Öykü

MERDİVENDEKİ İZ

Bugün doğum günüm. 60 yaşıma girdim. Uzun sayılabilecek uzun bir yaş. Bir su damlası gibi. Hiç evlenmedim. Bir halam vardı, dili acı söyleyen bir halam; “evlenmemiş kızdan korkmayacaksın” derdi. Neden böyle söylediğini hiç açıklamaz, dik dik gözlerimin içine bakardı. O küçük yaşlarda korkutmuş olacak ki, takıntılı biri olup öyle büyümeye başlamıştım. Halam göçüp gitmişti. Onunla birlikte birçok sevdiğimi de… Hepsi iz bıraktı, ama en çok halam dokundu aklıma. Adeta kendisine benzetti beni, ya da ben benzemek istedim. O yıllarda beni de terapilerine götürürdü.

DÜŞ KIRIKLIĞI

DÜŞ KIRIKLIĞI

               Babam ve amcalarım, beni odaya sokarken ite kaka, hüzün dolu bir esriklik vardı içimde. Kavi bir saydamlıkla eprimiş, acı bir hüzün...

               Ve ablam oradaydı, salonun ortasındaydı, elleri arkadan bağlı, kıyafetleri perişandı. Kuzguni zülüfleri yüzüne düşmüştü, başını hafiften önüne eğdiğinden ötürü. Tarifi imkansız bir acı okunuyordu yüzünde. Ama buna rağmen, tatlı bir tebessümle gölgeliyordu gamzelerini.

Tutsak yazar ve gazeteci Uğur Yılmaz'dan yeni bir öykü: Musa'nın davası...

                                                   Musa’nın Davası

“Neden babam, anne?” Neden babamın yerini söylemiyorsun? Ben sizi oğlunuz değil miyim? Babamın yerini öğrenme hakkım yok mu? Dönülmeyen yerlere mi gitti? Söyle anne, söyle. Allah aşkına söyle. Öldüyse bir Fatiha okumak hakkım değil mi?

Kamile Hanım suskundu. Gözleri bir şey anlatır gibiydi. Gözyaşlarının yanakları sıyırıp aktığı gözler: Lütfen Musa sorma babanı, bilmek senin ölümün demek… Bilmek kötü, çok kötü…