Pozantı’sı ve Şakran’ıyla Biz Büyük Bir Aileyiz

2012’de Pozantı Cezaevi’nde, “taş attıkları” gerekçesiyle tutuklu bulunan dört çocuk sayesinde, devlet memurlarının cezaevindeki Kürt çocuklara sürekli ve sistemli olarak tecavüz ettiklerini öğrendik. Hakkında taciz ve tecavüz suçlaması bulunan devlet memurlarına karşı açılan dava takipsizlikle sonuçlanırken, devlet memurlarını ihbar eden çocuklar “devlet malına zarar vermek” gerekçesiyle müebbetle yargılanıyorlar.

Şubat 2015’te gazetelere ve bilgisayar ekranlarımıza başka bir haber düştü. İzmir Şakran Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun, basına sızdırılan iç yazışmalarından, cezaevindeki mahkûm çocukların birbirlerine tecavüz ettiklerini öğrendik. Sonunda cezaevi müdürü bu yazışmalar nedeniyle başka bir kuruma sürgüne gönderildi. 

Bu hafta ise yine Şakran Cezaevi’nde üç hamile tutuklunun cezaevinde kötü muamele gördüğü ve hücreye kapatılarak sağlık hizmeti almasının engellendiği haberi geldi. Haberin yayılmasının ardından cezaevini ziyaret eden heyetteki avukatlardan Erdoğan Akdoğdu’nun görüşme notlarından öğrendiğimize göre, cezaevine girdiklerinde hamile olduklarını söyleyen çocuklar, tek kişilik hücrelerde değil, 3 kişilik odalarda 6 kişi, 4 kişilik yatağı paylaşarak kalıyorlar. Yine avukat notlarına göre, hamile tutuklular, hamilelik kaynaklı rahatsızlıkları için sağlık hizmeti alamadıkları gibi, şikâyet ettiklerinde kötü muamele görüyorlar.

Şakran’da olan her şey şu anda aldığımız duyumlardan ve aldığımız duyumlara verdiğimiz anlık tepkilerden ibaret. Yukarıda bahsettiğim her bir olay basına yansıdığında sosyal medyada büyük bir infial oldu. Hâlbuki cezaevi denen yerde, hem çocuklar hem yetişkinler için her türlü kötü muamele, şiddet ve şiddetin özel bir biçimi olarak taciz ve tecavüz, rutinin bir parçası. Pozantı ve Şakran mağdurlarını henüz birebir dinleme şansımız olmadı. Ancak Amerika Birleşik Devletleri’nde cezaevlerinde kalmış iki mağdur ve bir uzmanın anlattıklarının olanları anlamamızda aydınlatıcı olabileceğini düşünüyorum.

İlk defa 12 yaşında cezaevine konulan Troy Eric Isaac, hücre arkadaşı tarafından, diğer tecavüzcülere karşı kendisini korumak karşılığında cinsel ilişkiye zorlanmış. Ancak bununla da kalmamış, kendisine tecavüz eden hücre arkadaşı, sözünde durmamış. Isaac, defalarca başka mahkûmların tecavüzüne uğramış. Cezaevi çalışanlarına intihara eğilimli olduğunu ve hücreye konmak istediğini söylemiş, ancak kabul etmemişler. Tecavüzler devam etmiş.

18 yaşında cezaevine konulan John Lash de, tecavüzün cezaevindeki yaşam döngüsünün ayrılmaz bir parçası olduğunu, 19 yaşında girdiği, hastaneden bozma bir cezaevinde yaşayarak öğrenmiş. Lash’in anlattığına göre, yaşı büyük mahkûmlar, daha genç ve yeni gelmiş olanları korumak vaadiyle düzenli olarak cinsel ilişkiye zorluyorlar. Cezaevi çalışanları da mahkûmları benzer şekilde istismar ediyorlar. Lash’in dikkat çektiği önemli bir nokta ise, kadın cezaevi çalışanlarının da erkek çocuk mahkûmları istismar ettikleri. Lash, bu ilişkilerin zaman zaman gönüllü ve karşılıklı olduğu iddia edilse de, gardiyan-mahkûm arasındaki eşitsizlik ve bilhassa mahkûmun çocuk yaşta olduğu göz önüne alınırsa, gönüllü ve karşılıklılık iddialarının kabul edilemeyeceğini söylüyor.

Girls Health and Justice Institute’un yöneticisi Leslie Acoca ise genç kız tutukluların durumu hakkında, Şakran cezaevinden gelen haberleri daha iyi anlamamızı sağlayacak noktalara dikkat çekiyor. Acoca’ya göre cezaevinde işkence her zaman görünür değil. Amerika Birleşik Devletleri’nde ağırlıklı olarak erkekler/erkek çocuk tutuklular için dizayn edilen hapishane sisteminde özellikle genç kızların sağlık hizmetlerine erişimi çok zor. Cezaevine konan genç kızlar arasında hamilelik (cinsel saldırı, istismar ve fuhuşa zorlama nedeniyle) oldukça yaygın, ancak bunun verdiği fiziksel ve duygusal zarara karşılık gelecek bir sağlık hizmeti yok.

Elimizde, yukarıda bahsettiğim kötü muamele ve işkence biçimlerinin Türkiye için de geçerli olduğunu doğrulatacak kadar yeterli veri yok. Bu verilere henüz ulaşamayışımız ve “Şöyle olmuş böyle olmuş” gibi resmi olmayan, kulaktan kulağa yayılan bilgilerle yetinmemiz başlı başına sıkıntı. Bunu bir tarafa koyarsak, eldeki hikâyelerin benzerliği ve Şakran cezaevinden gelen son yardım çağrısı, bu konularda ABD’den hiç geri olmadığımızı düşündürüyor. Çocuklar cezaevlerinde tecavüze uğradılar/uğruyorlar, tutuklu çocuk ve gençler birbirlerini istismar ediyorlar; cezaevi çalışanları işkenceden ceza almıyorlar, ancak devletin açığını göstermekten sürgün ediliyorlar. Sağlık hizmetine ihtiyaç duyan genç kızlar ve kadınlar bundan uzak tutuluyor, gizli ve açık işkenceye maruz bırakılıyorlar.

Bunları yan yana koyduğumuzda, duyduğumuz haberlerin anlık, sansasyonel durumlar olmadığını, hatta bu kapatma ve işkence biçimlerinin, güvenlik esaslı toplumsal düzenlerin bir parçası olduğunu görüyoruz. Bu noktada sormak istediğim soru şu: Bu kapatmalar ve cezalandırmalar neden oluyor? Bu çocuklar bu muameleyi hak edecek ne yapmışlar? Ulaşabildiğim en yeni veriye göre, Adalet Bakanlığı’nın 2014’te açıkladığı verilere göre, Türkiye’de 12-17 yaş arası 1794 çocuk tutuklu ve hükümlü, 18-20 yaş arasında ise 7018 tutuklu ve hükümlü var. Bu çocuk ve gençlerin çoğu hırsızlık nedeniyle tutuklanmışlar. Gasp, yağma, cinsel suçlar ve adam öldürme de çocuk ve gençlerin tutuklanma nedenleri arasında. Adalet Bakanlığı’nın gruplandırdığı bu veriler altında nasıl hayatlar var, bunu da bilmiyoruz. Hırsızlık zaten başlı başına muğlak bir başlık, ancak ben bilhassa yağma kategorisini çok merak ettim, altında nasıl durumlar ve gerekçeler var?

Bu noktada sorulacak bir diğer soru da şu olmalı: Çocukların kapatılması ve bedenlerinde sürekli kendilerine isnat edilen suçların yeniden yeniden kazınması, onlar için bir iyileşmeye neden oluyor mu? Devletin güvenlik söylemiyle getirdiği her yeni düzenlemenin, içeriyi ve dışarıyı daha da güvensiz kıldığı, suçlulaştırılan çocuk ve gençler için hayatı daha da sürdürülemez kıldığı aşikâr. Bu durumda devletin sadece disipline etmediğini, aynı zamanda bazı çocukları güvenlik sisteminin devamı için suçlu rezervinde tutmak istediğini anlamak zor değil.

Diğer bir soru ise şu: Çocuk cezaevleri, dışardakiler için sokağı ve dahası evlerimizi daha güvenli kılıyor mu? Çocuklara işkence edip, tecavüz edip, evine gelip, duşunu alıp, çocuklarıyla sofraya oturan erkeklerle ve kadınlarla aynı hayatı yaşıyoruz. Onların hayatının devamı devletin de devamlılığı anlamına geldiği için, devletle sırdaşlıklarını sürdürdükleri sürece cezalandırılmıyorlar. Cezasızlık, sokağı güvensiz kıldığı gibi, bir kader gibi sürekli devletin, “normal hayat” kurgusunun dışında bırakmak istediklerinin tepesine yeni cezalar, sürgünler ve işkenceler olarak dönüyor. Dolayısıyla güvenlik, bize söylenen en büyük yalanlardan birisine dönüşüyor. Güvenlik ancak suçlulaştırılanların ayrıştırılıp kapatılmasıyla mümkünse, kapatma hep devam edecektir. Kapatmanın devamı için sokak her zaman biraz daha güvensiz kalmalıdır.

O zaman bir soru daha soralım: Biz milletçe herkesin birbirine güvendiği büyük bir aileysek, neden millet kurgusuna uymayanlar hep cezalı? Biraz daha açarsam, istismar edilen çocuklar, cinsel saldırıya ve istismara maruz kalan kadınlar, çocuklar, gençler, çatışmanın/savaşın içine doğanlar, yoksullar aynı zamanda güvenlik sistemi içinde kapatılmaya en müsait, kapatıldıkları yerde işkence ve saldırıya en çok maruz kalanlar oluyorlar? Şakran cezaevinde neden çocuk yaşta hamile kalmış tutuklular var ve nasıl oluyor da mağduriyetleri aynı zamanda suçları oluyor? Mevcut durumlarıyla ilgili sağlık hizmeti almak bir tarafa, üstüne bir de işkence ve kötü muameleye maruz bırakılıyorlar? Her durumda nasıl suçlu tarafa düşüyorlar?

Cevabı bu yazıda olmayan bir soru daha var: Bu koşullarda, cezaevinde tutulan çocukların durumunun iyileştirilmesi için kime çağrı yapacağız? Uzun süre siyasi bir suçlu olarak cezaevinde kalmış ve siyasi tutukluların serbest kalması için mücadele vermiş olan Angela Davis’in ABD için söylediğini, Türkiye için de söylemek mümkün: Güvenlik gerekçesiyle kapatmaların devamı için, mevcut güvenlik odaklı sistemin devamı için oy veriyoruz, bunun bir parçasıyız. ABD’de hapishane sistemi nasıl siyahların suçlulaştırılmasına yarıyorsa, yaşadığımız toplumsal düzende başka kapatmalar da ırkçı ve cinsiyetçi ayrımcılıkların uzantısı olarak iş görüyor. Mesela çocuklarımızın güvenliği için onları yeterince güvenli bulmadığımız çocuklardan uzak tutuyoruz. Güvenli mahalleleri, siteleri ve okulları seçiyoruz. Büyük hırsızlıkları görmezden gelmenin yolunu bulurken, kırmızı ışıkta mendil satan çocuktan bile kendimizi koruma çabasındayız. Cinsel şiddeti namus söylemiyle kapatarak, kız çocukları ve kadınların güvenli/namuslu alanın dışına çıktıklarında kötü muameleye maruz kalmalarını, daha “kabul edilebilir” buluyoruz. Hepsinden önemlisi, devleti koruma gerekçesiyle alınan güvenlik önlemlerini sessizce tasdik ediyoruz. Çocukların bedenlerine ve hayatlarına verilen her türlü kalıcı darbede, dışarıdakiler olarak payımız var. Cezaevi, hayatın askıya alındığı bir yer olduğu kadar, yaşadığımız hayatın bir uzantısı. Devletin büyük ailesinde, her an cezalı tarafa geçebileceğimiz bilgisiyle, yerimizi bilerek yaşadığımız müddetçe, Şakran’da, Pozantı’da ve diğer cezaevlerinde sistematik şiddete maruz kalan çocukların kaderi de değişmeyecektir.

Kaynak: Reçel Blog