belirtti, "Başta Bayram, Kayahan olmak üzere tüm tutuklu öğrencilerin tahliye edilmesini umuyoruz" dedi. (etha)

Kaynak: baskahaber.org

Ardahan'da Cezaevinde İsyan: Yangın Çıkaran Mahkumlardan 12'si Hastaneye Kaldırıldı

Ardahan B tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda mahkumlar yatakları ateşe verdi. Yangında dumandan etkilenen 12 mahkum ile 1 gardiyan hastaneye kaldırıldı.

Yeni Mahalle'de bulunan cezaevinde mahkumların yatakları ateşe vermesiyle çıkan yangın, Ardahan Belediyesi itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle kısa sürede kontrol altına alınarak söndürüldü.

İlk belirlemelere göre dumandan etkilenen 8 mahkum ile 1 gardiyan ambulanslarla Ardahan Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.

Ardahan Valisi Seyfettin Azizoğlu, B Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na gelerek, incelemelerde bulundu.

Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekipler ve Jandarma ise bölgede yoğun güvenlik önlemi aldı.

Kaynak: baskahaber.org

İHD Başkanı Türkdoğan: "İnsan Hakları Savunucuları Cezaevinde"

İHD Genel Başkanı Türkdoğan hükümetlerin hak savunuculuğunu yasadışı gördüğünü, hak savunucularının cezaevinde olduğunu söyledi. Avrupa Avukatları İnsan Hakları Enstitüsü'nün insan hakları ödülünü alan tutuklu Muharrem Erbey'in davasına dikkat çekti.

Diyarbakır - BİA Haber Merkezi 20 Eylül 2012, Perşembe

İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, halen cezaevinde çok sayıda insan hakları savunucusu bulunduğunu söyledi.

"Genel Başkan Yardımcımız Muharrem Erbey iki buçuk yıldır, yine şubemizin eski yöneticisi Arslan Özdemir'de üç buçuk yılı aşkın süredir tutukludur. Başka illerden de arkadaşlarımız tutukludur.

"Son olarak kendisi Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları Örgütü üyesi olan Osman İşçi arkadaşımız da tutuklanmıştır."

Türkdoğan bugün İHD'nin şubelerinin olduğu illerde bu tutuklamaları protesto ettiklerini bildirdi.

Toplantıda Avrupa Avukatları İnsan Hakları Enstitüsü'nün (IDHAE) Ludovic-Trarieux 2012 İnsan Hakları Ödülü'nün Muharrem Erbey'e verildiği hatırlatıldı.

Hak savunucuları korunmuyor

İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici de hak ihlallerine karşı vermiş olduğu mücadelenin İHD'yi hedef haline getirdiğini söyledi.

"Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de insan haklarına güvenlik karakterli bakış açısıyla yaklaşıldığı için zaman zaman insan hakları savunucuları güvenliği tehdit eden birer unsur olarak da algılanmaya devam etmektedir.

"İHD'nin çalışmaları Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları sorununu gidermeye dönük çalışmalardır. Bu çalışmalar eleştirel bir temelde yapılmaktadır. Bu nedenle devlet bürokrasisi ve hükümetler rahatsız olmakta ve kolluk kuvvetleri İHD yönetici ve üyeleri üzerinde hukuk dışı baskılar kurmaktadır."

Bilici'nin verdiği bilgilere göre tutuklu İHD'liler şöyle:

Genel Başkan Yardımcı Avukat Muharrem Erbey, Diyarbakır Şube yöneticileri Arslan Özdemir, İHD Aydın Şube Yöneticileri M. Şerif Süren ve Orhan Çiçek, İHD Mardin Şube Yöneticileri Abdulkadir Çurğatay ve Veysi Parıltı, İHD Doğubeyazıt Temsilcisi Şaziye Önder, İHD Siirt Şube Yöneticisi Reşit Teymur, İHD Malatya Şube Yöneticisi Hikmet Tapancı, Eski İHD Muş Şubesi Başkanı Mensur Işık, Eski İHD Adıyaman Şubesi Başkanı  Bekir Gürbüz ile İHD üyesi ve Avrupa Akdeniz İnsan Hakları Ağı Yönetim Kurulu'nun üyesi Osman İşçi.

Toplantıda Muharrem Erbey ve Arslan Özdemir'in yarın (21 Eylül) Diyarbakır Özel Yetkili ve Görevli 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılacak duruşmasının izlenmesi için çağrı da yapıldı. (YY)

Kaynak: bianet.org