Yeni Şakran hapishanesinden yazan İranlı Bêhrûz ŞÛCAYÎ Mehsa Emini’nin katledilmesi sonrasında başlayan ayaklanmayı değerlendiriyor ve kitap istiyor

“Ağırlaştırılmış Müebbet oluşumdan dolayı on beş günde bir ancak on dakika telefonla ilişki-iletişim kurabiliyorum. Bu yüzden de istediğim kitap-materyalleri temin etmede zorluklar yaşayabiliyorum. Bu yüzden de dilerim yardımcı olabilecek durumdasınız. Ya da yardımlarını alabileceğim, adres ve kurumlar, yani İran’la ilgili ve özelikle muhaliflerle, sol ve devrimci muhalefet ile ilgili kaynaklar, yine diğer siyasi-politik, toplumsal kaynaklar ve edebi-tarih vb. konularda da olabilir. Özellikle, kitap-materyallerin geri gönderebileceğim, ödünç olarak alabileceğim kurumlar (veya kişiler) var mı? Bu konularda bilgi paylaşıp yardımcı olursanız çok memnun kalırdım. Şimdiden saygı ve teşekkürlerimi belirtiyorum. Doğrusu daha önce de özellikle Farsça kitap-materyal istediğim konusunu paylaşmıştım, not ettiğinizi paylaşmıştınız. Dil konusunda fark etmezler, Farsa, Kürtçe ve Türkçe olabilirler. “

Bêhrûz ŞÛCAYÎ

4 Nolu T Tipi Kapalı Hapishane A-Tek, Üst-4

Y. Şakran/Aliağa/İZMİR

 

Derîyâ kê barê diger Şam Şod

Serapayê gîyîtî Siyefam şod

Hemâ xelq ra gah aram Şod

Meger kê men renc o xemem şok fzûn.

 

Cehan ra nebaşed xoşî der mezac

Bêcoz merg neboved Xemem lâ elac

Ve lîkn der an gûşê, der payê kac

Çekîdê est ber xak, sê qetrêyê xûn.

                                               (Sadêyê Hedayet)

 

(“Ne yazık ki yine akşam oldu

Bütün dünya karanlığa gömüldü

Bütün insanlar huzura kavuştu

Bir benim ızdırabım, gamım arttı.

 

Dünyanın mizacından mutluluk olmaz

Özlemden başka, gam ilacı bulunamaz

Ama çam ağacın altında, köşede

Yere damlamıştır, üç damla kan!”)

                                               (Sadêyê Hedayet)

 

Değerli Adil Hocam, Merheba!

                Güzel memleketim İran’da, devrime giden diyarlarda kadın isyanı ve özgürlüğe yürüyüşü yeni yıla merheba demek üzere. Bir yılı daha mücadele ve direnişle geçirerek yeni bir yılı, belki de zafer ve özgürlükle karşılamaktır. Heyecanla güzel umutları yeni bir yıla devrederken yeni yılın baharında güzel sonuçlarla buluşmakta heyecanlı-inançlıyız. Bu güzel duygu ve inançla başta sizin ve sevgili aileniz, tüm dostların yeni yılını en güzel ve sıcak duygularla kutluyor, yaşam ve çalışmalarınızda, mücadelenizde nice başarılar diliyorum. Bu yılın, yepyeni bir yıl olmasını, savaş-kan ve gözyaşlarının olmadığı, zulüm, şiddet ve işgallerin olmadığı bir yıl olsun. Barışın ve demokrasinin, özgürlüklerin ve güzelliklerin bol olacağı bir yıl olsun. Belki tüm bu dilek ve umutlarımızın hepsi gerçekleşmeyebilirler, ama bu duygu-düşüncelerle yaşamak önemlidir. Hani derler ya, insan nasıl düşünüyorsa öyle yaşar diye. Evet, insanın nasıl yaşamak istediği de önemlidir, güzeldir.

                Güzel ustanın (S. Hidayet) anlamlı şiirinde dile getirdiği gibi, İran’da halkların, kadınların en doğal hak ve meşru haklarına kan bulaşmıştır. “Üç damla kan (sê qetrê xûn), belki de İran’ın siyasal ve dinci rejimini en güzel anlatan metafordur diyebiliriz. Yani doğal ve toplumsal olanın, özgür ve demokratik olanın kuraldışı ve gayrimeşru görüldüğü bir kültür ve zihniyetle karşı karşıyayız. 1979’da karşı-devrim yapılıp halkın devrimi çalındıktan sonra bu teokratik ve oligarşik kültür ve anlayış tüm toplum üzerinde hegemonyasını geliştirmeye, yaymaya çalıştı. Öyle ki, bunu çevreye de yaymaya ve ihracatını da yapmaya çalıştı. Bu tür zihniyetlerde kadının yeri ve varlığı özellikle yoktur: kişilikli bir özne kabul edilmiyor. İradesi olmayan bir obje-eşyadır. Dolayısıyla söz ve hak sahibi olamazlar. Hele itiraz edip isyan etmeleri, keza Allah’a karşı gelmekle yaftalanır. Neden, nasıl, kime göre, o da ayrı bir tartışma konusu. Din-Allah adına ve bu çağda ve yeryüzünde hala ahkam kesebiliyorlar. Bu felsefenin temel stratejisi de kadın düşmanı ve kadın kimliği-varlığı üzerinde hayat bulmaktır. Kadını alabildiğince tüm kişiliklerin merkezine koymak ve algılamak, bu temelde “cadılaştırıp”, “şeytanlaştırmaktır”. Gerçi bütün başat dinlerde, kadın özgür bir varlık görülmediği gibi, bu tür anlayışlar içinde kadının özgür ve kimliği-varlığı hep bir felaket-tehlike olarak algılanmıştır. Bu yüzden bu zihniyetten beslenen tüm anlayış ve çabaların temelinde, kadını kötülemek, karalamak ve düşmanlaştırmak yatmaktadır. Kendilerinin varlık sebepleri, kadının inkarı ve yok edilmesi üzerinedir. Bu yüzdendir ki, tüm kadın cinayet ve katliamları (sözüm ona “aşk” adı altında olanlarından “namus” cinayetleri, farklı siyasal-toplumsal sebeplerden tutalım, din-ahlak adı altında recm’lere kadar) politiktir. Bu durumun sorgulanmadan, doğal ve meşru, hatta hak olarak görülmesi işin en korkunç yanıdır. Acı olan ise, sadece toplum olarak değil, insanlık olarak bunu kanıksamış durumdayız. Buna itiraz, buna isyan abes ve aykırı görülebiliyor. Bu yüzden İran’daki isyan, bence biraz da budur. Bundandır ki, gerici aklın, deyim yerindeyse cinleri tepelerine binmiş durumdadırlar. Yani, erkeğin kadın için belirlediği-çizdiği kadere boyun eğmeli, razı olup şükretmelidir. Bunlar din adına (belki de en iğrenç ve geri olanıdır) köleliği dayatmaktadır. Zaten bu tür anlayış ve zihniyette başka türlü toplu tahakküm altına alınamaz. Yapılan, kadın şahsında ve kadın hak ve özgürlükleri şahsında bütün toplumu hegemonyalarına almaktır. Zaten toplumu toplum yapan, temel aktör ve faktörlerden biri de kadının kendisidir, duruşu ve emeğidir. Zaten boşa dememişlerdir ki; bir toplumun özgürlük ve demokratikliği veya kölelik düzeyi, o toplumun (buna siyasalı-devleti de ekleyebiliriz) toplumdaki kadının durum ve düzeyine bağlıdır diye…

                Şimdi İran’da gelişen de sadece bugün olup bitenlere karşı değil, bu gerici anlayışın tarihsel kökenine de bir isyan ve itirazdır. Bu yüzdendir ki, anaerkil toplumun eşitlikçi ve özgürlükçü yanını, demokratik ve komünal özelliğini şu veya bu şekilde kendini bu zihniyet-kültür karşısında korumaya çalışmıştır. Bugün, sade İran’da değil, insanlığın bulunduğu her yerde bu direniş-mücadele devam ediyor… Belki yenilgiye uğratılıp parçalanmıştır, ama bu özünü halen de korumaya çalışıyor. Kadınları kara çarşaflara ve burkalara mahkûm etmek özünde bezden hapishane ve kafesten farksızdır ve daha ötesidir. Buna riayet etmeyenlere şiddet ve tecavüz uygulatırlar. “Evlilik” adı altında, ta çocuk yaşlarda kadın-çocukların tecavüz kültürünün cenderesine alınması bu zihniyetin temel stratejilerindendir. Bu, sistematik-süreklidir. Bu yöntem, bir insanın en kolay (belki de en acımasız-zor olan) yoldan onurunu ve gururunu kırıp, ruhsuz ve kişiliksiz hale getirilmesidir. Bu tip insan sorgulayamaz ve itiraz etme cesareti ve iradesini kendinde bulamaz. Köle kişilik dediğimiz böyle yaratılır. Ne yazık ve ne acı ki, bu erkek kültürün bir sonucudur, yansımasıdır. Bu yüzden sadece kadın katliamları değil, kadın tecavüzü de (ve diğer tüm tecavüzler ve tecavüz biçimleri de) politiktir. Bu yüzdendir ki, cinsel tecavüzden tüm diğer tecavüzler bir erkek kültürüdür ve erkek aklın sonucudur…

 

                Evet, bugün İran’da olup bitenler, semboller ve semboller üzerinde yürüyenlerle beraber, bu kültür-zihniyete karşı bir başkaldırıdır. Elbette güncel ve siyasal politik yanı ağır basan bir durum. Kadın-lar şahsında bir bütün toplumun gericiliğe ve zulme bir dur deme çabasıdır. Çünkü İran’daki siyasal rejim her ne kadar kendini farklı lanse etmeye çabalamış olsa da, özünde İŞİD ve Taliban-Elqaide versiyonlarından pek farklı değildir. Bu diğer Selefist ve Cihadist gruplar, sunni islamın içinden çıkmış, bu ekolu kendilerine göre yorumlayıp, dinin cihad ve ganimet, iktidar yönünü kendilerine esas alıp güncelleştirilmişini uygulamaya çalışırken, en fazla da dine-inanca zarar veren sapkın-uç gurup-anlayışlardır. İran’daki rejim ise, dinin şia versiyonudur ve diğerine benzer-paralel anlayışı temsil etmektedir. Tek farkla, devletleşip-iktidarlaşmış güç-karakterle kurumlaşmış ve politik esnekliği esas alan bir çizgi. Bir nevi, kendi dinci anlayışlarını Perslerin devlet-iktidar geleneği ile iyi sentezleyebilen yetenekteler. Bir nevi şialığın özünü teşkil eden “Haricilik” geleneği olan, devlet-iktidarı değil toplum ve toplumun inanç esas-gereğini esas alan gelenekten farklı olarak devlet ve iktidara tapan bir çizgiyi temsil etmektedirler. Zaten bu yüzdendir ki, 1979 karşı-devrim hamlelerini yaptıklarında, beraber toplumun diğer muhaliflerini-devrimin aktörlerini tasfiye ettikten sonra, kendi içlerinde de bir temizlik-operasyonuna gitmeye ihtiyaç duydular. Dini-mollalar kurumunun en örgütlü-güçlü ve de devletçi-iktidarcı klik olan Xomeyni ve etrafındakiler, din-devlet iş-ilişkilerini ayrı tutmak isteyenlerin, cami ve medreselerine çekilip toplumun inanç talep-sorunlarıyla sınırlı kalmak isteyen grupları hızla ortaklıktan tasfiye ettiler, hatta diğer muhalifler gibi “hain” ilan ettiler. Bize ne kadar da tanıdık gelen bir süreç değil mi? Başka mekanlarda ve başka zamanlarda tarih nasıl da tekerrürünü ve güncelliğini koruyor. Yani beraber yol yürüdükleri yolda yoldaşlarını bile acımasızca tasfiye edebilen bir zihniyettir. Yani az biraz demokratik, doğal ve toplumsal olarak kalabilen tüm inanç-dini kurum ve grupları ortadan kaldırarak tek renkliliğe ve tek sesliliğe gittiler. Bu temelde kendi yerliliğini ve milliliğini hızla yaratmaya çalıştılar. Zaten İran-Irak Savaşı, bu işi “Allah’ın lütfu” olarak ele almıştır. Tüm -kirli ve toplum dışı olanı- bu süreçte pratiğe geçirdiler. Toplumsal ve siyasal mühendislik projelerini bu 8 yıl boyunca uygulayarak bitirdiler. 90’lara gelindiğinde, artık tek tip toplum ve tek tip siyaset ve tek tip yaşam vardı. Bunun rengi ve ruhu, zaten siyah çarşaflara bürünmüş, kapkaraydı.

                İşte bugün İran’da ve yine kadınların öncülüğünde ve aktörlüğünde gelişen süreç, 1980’de gasp edilen haklarını-varlık ve özgürlüklerini geri alma çabasıdır. Yaklaşık kırk küsur yıldır kadınların şahsında, gerçekleşen karşı-devrim darbesi karşısında toplumun dinmeyen ve sönmeyen isyanıdır, mücadelesidir diyebiliriz. Öyle haklı ve meşru bir isyan ki, dindar-dini bütün kadınlar bile başörtülerini çıkararak hemcinslerinin haklı isyanına kendilerince destek oluyorlar. Belki sembolik olarak görülebilir, ama tarihsel anlamı ve arka planıyla değer kazanıyor. Nasıl diyelim, tarihi bir diyetin-borcun ödenmesi midir? Diğer sembolik olay ise, yine kadınlar tarafından düşürülen mollaların-sarığı-şaşıkıdır ki, korkudan ve önlem olarak türban bağlamak zorunda kalmalarıdır. Yani öyle bir İran düşün ki, mollaların türbanlı şaşıkla, kadınların ise başörtüsüz ve serbestçe gezdiği bir İran’a, şimdi şahitlik ediyoruz. Bu sembolik ironide, İran’ın değişimi ve değişimdeki ısrarını da ifade etmektedir…

                Mehsa Emini’nin katledilmesi, bardağı taşıran son damlaydı diyebiliriz. Bu yüzden öteden beri süregelen dayatmacı kural ve ölçülere toplumun artık dayanacak gücünün kalmadığının ifadesidir. İsimdeki sembolik anlam da, bir nevi eylemselliğin kimlik amacını ifade ediyordu. Farsça olan Mehsa; ay gibi, ay parçası ve ay kadar gibi anlamlara gelir ve güzelliğine atıf yapar. (Meh-sa; Meh; ay, sa: gibi-kadar). Böylesi gerici bir rejimin, metaforik olarak kadının güzelliğine ve doğallığına, özgür ruhluluğuna tahammül edemeyişidir ve doğal olarak da, kadınlar haklı olarak bu kimlik ve duruşlarına olan saldırıya karşı duruş ve direniş sergilemektedir. Tıpkı Mehsa’nın diğer birinci isminde olduğu gibi, kadınlar ve –tüm toplum- Mehsa’nın ismine ve hayallerine hayat verdiler. Birincisi ismi olan Jîna soranicedir ve Kurmancide Jînda anlamına gelir. Yani “hayat veren”. Bir Kürtçe isim olan Jîna’ya, kadınlar isyanlarıyla politik anlam ve hayat bahşettiler. İsyanla isim-ler birbirlerini tamamlayan önemli etken-semboller…

                Uzun yazdığım için lütfen bağışlayın. Dağınık ve sıkıcı olduğunu biliyorum, fakat bir taraftan da “dertleşmek” ihtiyacı hissettim. Bu dar ve tecrit koşullarında olayların-süreçlerin ne kadarını ve nasılını okuduğumuz da ayrıca tartışma konusudur. Yanlış veya doğru, paylaşmak istedim, çünkü doğruyu bulmada belki yardımcı olabilirsiniz. Her şeye rağmen zaman ve sabır ayırdığınız için teşekkür ederim, dilerim fazlasıyla sıkıcı olmamıştır. Ama en önemlisi de, sizin-sizlerin tespit ve değerlendirmeleri benim için önemlidir ve doğrusu çok da merak ediyorum.

 

On beş yaşımda, neredeyse çocuk denecek yaşta İran’dan ayrıldım ve son on beş yıldır da hapisteyim. Köyde ve ortaokula kadar, onun dışında İran’ı göremedim, bilemedim. Sonraki mücadele yıllarımda İran’ı öğrenme ve anlama çabalarım, buna dair belli bir ilgi ve isteğim olsa da, uzak koşullar-imkanlardan dolayı yeterince bir şeyler elde edemedim.

Bu koşullar altında bulduğum kitaplarla bu boşlukları gidermeye çalıştım, ama yeterli olamadılar. Yani bir İrani olmama rağmen, Türkiye’yi daha iyi biliyor ve anlıyorum sanırım. Galiba bu da benim ironim! Zaten aile İran-Urmiye’de kalıyor ve zaten bilinen koşullardan dolayı birkaç yılda bir ancak gelebiliyorlar.

Ağırlaştırılmış Müebbet oluşumdan dolayı on beş günde bir ancak on dakika telefonla ilişki-iletişim kurabiliyorum. Bu yüzden de istediğim kitap-materyalleri temin etmede zorluklar yaşayabiliyorum. Bu yüzden de dilerim yardımcı olabilecek durumdasınız. Ya da yardımlarını alabileceğim, adres ve kurumlar, yani İran’la ilgili ve özelikle muhaliflerle, sol ve devrimci muhalefet ile ilgili kaynaklar, yine diğer siyasi-politik, toplumsal kaynaklar ve edebi-tarih vb. konularda da olabilir. Özellikle, kitap-materyallerin geri gönderebileceğim, ödünç olarak alabileceğim kurumlar (veya kişiler) var mı? Bu konularda bilgi paylaşıp yardımcı olursanız çok memnun kalırdım. Şimdiden saygı ve teşekkürlerimi belirtiyorum. Doğrusu daha önce de özellikle Farsça kitap-materyal istediğim konusunu paylaşmıştım, not ettiğinizi paylaşmıştınız. Dil konusunda fark etmezler, Farsa, Kürtçe ve Türkçe olabilirler.

                Değerli Hocam; Eylül’de gönderdiğiniz kart-nameyi aldım. Teşekkürler. Bu arada, Öykü’nün çocuk halinin, kartpostallık bir resmini de yollamıştınız, “zaman” metaforu üzerine yazmış olduğunuz o güzel şiirle. Şiirle, mışıl mışıl ve şirin şirin uyuyan bir güzel fotoğraf. Bir ara, sanırım daha 3-4 yaşlarında olmalıydı, bir fotoğrafını göndermiştiniz yıllar önce. Diğer fotoğraflarıyla beraber aileye göndermiştim. Dilerim durumu iyidir, sevgi ve selamlarımı ayrıca gönderiyorum. Dilerim kimsenin güzel saçlarına karışmayacağı ve saçlarını özgürce savuracağı bir dünyada ve hayatı yaşar…

Hepinize nice sağlıklı, mutlu ve güzel hayatlar ve mutlu yıllar dilerim…

                Bitirirken ben de iyiyim, bir olumsuzluk yok! Geçen ayın 16’sında hemşerim Ferheng (Minzayiyan) ile beş altı Rojavalı arkadaşları sevke götürdüler. Konya-Ereğli dediler, fakat tam olarak nereye gönderdiklerini ve neden götürüldüklerini öğrenemedik. Hemşerim Ferheng arkadaş Ağırlaştırılmış Müebbetti ve İran’a gitmek için talepte bulunmuştu. Fakat kimi resmi yazışmalar dışında, kendisine net cevap verilmiyordu. Diğer taraftan, burası “Yabancı”ların tutulduğu bir yerdir. Ve ilk defa buradan “yabancıları” bir başka yere gönderiyorlar… Kendim ve buralarla ilgili pek bir şey paylaşmadım, eğer ıskalamasam, bir dahaki paylaşımımızda değinmeye çalışırım.

                Kendinize ve genç yüreğinize iyi bakın, herkese ve tüm dostlara sevgi ve saygılarımı yolluyorum. Güzel ve özgür yarınlarda buluşma inancı ve umuduyla… Hoşça kalın, sağlıkla ve güzellikle kalın…

Sonsuz sevgi, selam ve saygılarımla.

Not: Yirmi Aralık’ta gönderdiğiniz yeni yıl mesajınızı aldım. Teşekkürler! Ve sevgili Öykü’nün iki çocukluk fotoğrafı ile bir kart ve yeni yıl mesajınız çok kısa ve netti. Galiba benim yazdığım bu “yılbaşı mesajının” özeti gibiydi. Tekrardan mutlu ve özgür zamanlar…

Bêhrûz ŞÛCAYÎ

4 Nolu T Tipi Kapalı Hapishane A-Tek, Üst-4

Y. Şakran/Aliağa/İZMİR

 

fotoğraf kaynak: Mardin Life