Kimlik, yazma ve yayınlama özgürlüğüne adanmış bir ömür
"Baskı rejimine meydan okuma, siyasi tutuklular ve aileleri ile gösterdiği dayanışma yanında, 'yazmak direniştir' diyerek, cezaevindeki yazarların yapıtlarını yayınlayan Ayşe Nur Zarakolu..."
"Baskı rejimine meydan okuma, siyasi tutuklular ve aileleri ile gösterdiği dayanışma yanında, 'yazmak direniştir' diyerek, cezaevindeki yazarların yapıtlarını yayınlayan Ayşe Nur Zarakolu..."
Lale’nin Ölüm Orucu eyleminde kaleme aldığı mektupların her satırı, kişiliğini neredeyse bütün temel çizgileriyle ortaya koyuyor. 27 yıllık kısacık ömrünün büyük bir kısmını devrimci mücadele yolculuğunda geçiren Lale Çolak, demir parmaklıklar ve dikenli telleri aşıp özgürlük tutkusu ve gelecek umudunu mektuplarıyla taşıdı dışarıya
Cezaevlerinden gelen mektuplar çoğaldıkça çoğalıyor, Türk Tabipleri Birliğine gönderilen ve adımla yazılmış olanlar bir yana zaten çok sayıda mektubu okuyup kurumsal olarak yanıtlamaya çalışırken, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Evrensel Gazetesi aracılığıyla gönderilenler de birikiyor durmadan. Her birinde bir yandan yaptığım hak mücadelesine atıfla güç dileyenlere buradan teşekkür etmeliyim.
*Zafer Kıraç [email protected]
Selahattin Demirtaş: "Ben yazarken cezaevinde olduğumu unutuyorum ancak başka bir yerde olduğumu da hayal etmiyorum. Sadece kâğıt, kalem ve ben varız o esnada."
"Firari Yazılar" kitabı biri mahpus iki yazar insanın oldukça zorlu, çok iyi planlanmış bir çalışmasının ürünü. "Hapishanede doğan eserler" demeyi tercih ediyorlar "hapishane edebiyatı" demek yerine, kitap bu tartışmaları da merkezine alıyor pek çok konuyu olduğu gibi.
“C. Pavese’in “Hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır sanat -edebiyat” sözü hapishanede üretim yapanlar için daha bir anlam ifade ediyor. Çünkü çoğu zaman içeride bir şeyler üretmek bizim için bir varoluş gerekçesine dönüşüyor. Hapis hayatının ağır hükmüne karşı direnebilmek için üretiyoruz. Ömrümüzden alınan on yılların ruhumuzu ve bedenimizi “çürütmemesi” için, yaşamı daha katlanılabilir kılmak için yazıyoruz-çiziyoruz. Başka türlü 25-30 yılı nasıl devirebilirdik ki!”
Mehmet Boğatekin
Hapishanelerde zamanın özde/biçimde yeniden kalıba dökülmesi, dilinden ve toprağından sürgün şair Cemal Süreya’nın “saatler uzun, günler kısa…” dizesindeki gibi işler; zaman uzar, kısalır ve derinleşir… “Zaman freni” işletilerek, daha doğrusu “zaman” denen şeyin yakasına yapışıp durdurarak, bazen zaman frenini boşa alıp zaman sonsuza değin ileri-geri uzatılır… Günler kısa, haftalar uzundur… Haftalar uzun aylar kısadır… Aylar uzun, mevsimler kısadır… Mevsimler uzun, yıllar kısadır… Mekân küçüldükçe dünya/düşler büyür.
Zulmün, mevsim şartlarıyla yarıştığı bir sürece tanıklık etmek; insanı oldukça yoruyor. Bunun üstüne eklenen çarelerin kısıtlılığı da, Baharın direnişini beklercesine kuytuda bekliyor…Korku fobisinin hakim olmaya başladığı faşizane sistemler süreci her kalemi küçültmeye, her kağıdı daraltmaya, her dili törpülemeye devam ediyor. İnsan bütün bunları bir araya getirip düşününce, masum yürekli, gökyüzü mavisini göremeyen yüreklere, Zemheri ayazına inat kocaman gülücükler göndermek istiyor. Tabi hepsi demir kapı, kör pencerelerden geçip, demir ranzalara bile ulaşmıyor!
Halil de gitti...
Çok üzgün ve öfkeliyim. Mektup arkadaşım Halil Güneş hapishanede katledildi. Katledildi diyorum çünkü 29 yıldır zindanda olan Halil kanser hastasıydı ve Hapishane koşullarında tedavisi de mümkün değildi. Diyarbakır Eğitim Hastanesi'nin "hapishane koşullarinda tedavi edilemez" raporu olduğu halde Halil tahliye edilmedi.
Dr. Ayhan Kavak ve Adil Okay tarafından hazırlanan Firari Yazılar kitabı, otuz sekiz siyasi mahkum yazarlarla yapılan söyleşileri kapsamaktadır.
Kitabı hazırlayanlar tarafından siyasi mahkum yazarlara hayata ve sanata dair hazırlanan on beş soru gönderilmiş ve onlardan gelen yanıtlarla oluşturulmuştur.
Ayhan Kavak ve Adil Okay tarafından hazırlanan Firari Yazılar kitabı, otuz yedi mahpus yazar ve şairle yapılan söyleşilerden oluşuyor. Ancak aklınıza hemen “İçerideki şartlar nasıl?” gibi sorular gelmesin. Zira kitap ‘hapishane edebiyatı’nı ve dolayısıyla içerideki yazarların hayat, sanat, edebiyat hakkındaki görüşlerini duygusallığa yer vermeden, aradaki ‘parmaklıkları’ kaldırarak okura aktarıyor.