"Geçenlerde gazetede vardı. AİHM kafeste kapalı kalan bir hayvanın mahkemesi için şu karara gitti; “hiçbir canlı 20 yıldan fazla kapalı bir yerde tutulamaz” dedi. Ama bu ülkede herhalde bizi canlıdan saymıyorlar ki, bu davayı emsal bile gösteremiyoruz…"
Gülazer AKIN
Kadın Kapalı Cezaevi A-3
Gebze - İZMİT
***
05.07.2015
(Gülazer Akın "çocuk Öykü"ye yazmış.)
Sevgili ÖYKÜ,
Merhaba; mektubunu, büyümüş resmini ve çizdiğin resmi aldım. Mona Lisa’yı mı çizmiştin? Ben böyle çizemezdim. Ölçüleri çok uyumluydu. Herkes işlerindeki ölçüyü böyle tutabilseydi, bence bu dünya daha başka olabilirdi.
Resmine uzun uzun baktım. Zamanı sende ölçmeye çalıştım. Anladım ki çok zaman, çok yıl geçmiş aradan. Bize ilk gelen resimlerini anımsıyorum da, yeni yeni yürümeye başlamıştın. Bizler en çok senin büyüyüşünü takip edebildik. Neyse ki artık okuma yazmayı da öğrendin. İnsan kendisi yarasını kaşımadı mı, kaşıntısı geçmez. Tabi ben şimdi sana ne yazacağımı kara kara düşünüyorum. Bu büyükler, çocuklara anlatacak bir şey bırakmadı Öykü. Ben şimdi hangi hikayeyi anlatsam, acılar var orada. Göçertilen, yerinden yurdundan edilen insanların, savaşta gencecik yaşta giden güzel yüzlü kızlar-oğulların hikayesi var her yanımda, ben sana ne anlatayım Öykü! Saraylarda göbek büyüten sultanlar var; çocuklar, yaşlılar, kadınlar başını sokacak bir çadır bulamazken, bin odalı sarayların neyini anlatayım?
Çok sorun var Öykü. Çünkü insanlar lokmasını paylaşmayı unuttu. Artık okullarda adalet, kardeşlik, barış dersleri verilmiyor sanırım. Yoksa ne diye bu kadar insan ölsün ki! Öğretmenine hiç sormuyor musun; “niye adalet, kardeşlik, barış gelmiyor ülkemize?” diye. Gelirse belki o zaman sınıflarınızın sayısı 40-50 kişiden, 20-25 kişiye düşer. Ama üzgünüm Öykü, derslerin on dakika teneffüslerin bir saat olması için bu ülkeyi çocukların yönetmesi gerekiyor. Çocukların yasaları koyması gerekiyor. Biliyorum o zaman ya sarayları yıkardı çocuklar, ya da evsiz-barksızları yerleştirirlerdi o odalara. Gider toplantılarını açık havada yaparlardı. Biliyorum, çocuklar yönetseydi ülkeyi, büyüklerin eline uçurtma verirdi çocuklar sadece. O zaman ev ödevi de olmazdı, ama yinede ev ödevlerini aksatma, çünkü biz seni bekliyoruz. Büyümeni, büyürken okumanı, okurken başarılı olmanı. Sonra belki gün gelir sen bizi çıkarırsın. Bak biz büyüklerden umudu kestik. 20 yıl, 25 yıl içeride kalmışız ne olmuş! Her birimiz kaç zindan çürüttük. Yenisini yapmasalardı, hepsinin de miadı dolmuştu, yıkılıp gidecekti direncimiz karşısında. Gel gör ki, annemin deyişiyle; “bunlar vicdanlarını yitirmişler, ille de 30 yıl yatıracaklar”.
Oysa geçenlerde gazetede vardı. AİHM kafeste kapalı kalan bir hayvanın mahkemesi için şu karara gitti; “hiçbir canlı 20 yıldan fazla kapalı bir yerde tutulamaz” dedi. Ama bu ülkede herhalde bizi canlıdan saymıyorlar ki, bu davayı emsal bile gösteremiyoruz.
Demem o ki Öykü, senin bizleri biraz daha beklemen gerekiyor. Her birimiz birkaç cezaevi daha çürütürsek, 30 yılımızı doldurur çıkar, sonra seni görmeye geliriz. Korkarım o zaman bize ninelerim-dedelerim dersin. Ama bizim etkileneceğimizi düşünerek, sen yine “teyzelerim-amcalarım” demeye devam et olur mu?
Sevgili Öykü; aslında ben sana Sinoplu Arnavut Rıfat amcadan söz etmek istiyordum ama galiba üzüntümden cümle kuramıyorum. O güzel bir hikaye yazdı kendisi için, sonra kocaman bir patlamayla göğe uçtu ve gidip yıldız oldu. Gökte yeşil gözlü bir yıldız görürsen, o Rıfat amcadır işte. Buraya, görüşümüze gelirdi. Hepimizi çok severdi. Gözlerimizin içine içine bakardı. Çok iyiydi, güzeldi. Onun için, gökler onu çağırdı sanırım. Neyse ben bitireyim Öykü. Sana pek bir şey anlatamadım...
Annene-babana selamlar. Seni çok öpüyorum...
Teyzen Gülazer
- 40 gösterim