Burundaki sakız ağacının selamları var. Köklerden haberleştiği Gezi’deki çınarların sevgilerini iletiyor. Bir yakadan bir yakaya yeraltından kurdukları ağlarla birbirlerine güç verdiklerini söyleyip beni teselli etti. “Hatırla” dedi, “Sus ve hatırla, çaresizlik dışarıya mahsus, içerlerde çare tükenmez.”
Davet alınca içerdekilere mektup yazmak üzere, ne yazsam, nerden başlasam bilemedim. Ben içerde miyim dışarda mı, içerisi neresi, dışarısı var mı?
Uzaydan bakınca masmavi bir topa benzeyen gezegenimiz dört bir yanında tırmanan aşırı sağcılığın ve Trump’dan Putin’e adları saymakla bitmez nice megaloman, narsist diktatörün ceberrut ve zehirli gölgesi altında havasını, suyunu, ağacını yitirmekteyken hep aynı sözleri mi tekrarlıyoruz acaba deyip susma orucuna girdiğim günlerdi. O zamanlarda gidip alnımı burundaki o sakız ağacına yaslarım. Hele hem kederli hem de çaresiz hissettiğim bir günümdeysem eğer, gel deyip kucaklar beni, gözyaşlarımın içine akmasına izin verir, alıp beni koynuna saklar, görünmez olurum. Orada öylece durup dururken bu sefer eni konu konuştu benle. Dedi ki: “Selam söyle içerdekilere. Söyle onlara, boşa gitmedi emekleri. Gezi Parkı’nın çınarları size belli etmiyorlar ama çocuklar gibi şen hepsi. Zaten bana göre onlar çocuk sayılırlar, hadi olsun olsun… 100-150 senelik bir geçmişleri var. Bizim burundaki sakız ağaçlarının yanında daha yeni yetme sayılırlar…
Ama pek güzel direndiler. Parkta sabahlayanların kurdukları çadırların üzerine kanat gerdiler, piyanosuyla uzaklardan gelip konser verene de, kitaplık kurup elden ele kitap geçirene de ev sahipliği ettiler. Şimdi biraz da hava atmıyor değiller ama atsınlar, haklarıdır. Onlar orada öyle yemyeşil ve pek vakur şehrin tam orta yerinde durup durdukça içerdekiler sanmasınlar ki unutuldular.
O parkta yazı ferahlatan her çınar gölgesi, baharda açan her manolya, meyvesini gelip geçene ikram eden her oyunbaz çitlembik, kokusuyla baş döndüren her gümüşi ıhlamur onlara müteşekkirdir, sakın karamsar olmasınlar!”
“Evet,” dedim… “evet de…” “Ne?” dedi sakız ağacı hafiften sabrı tükenir gibi. “Sayıp döktüm, söyledim işte… Daha ne?”
“Daha ne… olmaz mı,” dedim. “Şehir plancıları, peyzaj mimarları ve mimarlar… hem sonra hukukçular… ah o hukukçular… asıl onların hatırlaması… daha çok hatırlaması… her birinin ayrı ayrı vicdanının sesine kulak vermesi… eğer vicdan kaldıysa onlarda… hele o hukukçularda… o sızıyı dinlemesi… sızının sokaklara taşıp yeri göğü inletmesi… ne biliyim işte… böyle parça bölük bir şeyler… onlar içerde biz dışarda… haksızlık… hukuksuzluk… ve ille de çaresizlik… haksız mıyım başımı senin bağrına basıp ağladığım için?”
“Haksız sayılmazsın da… çabuk unutuyorsun” dedi o zaman sakız ağacı. “İçerdeyken ağlamazdın hatırla! Çaresizlik dışarıya mahsus, içerlerde çare tükenmez. Miden ne zaman nasıl iyileşti? Sen dışardayken, daha içeri girmeden önce böyle miydin? Hatırla!
1980 öncesi marazlı bir şeydin. Marazlı ve huysuz…. Karamsar ve mutsuz! Ne zaman düzeldin? İçerde! Çünkü orda başka türlü yaşayamazsın, çabuk fark ettin… Şimdi içerde olanlar da bunun pekâlâ farkında! Gezi Parkı’ndaki ağaçların şükranı, benim buradan yolladığım selamlar… sen söylemesen de onlara zaten anında ulaşır… benim senle selam söylemem onlar duysunlar diye değil de sen kendini işe yaramış hisset, iyileş diye. Hadi sus artık ağlama!”
O zaman biraz sakinledim. 3 Temmuz 2022’de Cansu Yapıcı’nın yazdığı o ilk mektuptan başlayıp dışarıdan içeriye yazılanları sırayla tekrar okudum. Sıra bana geldiği için mutlu oldum.
“İçeriden dışarıya, dışarıdan içeriye yazılan mektupların yitmediğini, kaybolup gitmediğini kuşaktan kuşağa öğrenmiş bir coğrafyanın insanlarıyız. Bundan böyle daha kaç kuşak acaba? Bizim kuşak göremez, o belli artık… ya bizden sonrakiler? Ya gezegen? O zamana kadar dayanacak mı bakalım? Uzaydan masmavi görünen gezegenimiz bize daha ne kadar katlanacak?”
Ben böyle sayıklamaya başlayınca susturdu beni sakız ağacı… “Hatırla,” dedi, “sus ve hatırla, çaresizlik dışarıya mahsus, içerlerde çare tükenmez.”
Kaynak: Birgün gazetesi
Fotoğraf: Laleper Aytek
- 4 gösterim