Bu mektubu size, ülkemizde yapılan ölüm orucu ve talepleri hakkında bilgilendirme amaçlı yazıyoruz.

ŞAKRAN 1 NO’LU T TİPİ HAPİSHANESİ ÖZGÜR TUTSAKLARINDAN MEKTUP VAR

Bu mektubu size, ülkemizde yapılan ölüm orucu ve talepleri hakkında bilgilendirme amaçlı yazıyoruz.

            Mektubumuzda yazdığımız, başlık başlık değerlendirmelerde göreceksiniz ki, insanlar şuanda devlete kendi yasalarına uymasını talep ediyor. Taleplerin tamamı en temel insan haklarıyla ilgili, Anayasal, yasal hakların gaspının durdurulmasıyla ilgilidir.

            Ülkemizde kanun koyucuların kanuna uymaması “alışıldık” bir durumdur ve bu yozlaşma tüm devlet kurumlarına sirayet etmiştir. Halkın lehine yasalar ya uygulanmaz ya da mümkün olduğu kadar kısıtlanır. Zaten yasalar “ama”lar, “oysa”larla doludur. Bunlar keyfi ve baskın idarecilerce kanunların etrafından dolaşmaları için bol sayıda ara sokaklar sağlar. Halkın aleyhine olan yasalar ise hiçbir istisna olmaksızın derhal uygulanır. Ne de olsa “tartışılmaz” bir dayanakları vardır; Yasalar, kanunlar, genelgeler, yönetmelikler vb. Bir meşru hakkı talep ettiğinizde, muhatap olduğunuz idareci size şunları söyler: “Yapabileceğim bir şey yok, kanun, yönetmelik vb. izin vermiyor.”

            Bu nedenle meşru bir hakkın korunması ya da kazanılması için mücadele etmek şarttır. Bu mücadele hem adli merciler üzerinden, hukuki yöntemler ve ilkeler üzerinden, yani hukuk mücadelesi olarak yapılır: hem de meşruluk çerçevesinde çeşitli direnişlerle.

            Mücadelenin ne seviyede yapılacağını hak talep eden değil; hakkı gasp edenin, hak mücadelesi verene karşı tutumu belirler. Tüm dünya halklarının yüzlerce yıllık hak mücadelesi bizlere büyük bir miras, gelenek ve birikim sağlar bu konuda. Yeter ki herhangi bir hakkı kazanmak için kararlı olunsun.

            Aslında tarih bize gösteriyor ki; Hiçbir hak ve özgürlük, en temel olanları da dahil, uğrunda mücadele etmeden kazanılmamıştır. Hiçbir hak iktidarlarca verilmez, bahşedilmez. Dilenerek değil, direnerek bedel ödeyerek kazanılır. Kazanılmış, tanınmış hakların korunması için yine mücadele etmek şarttır.

            Bizim açımızdan bir insanın haklarını sahiplenmemesi, korumaya ve/veya kazanmaya çalışmaması düşünülemez. Çünkü “insan” yalnızca biyolojik bir varlık değildir. Düşünme, öğrenme, soyutlama, sosyal-duygusal bağ kurma, üretme, gözlemleme, iletişim kurma, deneyimlerini kuşaklara aktarma, kendini diğer insanların yerine koyabilme gibi doğada farklı canlılarda da görebileceğimiz birçok özelliği kendinde birleştirmiş, sosyal bir canlıdır… Karşısında zayıf olduğu doğada bu sayede ayakta kalabilmiş, soyunu sürdürebilmiştir. Eksik olarak saydığımız bu özellikler “insan”ın tanımıdır. Bu özelliklerle doğada vücut bütünlüğünü sağlayabilmiş “insan”, kişisel bütünlüğünü de bu özelliklere borçludur. Bu özelliklerden birinden mahrum kalan insan, kişisel bütünlüğünü sağlayamaz, “hasta” olur.

            Bu nedenle “insan”ın doğuştan gelen, doğal haklarının varlığı kabul edilir. Doğal hakların kabul edilmesi, insan ömrüne kıyasla uzun bir tarihi süreçte, insanlığın mücadelesiyle mümkün olmuştur. Yoksa bu kabul, hiçbir iktidarın-egemenin bahşetmesiyle oluşmadı. Veya bildiğimiz kadarıyla kimse ana karnından elinde insan hakları evrensel beyannamesiyle doğmaz. Meseleye bir de insanın doğumu açısından da bakınca, biz yetişkin insanların, insan haklarını koruma-geliştirme görevi vardır. Hepimiz her doğan çocuğa karşı bu görevlere sahibiz.

            İnsan hakları konusunda, varlığımızla yüklendiğimiz bu göreve karşı duyarlı olmak veya ne kadar duyarlı olunacağı, elbette kişilerin tercihine bağlıdır. Fakat biz de kişilere, “insan”ı “insan” yapan özelliklerin tamamını hatırlatmakla birlikte, kendini diğer insanların yerine koyabilme yönüne vurgu yapmak durumundayız.

            Sizleri, ölümüne direnen insanları anlamaya çağırıyoruz. Lütfen bu mektubun tamamını okuyun. Aklınızda doğacak her kuşkuya, çelişkiye, itiraza veya kabule cevap vermeye hazırız, sorabilirsiniz. Zaten bu nedenle hazırladık bu uzun mektubu. Boşluk bırakmak istemedik….

            Sibel Bolaç; Yüksel Caddesi’nde direnen öğretmenlerden biriydi. Hukuki, demokratik, meşru protesto-direnme haklarını, baskılara-yasaklara rağmen kullandı. Ve bugün kapatıldığı Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’nde, 19 Aralık 2021’den beri ölüm orucunda…

            Gökhan Yıldırım; Yoksul mahallelerinde, uyuşturucuya, fuhuşa, çeteleşmeye ve yozlaşmaya karşı mücadele eden bir devrimciydi. 25 Aralık 2021’de aynı taleplerle süresiz açlık grevine başladı. 22 Ocak 2022’de ölüm orucuna çevirdiğini duyurdu.

TALEPLERİ:

1)Haftada 10 kişiyle 10 saat sohbet hakkı uygulansın.

2)Kitap-Yayın hakkı uygulansın.

3)Hasta tutsaklar serbest bırakılsın.

4)Disiplin cezaları tüm sonuçlarıyla beraber kaldırılsın.

5)Adil yargılanma hakkı sağlansın.

6)Uyuşturucuyla mücadele eden devrimciler serbest bırakılsın.

7)Halkın üzerindeki ekonomik ve siyasal-sosyal baskılar kaldırılsın. Emperyalistlerle yapılan anlaşmalar iptal edilmelidir.

            Taleplerin tamamı kabul edilebilir taleplerdir. Sizden istediğimiz, iktidarın tecridi koyulaştırmaya dönük bu adımlarına karşı sessiz kalmamanızdır. Taleplerimizi, direnişimizi duyurmanızdır. İnsan onurundan yana tavır almanızdır.

            Dünyanın ama özellikle de ülkemizin sürüklendiği durumlara baktığınızda duyarlı olmanız başka her zamankinden daha elzemdir. Bu mektubu size yazmamız, zaten bildiğinizi düşündüğümüz şeyleri papağan gibi tekrarlamak değil; Sessiz kalmamanız, sessiz kalarak “güçlü”den, haksızdan, adaletsizden yana düşmemeniz içindir. Yalnızca yaşanan sorunları değil, bunlara karşı bu ülkede bir direniş olduğunu duyurmalısınız.

            Sessiz kalmayın, ölümlere ve sakatlıklara engel olun…

Şakran 1 No’lu T Tipi Hapishanesi

Özgür Tutsakları

Şakran 1 No’lu T Tipi Hapishanesi

Özgür Tutsakları