Cezaevlerinde Sağlık Hakkı İhlalleri

‘Ergenekon sanığı Asuman Özdemir’in siroz hastalığı nedeniyle, cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle tutuklu bulunan Hüseyin Üzmez’in de “Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden gelen ve akli dengesinin yerinde olduğu ifade edilen rapora rağmen” tahliye edildiği günlerde, Siirt Cezaevi’nden İstanbul’a getirilen 77 yaşındaki akciğer kanseri hastası Ali Çekin, adli tıp kapısında yaşamını yitirmiştir.’

Cezaevleri, her dönem evrensel ölçekte insan hakları sorunlarının yaşandığı bir alan olmuştur. Bunun temel nedeni uygulamadaki bozuklulukların yanı sıra bizzat hapis cezasının olumsuz doğasıdır.
İster bir tedbir, ister bir cezalandırma biçimi olsun hapsetme ya da başka bir deyişle “özgürlüğünden yoksun bırakma”, kişinin hak ve özgürlüklerinde doğal olarak bir sınırlama yaratmaktadır. Ancak bunun da ötesinde, hapsetme mekânlarının toplumun görüş alanının dışında kalan kapalı yerler olması; hapsetmenin zorlayıcı bir fiil olması; dolayısıyla hapsedilen kişinin haklarının ve hatta varoluşunun tamamıyla otoriteye bağlı hale gelmesi nedeniyle hapishaneler, her zaman ağır hak ihlallerine yol açma riskini ciddi olarak taşımaktadır.
Bu nedenledir ki, uluslararası hukuk, mahpuslar da dahil olmak üzere özgürlüğünden yoksun bırakılan tüm kişilerin korunması, haklarının kullanımının sağlanması ve tutulma yerlerinin koşullarının iyileştirilmesi yönünde birçok düzenleme ve denetim mekanizmaları geliştirmiştir.
Bunun en son örneği 2006 yılında Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek Protokol’ün yürürlüğe girmesidir. Bu protokol, tutukevleri ve cezaevleri de dahil olmak üzere her türlü alıkonulma yerinin bağımsız izleme kurulları tarafından sistemli ziyaretini ve denetimini öngörmektedir. Türkiye, protokolü 2005 yılında imzalamış olmakla birlikte henüz onaylamamıştır. Bundan dolayıdır ki, ülkemizde tutukevleri ve cezaevleri insan hakları ihlallerinin yoğun olarak yaşandığı kurumlar olma gerçekliğini uzun yıllardır korumaktadır.
2011 yılında genel merkezimize ve şubelerimize yapılan başvuruları incelediğimizde cezaevlerinde hak ihlalleri son yıllarda yine üst boyutlara ulaşmış, geçtiğimiz yıllara oranla cezaevlerinin en önemli sorunsalları hala çözülmemiştir. Başta sağlık sorunu olmak üzere, kötü muamele, disiplin cezaları, istek dışı sevk ve sürgünler, anadil hakkındaki ihlaller 2011 yılında da devam etmiştir.

Türkiye’de tutuklama rejimi var!

Cezaevlerindeki sorunsalları anlatmadan önce genel mevcudu görmek, bize durumun vahametini anlatmak için yeterli bir veri olacaktır.  Türkiye’deki cezaevlerinin kapasitesi 115 bin kişidir. Adalet Bakanlığının Aralık 2011 verilerine göre ceza infaz kurumlarına bakıldığında, Kapalı Ceza İnfaz Kurumları’nda 32 bin 951 erkek, bin 593 kadın ve bin 564 çocuk “tutuklu”; 17 bin 116 erkek, 641 kadın ve 146 çocuk “hükmen tutuklu”, 55 bin 514 erkek, 1933 kadın ve 71 çocuk hükümlü olmak üzere toplam 111 bin 529 kişi bulunuyor. Açık Ceza İnfaz Kurumları’nda ise 15 bin 403 erkek, 363 kadın “hükümlü” olmak üzere toplam 15 bin 766 kişi yer alıyor. Çocuk Ceza İnfaz Kurumları’nda da 354 “tutuklu çocuk”, 47 “hükmen tutuklu çocuk” ve 135 “hükümlü çocuk” olmak üzere toplam 536 çocuk bulunuyor. Türkiye’deki cezaevlerinde tutuklu 1918 çocuk, hükmen tutuklu 193 çocuk ve hükümlü 206 olmak üzere toplam 2 bin 317 çocuk bulunurken, 120 bin 984 erkek ve 4 bin 530 kadın da yer alıyor. Hükmen tutuklu ve hükümlü toplam mevcut olan 127 bin 831’dir.
Dolayısıyla mevcut kapasiteyi aşan 13 bin kişinin hangi şartlarda kaldığı düşünülürse cezaevlerinin “eziyet” mekânlarına dönüştüğünü ortadadır. Cezaevlerindeki kişilerin yüzde 42,5’ini tutukluların oluşturduğunu Türkiye’de ağır bir tutuklama rejimi vardır.
Özellikle hak ihlallerinin başında mahpusların tıbbi bakıma erişim hakkının engellendiği, hekim tarafından gerekli muayenenin yapılmadığı, insan onuruna aykırı muamelelere maruz kaldıkları belirtebiliriz. Mahpusların fiziksel ve ruhsal sağlıkları, özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları nedeniyle kendi olanakları ile tıbbi bakıma erişim hakkından yoksun olmaları ve cezaevi koşullarının mahpusun sağlığı üzerinde olumsuz anlamdaki olası etkileri nedeniyle özellikle önemlidir. Bu nedenle resmi kurum ve yetkililer, mahpusların yeterli düzeyde sağlıklı yaşam koşullarına ve tıbbi bakıma erişimini sağlamakla yükümlüdürler. Uluslararası standartlar, cezaevinde sağlanan tıbbi bakım hizmetinin, cezaevi dışındaki olanaklarla eşit olması gerektiğini belirtmektedir.

Adli Tıp Kurumu tahliyeleri engelliyor

Son yıllarda insan hakları savunucuları cezaevlerinde hasta mahpusların sorunları ve bunların çözümü konusunda yetkili makamlara defalarca dosyalar sunmuştur. Ama ölümlerin önüne geçmede yetersiz kalmıştır.2010 yılında kanser hastası Nurettin Soysal’ın tahliyesi cezaevindeki ağır hastalar ve insan hakları savunucuları için bir umut olmuşsa da, 2010 yılında başka tahliye gerçekleşmedi. 2011 yılında ağır hasta listemizdeki Basri Vardar tahliyesi, onlarca ölüm olmasına rağmen aynı umudu taşımamızı sağlamamıştır.
Cezaevlerinde hala ölümün eşiğinde 98 mahpus ağır ve tedavisi engellenen ciddi sağlık sorunları yaşayan 243 mahpus bulunmaktadır. Bunların tahliyesi önünde en büyük engel Adli Tıp Kurumu’dur.
Cumhurbaşkanının Anayasanın 104. maddesindeki yetkisini kullanmasında Adil Tıp Kurumu İhtisas Dairesi raporu gerekmemektedir. Yasal zorunluluk olmadığı ve üniversitede istihdam edilmiş uzmanlar da Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 64/3. maddesi uyarınca resmi bilirkişi olarak kabul edildiği halde, üniversite raporları yeniden test edilmek üzere, Adli Tıp Kurumu’na gönderilmektedir. Örneğin Ankara Numune Hastanesi’nin A. Samet Çelik hakkında verdiği heyet raporu,  “cezaevinde tedavisi mümkün değildir” şeklinde olmasına rağmen Adli Tıp Kurumu bu raporu baz almamakta, Çelik’in cezaevinde yatması doğrultusunda görüş beyan etmektedir. Ankara’nın en önemli devlet hastanesi hekimlerinin raporunun onlar için hiçbir hükmü yoktur. Adli Tıp Kurumu uzmanları üniversitelerin “bilimsel, akademik veya idari üstleri” değildir. Bu uygulamaya derhal son verilmelidir. Üniversitelerin veya Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastanelerinin Sağlık Kurul Raporları Cumhurbaşkanının yetkisini kullanması için yeterli sayılmalıdır. Bu konu basit bir genelge ile düzenlenebilir.
Adli Tıp Kurumu tarafından binlerce kilometrelik yolu katederek sağlıksız ring araçları ile İstanbul’a getirilen mahpuslarla adeta dalga geçilmekte. Ergenekon sanığı Asuman Özdemir’in siroz hastalığı nedeniyle, cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle tutuklu bulunan Hüseyin Üzmez’in de “Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden gelen ve akli dengesinin yerinde olduğu ifade edilen rapora rağmen” tahliye edildiği günlerde, Siirt Cezaevi’nden İstanbul’a getirilen 77 yaşındaki akciğer kanseri hastası Ali Çekin, adli tıp kapısında yaşamını yitirmiştir.
Adli Tıp Kurumu’nun bilirkişilik müessesesinin tarafsız ve bilimsel hareket etme şartı bulunuyor. Ancak bu kurum, taraflı davranarak bazı mahpusların serbest bırakılmasını sağlarken, ölüm döşeğinde özgürlüklerini bekleyen Ali Çekin, İsmet Ablak, Latif Bodur, Mehmet Aras ve daha nice mahpuslar hakkında ise verdiği insani ve vicdani olmayan kararları dolayısıyla güvenilirliğini ve tarafsızlığını sorgular konuma getirmiştir.

‘6 ay sonra hastaneye gidebilirsin’

Adli Tıp Kurumu, Adalet Bakanlığına bağlı bir kuruluştur. Hasta mahpuslar açısından en ciddi sorunlardan biri de budur. Zira devletin taraf olduğu bir süreçte devletin bir kurumunun bilirkişilik yapması tartışmaya açık bir husustur. Burada bilimsel kriterlerin oluşması mümkün değildir. Adli Tıp uzmanları sonuçta bilimsel kriterler neticesi seçilmemektedir.
Ağır hasta mahpusların tedavisi yapılmasında ciddi sorunlar yaşanırken diğer sağlık hizmetlerin de yapılmadığı genel başvurularımız arasındadır. Mahpusların anlatımıyla verilecek bir örnek bile durumu anlatmaya yetecektir:
«Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 2,5 yıldır tutuklu bulunan A.B., revirde doktor olmadığı için gardiyanın kendisine alerji iğnesi yaptığını ifade ederek “Koğuşa geldim ve biraz sonra daha da kötü bir hal aldım. Bu sefer saydığım hastalıklar vücudumun her tarafına yayıldı. Yine aynı akşam saat 02.00’de revire çıktım. Bu sefer acilden bir doktor geldi, o da bir iğne yapıp hastaneye sevkimi yazıp pazartesi acil çıkmamı söyledi. Ve o halimle pazartesi gününe kadar bekledim” dedi. Cezaevi müdürüne durumunu izah eden bir dilekçe yazdığını ama birinci müdürün kendisini muhatap almayarak tekrar revire gönderdiğini söyleyen A.B., “Bu sefer gelen doktor kendisinden önce gelen doktorun sevkimi yazdığı ve ancak birkaç ay sonra beni hastaneye götürebileceklerini söyledi. Acil olduğu halde beni göndermediler” dedi. Mahkemeye götürülürken takılan kelepçeden kaynaklı bileğinde şişme ve kızarma meydana geldiğini kaydeden A.B., bu durumunu doktorlara defalarca söylemesine rağmen hastaneye gönderilmediğini ya da kelepçe takmamaya yönelik herhangi bir raporun verilmediğini dile getirdi. Hastaneye sevk edilme durumunda en erken 6 ay sonrasında gidebildiklerini, yaklaşık 300-400 hastanın sevk durumunu beklediğini ifade etmiştir.»
Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız durum, genel anlamda aldığımız tüm sağlık hakkı ihlali başvurularının bir özetidir. Tüm cezaevlerinde en büyük sorun hekime ulaşma sorunudur. Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı arasında imzalanan protokol 5000’den az tutuklu ve hükümlü barındıran Ceza İnfaz Kurumları’nda hizmetin sürekliliği konusunda kaygı uyandırmaktadır. Aile Hekimliğine geçilen illerde Aile Hekimlerine “mobil” hizmet kapsamında görevlendirme yapılması sakıncalıdır. Özellikle 1000’den az tutuklu ve hükümlü bulunan kurumlarda haftanın beş günü poliklinik yapılması gerekliliği evrensel ilkesi çiğnenmektedir.
Ceza ve tutukevlerinin gereksinimlerini, psikolojisini ve çalışma ortamını göz önünde bulundurmaksızın taşeronlaştırma, geçici görevlendirme v.b. yaklaşımlarla sorunlar çözümlenemez.

Tanıksız işkence için tecrit

Başvurudan anlayacağımız diğer bir konu ise “kelepçe ile tedavi” sorunudur. Kelepçe ile ameliyata alınan, hastane koğuşunda kelepçe ile bekletilen kanser hastalarının başvuruları kaygılarımızı arttırmaktadır. Çoğu zaman hekimlerin kelepçe ile tedavi etmeyeceğini beyan etmesine rağmen jandarmanın hekimi tehdit ettiği bilgisi olduğu gibi, bunun tam tersi jandarmanın kelepçeyi çıkartmamasını hekimin istediğini başvurulardan anlamaktayız. Oysaki muayenenin tıbbi etik ilkeler ve İstanbul Protokolü uyarınca mahremiyete uygun şekilde, yalnız ya da en azından başkalarının duyamayacağı bir ortamda yapılması gerekir. Mahpusların muayene koşullarının insan onuruna saygılı bir şekilde olması gerekir.
Cezaevlerindeki kötü muamele ve işkence uygulamaları, yasalarla kazanılmış hakların cezaevi idaresinin keyfi davranışlarıyla kullandırılmaması, siyasi görüşünden dolayı mahpusların dış dünyadan izole edilmesi, kapasitelerinin üstünde olmasından dolayı mahpusların yerlerde yatırılması gibi sorunlara olan duyarsızlık ve ilgisizlik de ciddi anlamda sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Tutuklu ve hükümlüleri ‘topluma kazandıracağız’ mantığı ile onlara cezaevlerine kapayanlar, bu insanların cezaevlerinde yaşamlarını dar etmektedir. Cezaevlerinde insani koşullar maalesef mevcut değildir. Sağlığı yerinde cezaevine girenler, cezaevinin insanlık dışı koşullarından dolayı kanser dahil çok ağır hastalıklara yakalanmakta, dışarıya ancak tabutla çıkabilmektedir.
Bizler başından beri F Tipi cezaevlerini birer tabutluk olarak gördüğümüzü ifade ettik. Ve şunu da açıkça söyledik: Tecrit ve izolasyona dayalı infaz sisteminin tek sakıncasının kişinin ruhsal ve bedensel bütünlüğü üzerindeki derin etkileri değildir. Bunun yanında en az onun kadar önemli olan, mahpusun yalnızlığından yararlanıp, istedikleri şekilde işkence yapma zemini yaratmasıdır. Yani tecrit,  işkenceyi tanıksız bırakmaktadır.

Yapılması gerekenler

Ve daha yaşanılır bir ortam için cezaevlerinin fiziki yapısı, maddi koşulları ve uygulanan muameleler bir bütün olarak insan onuruna yakışır nitelikte olmalıdır. Özellikle işkence iddialarında olmak üzere, mahpusların muayeneleri İstanbul Protokolü uyarınca standart adli muayene formu kullanılarak kapsamlı biçimde yapılmalıdır. Mahpusların muayeneleri mahremiyete uygun şekilde, yalnız ya da en azından kimsenin duyamayacağı bir ortamda yapılmalıdır. Bu ortamın sağlanamadığı durumlarda, muayene sırasında bulunan kişilerin kimlik bilgileri rapora mutlaka yazılmalıdır. Cezaevi hekimi ve tıbbi personelinin İstanbul Protokolü eğitimi almaları sağlanmalıdır. Cezaevinde sağlanan tıbbi bakım hizmeti, cezaevi dışındaki olanaklarla eşit hale getirilmelidir.
Mahpusların yeterli düzeyde sağlıklı yaşam koşullarına ve tıbbi bakıma erişimi sağlanmalı; sağlık hizmetleri ve mahpusların hekimle görüşme talepleri gereksiz gecikme olmaksızın karşılanmalıdır. Uluslararası standartlar ile yasaklanan zincir, demir gibi kısıtlama araçlarının kullanılması önlenmeli, kısıtlama araçları cezalandırma amacıyla kullanılmamalıdır. Mahpusların anadilde görüşme ve yazışma hakları güvence altına alınmalı, mevzuat ve uygulamasından kaynaklanan engellemeler kaldırılmalıdır. Anadillerinde tedavi imkanı sağlanmalıdır.
Yemekler, yeterli ölçüde besin değerine sahip ve makul çeşitlilikte olmalıdır. Sağlık sorunu olan mahpuslara hekim kontrolünde özel diyet yemeği verilmelidir.
İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezanın Önlenmesi Sözleşmesi Seçmeli Protokolü’ne uygun şekilde, “bağımsız” ulusal denetim mekanizmalarının oluşturulması sağlanmalıdır. Cezaevlerinde tedavisi yapılamayan hasta mahpusların acilen salınmaları ve sıraladığımız önerilerimizin biran evvel yaşam bulması gerekmektedir.

Necla Şengül

İHD Cezaevi Komisyonu Başkanı

Kaynak: Hapiste Sağlık