Cezaevlerinde Bir Tutsak Daha Öldürüldü

Defalarca sağlık durumuna ilişkin başvurular yapılmış olmasına rağmen, tahliye edilmeyen, gerekli ilaçlar verilmemesi ve tıbbi müdahalelerin yerine getirilmemesi sonucu 54 yaşındaki Muhsin Yenisöz hayatını kaybetti.

28 Ekim 2011 tarihinde Türkiye genelinde “KCK” adıyla yapılan ve  Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu’nun da tutuklandığı operasyonda gözaltına alınan ve BDP Ümraniye İlçesi’nde bulunan Siyaset Akademisi’nde iki haftalık eğitim programına katıldığı için “örgüt üyesi” olmakla suçlanarak tutuklanan Yenisöz’ün pek çok sağlık problemi bulunuyordu.

Henüz 2012 yılında, 4 kez kalp krizi geçiren, 3 damar değişikliği, 1 baypas, 2 damar stendi, mide kanaması operasyonları geçiren ve aynı zamanda nefes darlığı, kemik iliği hastalığı bulunan Yenisöz’ün, kalbine pil takılması gerektiğini belirten ailesi 2012 yılında  , “Pil takabilmemiz için kalbinin durması gerekiyor” cevabı almışlardı.

Ailenin ve çeşitli kurumların çabaları sonuç vermedi.

Muhsin Yenisöz’ün Cenazesi  bugün (3 Ocak Cuma günü) ikindi sonrası İçerenköy Gökyiğit camisinden kaldırılacak.

Cezaevlerindeki hasta tutsakların yaşam koşullarının, ölüm cezasına dönüştüğü günümüzde ölüm göz göre göre geliyor.

KCK operasyonlarında devletin kendi hukukunu bile hiçe sayacak şekilde işletildiğinin, cezaevlerinin koşullarının sözde “ölüm cezası”nı kaldırmış bir ülkede nasıl ölüme davetiye çıkardığının gözler önüne serildiği bu kayba yenilerinin eklenmesi de ne yazık ki an meselesi.

163’ü ağır olmak üzere 544 hasta tutsağın bulunduğunu açıklayan İnsan Hakları Derneği (İHD) 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası vesilesiyle, Ankara, İzmir başta olmak üzere çok sayıda ilde hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle geçtiğimiz ay eylemler düzenlemişti.

BDP Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, da 27 Aralık’ta Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, AKP döneminde en az bin 949 hükümlü ve tutuklu cezaevinde hayatını kaybettiğini hatırlatarak cezaevlerinin birer “tabutluğa dönüştüğünü” söylemişti. Hükümetin hasta tutuklular sorununu çözer gibi göründüğünü ancak çözmek istemediğini belirten Beştaş, “Hükümet ‘miş’ gibi yapıyor, hasta tutsaklar sorunu istenirse 1 saat içinde çözülebilir” olduğunu belirtmişti.

Düzce Yerel Haber’de de yazıları yayınlanan Muhsin Yenisöz gözaltı ve tutuklanma sürecine dair şu yazıyı kaleme almıştı:

YENİDEN MERHABA

14.04.2012 -

Yeniden merhaba sevgili Düzce Yerel Haber okurları tam 167 gündür sizlerden ayrıydım.

28 Ekim 2011 gecesi saat 3.30’da gazeteye yazımı yazmaktayken kapım hiç alışık olmadığım bir tarzda çalınmaya başlandı. Yazımın başından kalktım kapıya yöneldim “Kim o” diye seslendiğimde “aç polis” cevabını aldım. Hayırdır benim polisle ne işim olabilirdi, hadi olsa bile bu saatte olmazdı, kapıyı açtım. Karşımda ellerinde otomatik silahları olan çelik yelekli 8-10 polis kapıda duruyor. “Buyurun hayırdır” dedim. “Muhsin Yenisöz sen misin?”diye sordular “Evet benim” diye cevapladım. Ellerinde çekim yapmakta olan bir kamera ile içeri girdiler. Sonradan Baş komiser olduğunu öğrendiğim genç polis arama izinini göstererek evi arayacaklarını söyledi niye yalan söyleyeyim çok da naziklerdi. Evde silah olup olmadığını sordu. Evimin bir aile evi olduğunu ve hayatım boyunca evimde ya da üzerimde silah bulundurmadığımı kendisine anlatmaya çalışırken onlar evi arama hazırlıkları yapıyorlardı. Üç beş dakika içerisinde ellerinde kamera mutfaktan itibaren evi aramaya başladılar, önce telefonuma ve dizüstü bilgisayarıma el koydular. Sonra tek tek diğer odaları aramaya başladılar. Sıra kitaplığıma gelmişti;anlaşıldı, kitaplar hala suç unsuruydu ve el koyulacaktı. 50’ye yakın kitabım hemen oracıkta tutuklandı ve tutanağa geçildi. Devir teknoloji devriydi teknolojik suç unsurları olabilirdi.

Ne diyordu Sayın İçişleri Bakanımız “Bunlar şiirle, resimle, heykelle bile terör örgütü propagandası yapıyorlar” bunlarla suç işlenebiliyorsa CD’lerle haydi haydi işlenirdi. O halde CD’leri de gözaltına almak gerekirdi. İçinde kızımın düğün görüntülerinin de olduğu yaklaşık 200 CD ve artık teknolojik ömrünü tamamlamış ama yine de içinde suç unsuru taşıyabilecek eski bilgisayarlara ait disketleri de unutmamalı onlar da derdest edildi. Ve nihayet aradıkları suç unsurunu buldular. “Çok önemli notlar bulduk efendim” diyerek telefonla üstlerine bilgiyi verdiler. Bulduklar notlar; İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler bölümünde okuyan küçük kızımın ders notlarıydı, tamamı siyaset ve devlet ilişkileri üzerine tanımlar ve şemalardan oluşan bu notlar bir suç deliliydi ve ancak bir “terörist”in evinde bulunabilirdi.  Bu ince aramalar gündüz saat 10.00’a kadar devam etti ve kuvvetli suç kanıtlarına da el konularak gözaltına alındım.

Gece saat 3.30’dan beri olup biteni şaşkınlıkla izleyen eşime dönüp “Merak etme ben en geç Pazartesi günü evdeyim, bana sadece ilaç torbamı ver yeter” diyerek üzerime hırka bile almadan evden çıktık. Kendi kendime diyordum ki Cumartesi, Pazar tatil bırakmazlar ama Pazartesi eve dönerim. Şubeye vardığımızda benimle birlikte akademiye gelenleri de orada görünce bunun geniş bir operasyon olduğunu ve yalnız bana özel bir şey olmadığını anladım. Dün gece bizim evde yaşananlar kim bilir kaç evde daha yaşanmış insanlar gece yataklarından apar topar kaldırılarak buraya getirilmişti. Parmak izi ve fotoğraf çekildikten sonra tek başıma, yaklaşık dört metre karelik bir hücreye kondum ve yirmi dört saat boyunca da “şu sebepten buradasın ve şöyle bir süreç izlenecek” denmeden orada tutuldum sadece sabah ve öğlen-akşam yemeği verilerek bekletildim. Artık bekletildik diyeceğim çünkü çoğalmıştık ve her dakika birileri daha getiriliyordu. Benim yanıma da İstanbul Üniversitesinde okuyan genç bir insanı vermişlerdi. Van’lıydı. Tek suçu baskın yapılan eve gitmesiymiş gece çalışıp gündüz okuyormuş. Evine gitmeden arkadaşlarına uğramış evdeki polisler bunu da alıp gelmişler hakkında tutuklama kararı yok evinin aranma kararı yok tam bir “Pardon” luk hikâye.Bana dönersek ben pazartesi çıkıp evime gideceğim çünkü kendimi biliyorum ve boşuna buradayım. Tabi ertesi gün avukatım geldi ifadem alındı sorulan tek bir soru var“Siyaset Akademisine gittin mi?” “Evet gittim yasal bir partinin tüzüğü gereği kurulmuş bir kurum üstüne üstelik tüm siyasi partilerin akademisi var bunu illagalize etmenin nedenini anlayamıyorum” diye cevapladım. Pazartesi günü bırakılmamı beklerken diğer gözaltındakilerle beraber savcılığa sevkimiz yapıldı. Ben ise, Emniyet beni bırakıp sorumluluk almak istemedi şimdi savcılıktan salınırım düşüncesindeyim.  Beşiktaş adliyesinde saatlerce bekletilerek tek tek ifade vermeye çağrıldık. Sıra bana geldiğinde avukatım “şimdi savcılık seni bırakır” diyor. Bende öyle düşünüyorum çükü kendimi biliyorum bir “suç”işlemediğime eminim. Ama savcı tutuklanma talebi ile hâkimliğe sevk ediyor. Bu kez savcı da anlamadı şimdi hâkim olayı anlar ve beni bırakır diyorum. Yaklaşık 20 saatlik bir bekleyişten sonra hâkimin karşısındayım elimde ilaç torbam hâkim soruyor “elinizdeki nedir?” diye, ilaçlarım olduğunu söylüyorum. Eczacı olup olmadığımı soruyor. Hayır, bunların günlük kullandığım ilaçlar olduğunu günde yirmi taneye yakın ilaç kullandığımı ve hastalıklarımı sıralıyorum. Hâkim hayretler içerisinde hemen bana “siz lütfen oturun rahatsızsınız, ifadenizde oturduğunuz yerden veriniz” diyor. Tamam diyorum okumuş adamın hali başkadır halimi ve suçsuzluğumu anladı şimdi beni bırakır düşüncesi içerisinde emniyetteki ifadenin bana ait olduğunu söylüyorum zaten başka da soru sormuyor. Çıkıyoruz. Avukatım Cemal Polat’ta “tamam Muhsin biraz sonra çıkar eve gidersin” diyor. Elbette çünkü ben hala neden buradayım diye düşünüyorum. Aradan birkaç saat geçiyor 23 kişilik bir isim listesi okunuyor. Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Mustafa Avcı ve diğerleri, tamam diyorum bizler serbest bırakılanlarız Çünkü; Büşra Ersanlı kendi dalında Türkiye’nin en iyi hocalarından birisi, Ragıp Zarakolu dünyanın tanıdığı bir İnsan Hakları Savunucusu, Mustafa Avcı ki ben kendisini orada tanıdım eski il başkanı ve Milletvekili adayı bunlar suçlu olamazlar bir de ben kendimi biliyorum suçsuzum o halde bu liste bırakılacaklar listesi, bu düşüncemi Büşra Hoca ile paylaşıyorum bana “emin misin?” diyor ben kendimden emin bir vaziyette “elbette hocam”diyorum. Hâkimin karşısındayız solumuzda avukatlarımız hâkim kararı okuyor son cümlesini net anlıyorum “TUTUKLANMALARINA” donuyorum. Neden? Neden? Büşra Hoca “hani gidiyorduk” diyor. “Evet hocam, Metris’e doğru!” cümlesi ağzımdan zorla çıkıyor. Yolculuk Metris ve 167 gün sonra yeniden sizlerleyim. Merhaba…

Kaynak: direnisteyiz.org