18 Yıldır Tutsak Olan BAKİ YAŞ'tan sorgulatan bir mektup

Yaşadığınız hak ihlallerini anlatın” diyorlar. Ben de onlara “özgürlüğümüz zorla elimizden alınmış, gerisinin ne önemi var? “ diyorum. Örneğin, tecritle ilgili “ceza içinde ceza olmaz” sözü. Bu fikir, onu öne sürenlerin niyeti iyi de olsa, gelir şuna dayanır. “Size verilen mahkumiyetler meşrudur ama tecrit olmasın.” Hayır. Bizi içerde bıraktığı her saat, burjuva egemen sınıf suç işliyor; şimdilerde “kampüs” adını verdiği zulüm kalelerini, dışarıdakilerin gözüne kanlı bir gürz gibi sokmaya devam ettiği için suç işliyor.”   

Baki YAŞ. F Tipi Cezaevi  C-12-103. BOLU

2 Temmuz 2014

Merhaba,

Uzun zaman oldu yazamadım sana, kusura bakma. İletişimimiz kopsun istemem. Bu konuda eksiklik bana ait. Kandıra’da Musa yoldaşa gönderdiğiniz kartları öğrenince, kendimi hatırlatmak gereği duydum.

Birbirimize sık sık mektuplar yazarız, içerdekiler yani. Ama çoğu mektupta, zindanlara ilişkin iki kelime olsun geçmez. Çünkü her zaman şunu söyleye geldik. Bizi duvarların içine sokabilirler ama zihnimizi asla. O hep dışarıda, sıcak mücadele alanlarıyla meşgul olacak, şairin dediği gibi, kırk günlük uzakta bir çiçek titrese, onu yüreğimizde hissetmeye çabaladık. Şair tam olarak böyle söylememişse de, benim anladığım bu.

Bazen ÇHD’den avukatlar geliyor; “Yaşadığınız hak ihlallerini anlatın” diyorlar. Ben de onlara “özgürlüğümüz zorla elimizden alınmış, gerisinin ne önemi var? “ diyorum. Doğrusu bu konuda genel geçer hale gelmiş kimi fikirlere katılmama da mümkün değil. Örneğin, tecritle ilgili “ceza içinde ceza olmaz” sözü. Bu fikir, onu öne sürenlerin niyeti iyi de olsa, gelir şuna dayanır. “Size verilen mahkumiyetler meşrudur ama tecrit olmasın.” Hayır. Bizi içerde bıraktığı her saat, burjuva egemen sınıf suç işliyor; şimdilerde “kampüs” adını verdiği zulüm kalelerini, dışarıdakilerin gözüne kanlı bir gürz gibi sokmaya devam ettiği için suç işliyor.     

Gezi’den, şanlı Haziran ayaklanmasından sadece aylar sonra “iktidar halka” sloganları ve pankartlarıyla, geceyi aydınlatan büyük kitleler gördük. Kırk yıllık uzun devrim ve iç savaş tarihimizin hiçbir döneminde görülmemiş yaygınlıkta.

Soma katliamı ise, işçi sınıfının üzerindeki tüm ölü toprağını silkeledi. İşçiler, kaderlerine razı olmayı sürdürürlerse, kendilerini nasıl bir sonun beklediğini Soma’dan öğrendiler. Çok ama çok acı bir dersti. Acılığı oranında sarsıcıydı. Soma’dan sonra sınıfın kölelik koşullarında yaşayan tüm kitleyi şurada burada harekete geçmeye başladı. Ama nasıl bir cüretle? Fabrikalar işgal ediliyor, 12….. cinayetinde kaybettikleri arkadaşları için şantiyeler ateşe veriliyor. Ekonomik temelde greve çıkanlar bile, alanlarda “Hükümet istifa” sloganlarını haykırıyor, Gezinin sloganlarını sahiplenerek, o ayaklanmanın sürdürücüsü olduklarını ilan ediyorlar.

Bu manzaraları (elbette TV’den) izlerken, aklıma hep, Zengin Mutfağı’ndaki  bir sahne gelir. “Yine sokağa cıkmışlar efendim” der uşağı, patrona “Talebeler mi, bırak yürüsünler” diye istifini bile bozmaz patron; Hayır, bu kez işçiler, cevabını alınca, yerinden fırlar patron; “Ne işçiler mi?” Kim bilir belki de Gezi’yi böyle gördüler. Talebeydiler, beyaz yakalıydılar, meslek sahibi okumuş çocuklardı. Oysa her büyük devrimin unutulmaz dersleri, burada da gösterdi kendini. Orta sınıf, o kocaman gövdesiyle bu kez hareket edip taşları yerinden oynattığında, her iki yanındaki temel sınıflar, yani burjuvazi ve proletaryayı daha uç siyasal konumlara doğru iteler. Bir tarafta tekme-tokat madencilere girişen ve bir cami vazinden başka bir şey olmayan “Ekmek efendi” ile dinci gericiliğin ipine dört dörtlük sarılan Sermaye, diğer tarafta her grevi anında siyasal açık gösteriye dönüştürmeye yönelen bir işçi sınıfı.

Bu manzaraya, dört dörtlük bir yoksul köylü isyanı eşlik etmeseydi, kuşkusuz eksik olurdu. DEDAŞ’ın bürolarını ateşe veren Kürt köylüsüne, HES’lerin inşaat makinalarını taşlayan Karadeniz köylüsü eşlik ediyor.  Her biri birbirinden kopuk gibi görünse de olayların gelişimi onları yan yana, üst üste bindiriyor ve geriye yeni bir 31 Mayıs için “genel bir bahane”nin ortaya çıkması kalıyor. Ne zaman? Nerede? Bunu kimse bilemez. Ama yolda, kulağını toprağa dayayanlar, yaklaşan gümbürtüyü rahatlıkla duyabilirler.

Düşleriniz kadar özgürsünüz, diyor Che. 12 Eylül’den bu yana bu kaç nesil, belki sadece büyük acılar, geri gelmez kayıplar, işkence ve on yıllara varan tutsaklıklar biriktirdi. Ama her daim düşlerimizde büyüdü acılarımızla birlikte. 103 yaşında bile cuntacıların yakasını bırakmayan Berfo ninelerle dolu bu topraklar. Acılarımız gibi, yüzyıla sığmamış düşlerimiz. Berfo ninenin öfkesi, Berkin’in çocuk düşleriyle buluşuyorsa artık, hayatın o son hükmü yakın demektir.

Sevgi ve özlemle…. Daima…

Baki YAŞ

F Tipi Cezaevi  C-12-103

BOLU