Gebze kadın hapishanesinden gelen bir yazı: "BİR TARİH ROMANI: KEYAKİSAR"

Neden yazılır? Yazı yazmanın amacı nedir? Diye sorarsak birçok cevapla karşılaşırız. Yazı yazarak, acılarımızı, sevinçlerimizi, geçmiş, şimdi ve geleceğimizi anlamlandırmaya, tanımlamaya çalışırız. Geçmişimiz olumlu ve olumsuz mesajlarla doludur. Geçmiş mesajları okuyarak geleceğimizi şekillendiririz. Bu noktadan bakınca tarih canlıdır diyebiliriz. Canlı tarihimize ne kadar katkıda bulunabiliyoruz? Hele ki söz konusu Kürt halkı, Kürdistan coğrafyası olunca… Geçmişten gelen sesleri sadece duymak değil, tüm varlığımızla duyumsuyor muyuz? Okurken yazarken kendimizi ne kadar bu tarihin parçası görüp hissediyoruz?

Battal Odabaşı’nın, kaleme aldığı IŞIĞIN VE GÜNEŞİN OĞLU KEYAKİSAR romanından söz etmek istiyorum. Yazarın kişiliği hakkında bilgiye sahip değilim. Ancak yazdığı tarihi roman hakkında edindiğim izlenimi paylaşmak istiyorum. Bilindiği gibi Kürt tarihi hakkında araştırma-inceleme kitapları olsa da, roman yapıtları çok çok sınırlıdır. Bu gerçekliği dikkate alınca, Battal Odabaşı’nın bu çabasını, katkısını olumlu buluyorum.

Tarihi gerçeklere bağlı kalarak yazdığı roman, esas olarak, tarihi bir şahsiyet olan Keyakisar’ı konu alıyor. İnsan bu romanı okurken bir solukta bitirmek istiyor. Sürükleyici, öğretici, düşündürücü, duygulandıran, etkileyici bir yapıt. Med İmparatorluğu’na genişçe bir yer verilmiştir. Medya İmparatorluğu’nun topraklarında gezinmek, havasını solumak, oldukça güzel bir duygu. İnsan kendi aidiyetini çok derinden hissederek okuyor. Dağlarında, vadilerinde, yaylalarında Kürt kültürüyle buluşmak insanı etkisi altına alıyor.

Med İmparatoru Keyakisar’ın çocukluğuna şahit oluyoruz. Daha çocukluğunda onu nelerin beklediğini gördükçe, acılarını, sevincini, heyecanını onunla paylaşırız. Paylaştıkça bugünümüz ve geçmişimiz arasında bir yolculuğa çıkarız. Med imparatorunun çocukluğu nasıl başlar? Keyakisar nasıl büyür? Onun arkadaşlığı nasıldır? Bu soruların cevabını buluruz. Zerdüşt felsefesinin, Med İmparatorluğu’nu nasıl başarılı, ahlaklı, iradeli kıldığını görürüz. Keyakisar’ı Medya İmparatorluğu’nun güçlü komutanı Adır yetiştirir. Adır öngörüsü, cesareti, fedakarlığı, bağlılığıyla son nefesine kadar Keyakisar’ın yanında yer alır. Adır Zerdüşt inancıyla yüklü anlayışıyla, Keyakisar’ı etkiler. Yine Keyakisar Urartu kralının oğluyla (SERDUR) güçlü bir dostluk ilişkisi kurar. Aynı zamanda Kürt aşiretlerinin arasındaki güçlü dayanışmayı görürüz. Özellikle aşiret lideri Zana’ya hayran olmamak mümkün değil. Bugünümüzde Zana ismini alanların, Zana’nın ruhunu taşıdıklarına inanıyorum.

Maalesef ki, Keyakisar’ın başucunda boy veren ihaneti okudukça öfkeye kapılırız. Ancak Keyakisar’ın Urartuyla dayanışması sonucunda İskitler ve Asurlar karşısındaki zaferiyle heyecanlanır gururlanırız. Zafere ulaşmak için bir ulusal birliğe, bir de ideolojik zafere ihtiyaç olduğunu görürüz.

Yazar yapıtta, Keyakisar’ın Urartu prensesi ile olan aşkına da dikkat çeker. Keyakisar daha 15 yaşında iken prensesi görür ona karşı ilgisi gelişir. Bunun trajik, yürek burkucu bir anına tanıklık ederiz. Keyakisar, prensese bir demek kır çiçeği vermek isterken yüzünü Medya İmparatorluğu’nun başkenti Yekbetene’ye döner. Yekbetene’nin alevler içinde yandığını, dumanın göklere ulaştığını görünce, elindeki kır çiçekleri yere düşer. Daha küçük yaşında bu dram elbette insana bir şeyi öğretir. Kürt erkeğinin ve kadının aşkı yaşayabilmesi için öncelikle özgür bir vatana sahip olması gerekir.

Kitaba dair getirilecek eleştiriler de var. Örneğin Med kadınlarının rengini göremiyorum. Oysa ki Kürt kadınları Neolitik Çağ’ı binlerce yıl yaşamış Tanrıça kültürüne sahiptir.

Sonuç olarak; şu husus rahatlıkla belirtilebilir. Keyakisar romanı bizi Kürt tarihi ile ilgili araştırmaya, yazmaya, daha çok hissetmeye yöneltir. Tarihi romanları sevmeye teşvik eder.

31.07.2021

Ayfer AYÇİÇEK

Kadın Kapalı Cezaevi

Gebze/KOCAELİ