Bilim ve Gelecek Dergisi'nin bu sayıdaki dosya konusu Hapishaneler

Dosya: Osmanlı’dan Günümüze Hapishaneler

Bilim ve Gelecek dergisi, bu ayki sayısında dosya konusu olarak "Osmanlı'dan Günümüze Hapishaneler"i işledi. Dergide hapishanelerle ilgili olarak Mustafa Eren'in "Mahbeslerden hapishanelere, hapishanelerden cezaevlerine..." başlıklı yazısı ve Baha Okar'ın yaptığı "Akademi, hapishane düzenini eleştirmeli" başlıklı söyleşi yer alıyor.

İşte Hapishane Çalışma Grubu ile yapılan söyleşiden bir kesit:

Hapishaneler Çalışma Grubu Söyleşi: Baha Okar

Geçen ay düzenlenen Sosyal Bilimler Kongresi’nde Türkiye’de hapishanelerin tarihi üzerine yaptığı sunumuyla tanıdığımız Mustafa Eren sayesinde, çalışmalarını hapishaneler üzerine yürüten bir genç akademisyenler topluluğunun varlığından haberdar olduk. Bu sayımızda, hem bu topluluktan Mustafa Eren, Yonca Güneş Yücel ve Hande Gülen ile çalışmaları üzerine söyleştik. Hem de Eren’in kısa bir süre sonra Kalkedon Yayınları tarafından kitap olarak yayımlanacak olan Türkiye’de hapishanelerin tarihi üzerine geniş çalışmasından özet bir bölüm yayımladık. Önemli ve yakıcı, ama genel olarak akademinin uzaktan bakmayı tercih ettiği bu toplumsal mesele üzerine dosyamızı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.

Akademi için çok popüler bir konu olmadığı yargısından hareketle soruyorum. Nereden aklınıza geldi hapishaneler üzerine çalışmak?

Mustafa: Doktoramı hapishaneler üzerine yapıyorum, lisans ve yüksek lisansta da hapishaneler üzerine çalışmıştım. Benim ilgimin kişisel bir yönü de var. Üniversite ikinci sınıfta siyasi bir davadan tutuklanıp uzunca bir hapisliğin ardından üniversiteye dönmüştüm. Beni bu alana yönelten biraz da yaşadığımı duyurmak, 11 senelik gözlemlerimi akademik ortama aktarıp akademinin nesnesi haline getirebilmek ihtiyacıydı.  



Öte yandan bu alanda bir boşluk da var. Bilimsel kaynaklar ne yazık ki yabancı dillerden Türkçeye çevrilmiş, bizdekiler ise çoğunlukla anı tarzı kitaplardan ibaret kalmış. Yakın zamana kadar akademik anlamda hapishaneleri irdeleyen çalışma neredeyse yok gibiydi. Lisans eğitimimde hapishanelere dair temel kanun olan Ceza İnfaz Kanunu’nu incelemiştim. Kanunda yazılı maddelerin ya yazıldığı kadarıyla etkisiz kaldığını ya da pratikte çok farklı uygulanabildiğini gösteren bir çalışmaydı bu. Yüksek lisansta ise Osmanlı’dan günümüze Türkiye hapishanelerini çalıştım. 



Doktorada işin daha psikolojik boyutuna değinen bir çalışma yapmayı düşünüyorum. Bu noktada Stanford hapishane deneyi beni özellikle etkileyen, işin bu tarafına yönelten bir çalışmadır. Biri Alman, biri Hollywood yapımı olmak üzere iki kez filme de çekilmişti, belki bilirsiniz. Deneyden hareketle öngörüm; bir otoriteyi sorgulanamaz kılarsanız, özellikle de kapalı bir mekânda birine “sen otoritesin”, diğerine ise “sen de mutlak olarak otoriteye tabisin” derseniz, burada hiçbir zaman kanun uygulanmaz ve otorite bir süre sonra zıvanadan çıkar.



Kendisi kanun koymaya, kanun olmaya başlar…

Mustafa: Kesinlikle. Bu mekanizmanın kendisini irdeleyen bir çalışma yapmak istiyorum. Hapishaneler yine merkezinde yer alacak ama akıl hastaneleri, yurtlar gibi kurumları da inceleyeceğim.



Hande: Ben Mimar Sinan Sosyoloji’de yüksek lisans yapıyorum. Benim tezim Mustafa gibi tamamen hapishaneler üzerinden gitmiyor. Politik hareketler dolayımıyla hapishanelere yöneliyorum. Hem Türkiye’de hem de dünyanın çeşitli ülkelerinde politik hareketler bakımından hapishanelerin çok önemli ve özel bir yeri var. Hapishane işin içine girdiğinde politik hareketlerin dili ve kendi ürettiği mekanizmalar çok farklılaşıyor. Devletin ve iktidar biçiminin kendisiyle doğrudan karşı karşıya gelinen bir alan olarak kodlanan bir tarafı var hapishanenin. Ben aslında şu tartışmayı yapmak istemiştim. İktidar tamamen kendi kurguladığı gibi, karşısındakini tümüyle baskılayan mekanizmalar yaratabiliyor mu? Eğer iktidar gerçekten tamamen baskılayan, özneleri edilgenleştiren bir şeyse, orada tamamen kendi özneliğini, iradesini kaybetmiş bir bireyden bahsetmemiz gerekiyor. Hapishaneler bunun gerçekleştirilmesine en elverişli yerler bu bakımdan. Oysa burada direniş biçimleri devreye giriyor. Ortaçağdan itibaren bütün kapatılma biçimlerine karşı insanın çeşitli formlarda direnişler geliştirdiğini görüyoruz. Bu durumda karşısındaki iradeyi mutlak şekilde baskılayan bir iktidardan bambaşka bir şey çıkıyor karşımıza. İradeyi kırmaya çalışan ama bunu da bir türlü gerçekleştiremeyen bir yapıyla karşı karşıyayız. Buradan yola çıkarak hapishane içindeki dayanışma ilişkilerinden başlayıp açlık grevi gibi direniş biçimlerine varan bir çalışma (...)

Kaynak: www.bilimvegelecek.com.tr