Ben arkadaşımı özledim. Gülmeyi, gözlerimin dolmasını, vasatlığa birlikte tahammül etmeyi özledim. Gıybetlerimizi, tüm saçmalıkların arasında hâlâ birlikte gülüp, “Ne münasebet” demeyi özledim. Ben arkadaşımı özledim. 2022’den beri sorular hep bilmediğim yerden geliyor...
Soru bilmediğim yerden geldi. Kilitlediği yerden. Cevapsızlığa mahkûm ettiği yerden. Çiğdem neden hapishanede? Bu sorunun yanıtını bir türlü bulamadım/k. Aynı Osman Kavala, Can Atalay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman için bulamadığım/ız gibi… Benim arkadaşımı kim suçladı? Benim kız kardeşimi kim yargıladı? Pardon, Çiğdem yargılandı mı? Tüm bu insanlar ne ile suçladılar? Çekilmemiş bir film? Katılmadığı halde ve hatta o tarihlerde İstanbul’da bile değilken katıldığı iddia edilen bir toplantı mı? Mesnetsiz, delilsiz iddialar mı? Yıllarca süren duruşmalar… Ve Çiğdem her duruşmada o salondaydı. Almanya’dan duruşmaya katılmak için geldi. Çünkü biliyor/uz, suçlu değil.
Ama bu soruların yanıtını biz veremiyoruz. Çünkü zaten verilebilecek bir yanıt yok.
Peki, neden bu kadar nefret ediyorlar bizden? Yaşam hakkı dediğimiz için mi? Eşitlik dediğimiz için mi? Kent hakkı dediğimiz için mi? O kent herkes için erişilebilir olsun dediğimiz için mi? Kadınlar da erkekler kadar bu haklara sahiptir dediğimiz için mi? Bu kadim toprakların tüm tarihi, tüm dokuları bilinmeli, unutulmamalı dediğimiz için mi? Siz hiç Mardin’in utangaç denizini gördünüz mü? Ya da Sur’da kollarınızı duvarların arasında açtınız mı? Hiç bir Sur çocuğu ile tanıştınız mı? Zigana’dan yukarı çıkıp, yıldızlara dokundunuz mu? Peki ya siz hiç İstanbul’a baktınız mı? Sesine kulak verdiniz mi hiç? Baktığınızda ne gördünüz? Biz o parktan, bir kente baktık. Bakarken de yaşayan bir ruh gördük.
***
Parkta yaşanan sevinçler, simit eşliğinde paylaşılan banklar, birbirine omuz veren kalabalıkların sesi… Gezi yaşamın, hayal kurmanın ve birlikte var olmanın mümkün olduğuna inanmanın ta kendisiydi. Biz bir kentin kalbini gördük. Onlar ne gördü? Ya da daha doğrusu, o kentin kalp ritmini nasıl hissetmediler? (“size baba diyebilir miyim amca”nın sınırından viraj alıyor ve mektubuma geri dönüyorum.) Soru bilmediğim yerden geldi Çiğdem. Konuşmadan nasıl anlaştığımızı mı anlatmalıyım burada? Bir mimiğinle nasıl sakinleştiğimi mi? Sanırım hiçbiri anlatmaya yetmeyecek.
Özledim. BirGün’ün “Dışarıdan İçeriye Mektuplar” serisinde, dört dörtlük bir yaşa gelmişken, 4x4 ile arazide giderken – teşbih-i beliğdir, hani yanlış anlaşılmasın – Mektubun içeriği bu olacak. Ben arkadaşımı özledim. Gülmeyi, gözlerimin dolmasını, vasatlığa birlikte tahammül etmeyi (çünkü sensiz inan bu çok zor oluyor, cidden zulümdür bu ama… ahmaklık, vasatlık ve basitlikle sınanmak da ne… ne münasebet yahu… )özledim. Gıybetlerimizi, tüm saçmalıkların arasında hâlâ birlikte gülüp, “ne münasebet” demeyi özledim. Telefonun ucunda olmanı (aslında kapalı görüşlerdeki telefonu düşünürsek, kimsenin hakkını yemeyelim, telefona eriştiğinde evet, telefonun ucundayız… Neyse ki, çok şükür.) Yazım hatalarımı düzeltmeni, köpüklüleri, trendleri konuşmayı özledim. Haklı çıkmaktan tükenmeyi ve üzerine kahkaha atmayı özetledim. Bir kere daha ‘Yanıltmadılar’ demeyi özledim. Ben arkadaşımı özledim. 2022’den beri sorular hep bilmediğim yerden geliyor. Cevapsızlığa çarpıyor. Ama buraya da bir revize vermek lazım. Kendimi de revize etmeliyim, eksik kalmış olmayayım. Ayrıca neden olmasın? Sorunun geldiği yer belli. Ama tutunduğu bir dal yok. O yüzden her defasında insanı aptala çeviriyor. Çünkü bu sorunun yanıtı bizde yok. Misal, o bahsedilen film… Hiç çekilmedi ya. Hatta yazılmadı, çizilmedi bile ya…
Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi sürecimizin başladığı günden bu yana Çarşamba günleri Çiğdem günü. Kapalı görüşlerde plastik telefonun sesi, açık görüşlerde üzerine koala gibi sarılmam… Ve her o koridorda yürürken mutfaktan yayılan yemek kokusu… Avluda çalışan mahkûmlar… Film gibi… Bir detayı daha buradan paylaşmak isterim: Biz Çiğdem’e moral vermeye gidiyoruz, ama her seferinde o bizi yükseltip paketleyip yolluyor. Tabii bir de gözünden hiçbir şeyin kaçmaması gerçeği. Tüm o duvarlara rağmen, kalbimin sızısını hissettiğinde, elinin kalbimin üstünde olması. Aynı, bizim de elimizin onun kalbinin tam üstünde olduğu gibi.
Ezcümle: Çiğdem is Çiğdem…
Arat’ın dediği gibi, “Birbirimizin sesine ses olmak, bakışına bakış olmak zorundayız.” Biz bunu yaptık, her çarşamba görüşte, her mektupta, her konuşmada. İçeriden bile dayanışmayı büyütmeye devam ettin/k. Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor. Defterimin arasında hâlâ bir çiçek var. Nadire’nin, Çiğdem’i özgür gördüğümüz son gün, Çağlayan Adliyesi’ne gelirken yanında getirdiği çiğdem çiçeği. Ama yüzümü hâlâ güneşe dönüyorum. Başımı kaldırıyorum, gökyüzüne bakıyorum. Hâlâ aynı gökyüzüne bakıyoruz. Ve hâlâ haklı olmamızın iç huzurunu seninle paylaşıyorum. Hazır iç huzur demişken, herkese tavsiye ederiz. Ki Çiğdem, bunu birkaç yazısında da tavsiye etmişti zaten. Bir perşembe gecesi çıkacaksın ve bir telefonla uyanacağım gibi geliyor. Hani olmaz ya, uyumuşum düşünsene… (uyumadı.) Ve telefon sesiyle uyanıyorum. Telefonun ucunda sen. (Bunu yazmadan geçemeyeceğim, rüyanın her bu bölümüne geldiğinde gözümün önüne ya Hakan Altun geliyor telefonun ucunda diyor, akabinde Kaiti Garbi Esena Mono… Hakkımızda hayırlısı be Çimocum.) Tutuklandığın günden beri bu rüyayı görüyorum. Tekrar ve tekrar… Yeniden bir arada olacağımız, kocaman sofralarda buluşacağımız günler çok uzakta olmamalı. Saf bir duygu ile adalete olan inancımı kaybetmemeye çalışıyorum.
***
Değerli okurlar, umarım sizin de hayatınızda sırtınızı dayayabileceğiniz, kalbinizi hisseden, aklınız farklı dahi olsa ortak olabilen, fayda-çıkar düşünmeden sarılabileceğiniz, hani arkanı döndüğünde O’nun orada olduğu bilip kendini güvenle boşluğa bırakma hali var ya, tam da öyle dostunuz/larınız olur. Ve bin şükür benim var. Dostluk, kız kardeşlik birbirini anlamanın en yatay halidir. Hangi hızda yürürsek yürüyelim, hep aynı ritmi bulduk seninle. Ve o ritim hiç kaybolmadı.
Not: Evet bugün 9 Şubat… Ve iyi ki… Son derece haklısın, her zaman olduğu gibi… Senin yerinde olsam ben de beni çok severdim. Ve fakat sen de benim yerimde olsan, sana bayılırdın.
Seni aşırı sevdiğimi ve aşırı özlediğimi söylemiş miydim? Çok seviyorum! Aşırı özledim!
Kaynak: Birgün
- 177 gösterim