Görülmüştür Grubundan yazar Adil Okay'ın Bern sergi açılışında yaptığı konuşma

 

Değerli konuklar, sevgili arkadaşlar

Görülmüştür Ekibi ve redfotoğraf grupları olarak, 26 ayrı hapishaneye zorlukla girerek her siyesi gelenekten (sol, sosyalist ve Yurtsever) 100’e yakın tutsakla yaptığımız ortak çalışma iki sergi ve iki kitap olarak ete kemiğe büründü. Öncelikle politik tutsakların seslerini, düşlerini duvarların dışına taşıyabilmek amacıyla, OHAL döneminde binbir güçlükle hazırladığımız projemizin ikinci aşamaşının İsviçre’de sergilenmesine destek olan -başta Hacer Koçak olmak üzere- tüm arkadaşlarımıza ve İHDD’ye, HDK – A Bern’ ve Zentrum 5 ve KUTÜSCH emekçilerine teşekkür ediyoruz.

Burada, bu sergide tutsakların tecrite, yeniden başlayan fiziki ve psikolojik işkenceye, sürgünlere, kitap, gazete, dergi, boyalı kalem ve sık sık uygulanan mektup yasaklarına rağmen düşünce üretmeye devam ettiklerini göreceksiniz. Düşlerin tutsak edilemeyeceğini bizzat göreceksiniz.

Ayrıca zorlukla dışarı taşıdığımız “görülmüştür” mühürlü orijinal tutsak mektuplarıyla, fotoğraflarıyla, içeride yapılan resim ve karikatürlerle sizleri onların dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarmayı hedefliyoruz. Ancak sergiyi gezmeden, tutsakların düşlerine, umutlarına, sevgilerine ve öfkelerine dokunmadan önce kısa bilgiler vermek istiyorum. Aslında bu sergide tutsaklar zaten konuşuyor diye ben açılış konuşması yapmayı düşünmüyordum. Ama davete icap gerekti. Ve bizi davet edenler ülkeden taze haberler almak için uzun bir açılış konuşması yapmamı istediler. ben yine de 10 dakika ile sınırlı bir sunum yapacağım.

 

OHAL

Türkiye cezaevlerinde hüküm süren koşulları tek sözcükle betimlemek gerekirse sevgili hocam Sibel Özbudun’un  ifadesiyle vandalizm diyebiliriz. Tutsaklar cezaevi yönetimlerinin keyfiyetine  terk edilmiş durumda. Devlet vur diyor, zindan zebanileri öldürüyor. Durum o kadar kötü. OHAL kalktı ama OHAL’in uygulamaları yasallaştı.

 

HÜCRE MEKTUP GÖRÜŞ CEZALARI

Tutsaklar hiçbir yasa ya da yönetmelikte tanımlanmamış “suç”lardan dolayı, keyfî biçimde cezalandırılıyorlar: tek başlarına hücreye atılıyor, mektup ve görüş yasağına tabi tutuluyor, hücreleri hoyrat baskınlarla tarumar ediliyor, kişisel eşyaları kırılıp dökülüyor.

Kışın ısıtılmayan hücrelerinde, sınırlı sayıda bulundurabilecekleri kazaklarla ısınmaya çalışıyorlar.

 

YAYIN YASAKLARI

Kitap, defter, kalem gibi siyasal tutsakların vazgeçilmez ihtiyaçları sınırlandırılıyor. Mektuplaşmaları keyfi biçimde engelleniyor, dışarıda serbestçe satılan gazete ve dergiler “sakıncalı yayın” diye kendilerine verilmiyor.

 

SÜRGÜNLER

İstekleri dışında doğdukları, yaşadıkları yerden uzaklara,  binlerce kilometre uzaktaki cezaevlerine gönderiliyorlar. Böylelikle aileleri de alıyor cezalardan nasibini. Hasta tutsaklar kelepçeli sevk ediliyor, bunu reddettiklerinde ise muayene olanağından yoksun bırakılıyorlar. Hoş muayene edildiklerinde dahi bir aspirin tutuşturulup geri gönderiliyorlar.

 

 

ÇIPLAK ARAMA

Çıplak arama tek başına işkencedir o ki uluslararası insan hakları mevzuatına ve BM’nin bile insan hakları mevzuatına göre hapishanelerde insan onurunu aşağılamak yasaktır. Anlayacağınız, cezaevleri, yalnızca “genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, mizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak” vb. amaçlarla tesis edilmiş hürriyet kısıtlayıcı kurumlar değillerdir. Onlar, -hele ki siyasal tutsaklar söz konusu olduğunda- Devletin tutsakları elinde rehin tuttuğu, “dışarıdakiler”e gözdağı verdiği, kimi zaman intikam aldığı, kimi zaman siyasal pazarlık konusu yaptığı kurumlardır.

 

 

HASTA TUTSAKLAR

 

İHD Hapishaneler Komisyonu, Türkiye hapishanelerinde 402’si ağır durumda 1154 hasta mahpus olduğunu, mahpusların sağlığa erişim haklarının sağlanması gerektiğini açıkladı. Sorunun çözümü için devletin direktifinden çıkmayan hekimlerden oluşan Adli Tıp Kurumu’nun resmi bilirkişi olarak varlığına son verilmesi, bağımsız bilirkişilik kurumunun kabul edilmesi ve İstanbul Protokolü hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. ayrıca Cezaevlerinin; bağımsız izleme kurullarının, özel olarak da hasta mahpuslar sorunuyla ilgili olarak İHD, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Türk Tabipler Birliği (TTB) gibi kuruluşların denetimine açık hale getirilmesi, OPCAT’a [Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Sözleşmesi'nin Seçmeli Protokolü] uygun bağımsız ulusal önleme mekanizmasının kurulması şarttır.

 

KOÇER ÖZDAL

En son tüm kampanyalara rağmen tahliye edilmeyen ve elleri ile ayakları kelepçeli olarak, yakınlarıyla vedalaşmasına bile izin verilmeden hayatını kaybeden Koçer Özdal trajedisi durumun vahametini bir kaz daha ortaya koymuştur.

 

ONLAR RAKAM DEĞİL İNSAN

Şimdi hasta tutsakların birer gazete haberi istatistik olmadıklarını anlatabilmek için onların mektuplarından alıntı yapmak istiyorum. Tabi buraya gelen sizleri tenzih ediyorum. Ülke genelinde ne yazık ki halkın büyük çoğunluğu görmüyor,duymuyor, okumuyor. bir kesim de banane diyor. tabi insanlıktan nasibini almamış bir kesim de “iyi oldu” demek cüretini gösteriyor. Doktoru, savcısı, kolluk kuvvetleri, gardiyanları sanki seçme duygusuz insanlardan oluşuyor. Gardiyan, jandarma, polis işkence yapıyor, bazı doktorlar işkence izlerini görmezden gelip sağlam raporu veriyor, savcı şikayet dilekçelerini kabul etmiyor. Bunlar için “duygusuz” tanımı hafif kalıyor farkındayım. Ancak ben ülkeye geri döneceğimden dilime dikkat ediyorum.

 

Hasta tutsak Halil Güneş’in mektubundan

“Merhaba Sevgili Adil, mektubunu ve Öykü'nün fotosunu aldım. İlgin, duyarlılığın için teşekkürler. En son Gün Radyo'da seni ve Nihal'i (Boyacıoğlu) dinleme zevkine ulaşmış, selamlarınızı almıştım. Şu an yazmaya çalıştığım; iki-üç yıldır yazmayı düşündüklerimin nihayet kâğıda akışıdır. Gecikmenin birçok nedeni var. En önemlisi de hafıza problemi. Son 25 yılın zindanda geçişi, buna bir de çok ağır, ciddi sağlık problemlerimi ve doğru-düzgün sandalyeye oturamayışımı da eklersen gecikmeme hak verirsin sanıyorum… ” 

 

***

 

Korsakoflu Ergül Çiçekler

“Sevgili Adil, Merhaba.(…) Beni Devlet hastanesine götürdüler. Üstün körü bile olmayan muayenelerden geçtik. Zaten adli tıptan raporlarım olduğu için raporları gören doktorlar bir şey sormuyordu. Sonunda heyete çıkardılar heyette karar vermeyip tıp fakültesine sevk etti. Anlamıyorum nedir konu benim zaten Adlı Tıptan alınan korsakof raporlarım var. İyileşmeyen bir rahatsızlık diye de belirtilmiş. (…) Bu hastane fakülte yolculuklarından sonra sağlık durumum epey olumsuz etkileniyor. Mesela ilk hastaneden döndüğümde ring öyle sarstı ki FMF nöbeti geçirmeme neden oldu. (…)Yani devlet gene bildiğini okuyor. Evet adli-tıp raporlarının verilmesi 7-8 yıl oluyor ama ne önemi var Wernike-korsakof hastalığı iyileşmez bir meret ne diye aynı testler yapılıyor. Bu hastalık uzaktan anlaşılmıyor ama işte 20 dakikalık sarsıntılı bir yolculuk bile çok ciddi şeylere neden oluyor. (…) Eğer sizlerin bu kampanyalarda bu kadar emeği olmasa ben bunlara hiç katlanmazdım…”

 

***

 

korsakoflu Resul Kocatürk

“Sevgili Adil Merhaba; (…)Yıl 2003 Nisan'ı ortaları ve ben wernicke-korsakoff sendromu rahatsızlığım dolayısıyla altı aylığına bırakılıyorum ve tedavi sürecine başlıyorum. Yarim içeride ben dışarıda... Kısa süreliğine yarimin ziyaretçisi oluyorum. Ama ne var ki henüz TİHV'in olanaklarıyla tedavi sürecindeyken hareketimize yönelik bir operasyon saldırısıyla tekrar tutuklanıyorum ve hapislik kaldığı yerden başlıyor. Yarim bir mahpusta ben bir mahpusta... Ve 2004 yılı içinde yapılan infaz düzenlemesi ile yarim bir buçuk yıl önceden onuncu mahpusluk yılında tahliye oluyor. Ve denklem birden bire tersine dönüyor! Yarim dışarıda ben de içeride... Yarim ziyaretçim oluyor ve şimdilik böyle devam ediyor... Ama biliyor ve inanıyoruz ki gün gelecek bedenimize, ruhumuza yerleşen o yakıcı hasreti söküp atacağız. Büyük sevdamızın bağrında özgürlük türküleri söyleyip coşkuyla horon tepeceğiz...” Resul Kocatürk

 

***

Hasta tutsak Mehdi Boz’un mektubunu buraya gelmeden birkaç gün önce aldım:

Buraya geldiğimden beri hala tekli hücrede tek tutuluyorum. Üç kişi kalan arkadaşlarımın yanına vermeleri için tüm girişimlerime rağmen hala beni üç kişi kalanların yanına vermediler, keyfiyetçilik diz boyu bir sürü sorunla karşı karşıyayız. Dilekçelerimde hapishane yazdığımdan dolayı aylardır dilekçelerim alınmıyor. Bununla ilgili dahi sorun yaşıyorum. Geçenlerde dilekçelerimi geri getirip verdiler. Bende almadım elimi mazgalın arasına sıkıştırdılar elim hem şişti hem de hafif kesildi. Sağlığımda pekiyi değil her şeye rağmen moralimi iyi tutuyorum. Böbreklerimdeki protein kaçağından Dolayı beslenme diyeti almam gerekir. Dört ay oldu hala diyeti alamadım, kısaca durumlar böyle.

 

***

 

Kanser Hastası olan şair Erol Zavar anlatmış:

“Son ameliyatımı Haziran da oldum. Yani mesane kanserinde iyiye gidiş devam ediyor. Son zamanlarda bel ve kasıklarda geçmeyen şiddetli ağrılar var. Beyin cerrahi hekimi, kanserin kemiklere sıçrama olasılığı olduğunu, bunu kontrol etmek gerektiğini söyledi.Ben sağlık raporu için hastaneye gidip geliyorum. Hapiste kalabilir miyim, kalamaz mıyım onu değerlendiriyorlar. Kalabilir raporu çıkıyor hep, bundan da öyle çıkar. Zaten felçli hastaları bile "hapishaneden çıkamaz toplum için tehlikeli" diye bırakmayan olağanüstü "adil" bir yargıya sahip bir ülkedeyiz.”

 

 

Hasta  tutsaklardan Zeliha Bulut’un mektubundan bir bölüm

“Basından takip etmişsinizdir. Bizim dosya onaylandı. Bütün arkadaşlara ağırlaştırılmış müebbet verdiler. Bana normal müebbedi. Bir arkadaşa üst düzeyden üyelik! Üstelik hakim ‘daha fazla ceza olsaydı, daha fazlasını verirdim’ diye açıklama yapmış. Nedense hiç şaşırmadık. 12 Eylül’de babamlar yatıyordu, onun bir mantığı vardı en azından mantıksızlıklarının. Şimdi normal müebbede seviniyoruz! Cezalar o kadar üst perdeden veriliyor ki. Ne Allah duyuyor sesimizi, ne de paketler çözüyor. (…)

Papatya zamanında görüşmek dileğiyle… Serkeftin…

Zeliha Bulut…

 

Örnekler çoğaltılabilir. acil olarak tahliye edilmesi gereken hasta tutsakların hiç biri yukarıda mektuplarından alıntı yaptığım hasta tutsaklardan daha iyi durumda değil. 

 

Kurucuları arasında yer aldığım “Görülmüştür Ekibi” olarak (www.gorulmustur.org) konuyla ilgili defalarca haber yaptık. En son Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi ve birkaç örgütün desteğiyle hasta tutsaklar için kampanya açtık. Türkiye genelinde 300 aydına ulaşıp desteklerini aldık. İHD her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda hasta tutsaklar için açıklama yapıyordu. şimdi ona da engel çıkarmaya başladılar. Yani hükümetin “yüz kızartıcı” politikasında bir değişiklik olmadı.

 

 

MEKTUPLAR VE DİRENİŞ

Şimdi F tiplerinde en fazla 3 kişi dayanışmaya çalışıyor. Direniyorlar. Baskılara. Keyfi cezalara ve sıcağa. Sahi biz denize girerek, klimalı işyerlerinde – evlerde sıcağa karşı direnirken tutsaklar ne yapıyor. Koşullarını düzeltmek için çalışan İHD gibi kurumlar var tabi ama biz fazladan ne yapabiliriz? Şimdi zindanları boşaltma imkânımız yok. Ama en azından onlara, kendisi de korsakoflu bir eski tutsak olan Ganime Gülmez’in dediği gibi, “esinti yollayabiliriz.”

 

Nasıl mı?

Mektupla.

 

Son gelen tutsak mektuplarından birkaç alıntı yapayım, empati yapmanıza yardımcı olur ve belki bu güne kadar yazmayan, mektup arkadaşı olmayan kağıda kaleme sarılır.

 

24 Yıldır zindanda olan KASIM  KARATAŞ yazıyor:

"Sizin bana gönderdiğiniz ve “sakıncalı” deyip verilmeyen mektubunuz için İnfaz Hakimliğine başvurdum. Aradan neredeyse üç ay geçti hala bir karar verilmiş değil. Yine Abdullah Çelik arkadaşa gönderdiğiniz mektupta, iki ay sonra, arkadaşa “sizin gelen mektup sakıncalıdır” deyip, tebligat yaptılar. Bir süre önce, cezaevi mektup komisyonunda yazdığım mektup listesini istedim. Buraya geldiğimden bu yana (kart, mektup, faks) toplamda size gönderdiğim mektup sayısı 11 adettir. Mektupların bir biçimde postanelerde başına bir şeylerin geldiği kesin özellikle de size gönderdiğimiz mektuplar. Geçenlerde Hasan Mantıcı arkadaşa yazmıştım. “Devlet Adil arkadaşın mektuplarına ambargo koymuş” dedim. Devlettin gözüne battığımız kesin."

 

MEHMET GARİP YAŞ

 “Eskiden koğuşlarımızda saksılar ve türlü türlü çiçeklerimiz olurdu. Bir nebze de olsa baharın geldiğini daha iyi duyumsardık, hissederdik. Yine beton duvarlar arasındaydık ama biraz toprak da olurdu. Yetmediğinde ise çay posaları güneşte kurutulur, sonra da toprakla karıştırılırdı. Zahmetliydi biraz ama değerdi. (…)son beş yıldır toprak görmedim, kokusunu almadım, hissedemedim... Resimlerde, televizyonda görebildiklerimiz, okuduklarımızla bağımızı canlı tutmaya çalışıyoruz. Buna alışmamaya çalışıyorum.”

 

35 yıldır tutsak olan HASAN GÜLBAHAR

 “İnsanın ruhunu dumura uğratmadan tutsakların en basit günübirlik paylaşımını, dayanışmasını dahi çok gören bir anlayışın hesabı bu. Günün 24 saatini 2-3 kişiyle bir hücrede geçirmemiz az gelmiş anlaşılan. Ayda bir kere bir kaç arkadaşla bir kaç saatliğine spor ve sohbette biraraya gelme dışında insan-arkadaş yüzü görmek olanağı yok edildi. Gökyüzüne tel kafes gündemde şimdi. Düşünün! F-tipi tectit hücreleri de kesmiyor devletleri anlaşılan! Biz yine de iyi kalacağız. Ve öyleyiz-m.”

 

 

24 yıldır zindanda olan Gülazer Akın

"Değerli Adil abi,

Merhaba; dilerim dediğin gibi 2018'de buluşur söyleşiriz. aklıma gelmezdi. Zira daha sekiz yıllık mesafe var bende. oysa umutve beklentiler bizim yüreğimizde. Ayarlamasını biz yapabiliriz. Ama ben artık zamana sırtımı dönmeye karar verdim.

Pek yazamıyorum. Eskiden sanki daha vefalı ve duyarlıydım. tepkilendim. Yine mesele zaman!

Mesela tüm çocuklar büyüdü (ben içerideyken) yaşlılar göçüp gitti. Oysa çocuklara - Öykü de dahil- büyümeyin, yaşlılara da ölmeyin demiştim ama beni ciddiye almadılar.

Şimdi bu acıyı yüzümün hangi tarafına süreyim!

Ben de susmayı denk buldum bu oan bitene. becerebilseydim zamana gıcık olsun diye, dünyanın haline, bu coğrafyanın gümbürtüsüne, bir türlü rengine erişemeyişinin kahrına hiç konuşmazdım.

Sergi kitabını aldım. Teşekkürler. ama asıl teşekkür, istediğim fotoğrafı bulup çekmene. (...) Bu istediğim resmi karşımda görünce sevindim duygulandım. Çünkü sana demiş miydim, aslında beni çekmeni istemiştim. çocukluğumun hiç resmi olmadı!

(...) Her sergiye bizi davet ediyorsun ya. Mutlaka bir gün geleceğiz. ölü ve ya sağ olarak geleceğiz.

Hepinizin iyi olmasını umuyoruz. Biz de bunun için çabalıyoruz.

(...) Sevgi ve saygıyla selamlıyorum."

Gülazer Akın.

 

***

 

Mektuplar mahpusların gıdasıdır diyoruz ya. Hele hele bu sıcaklarda tatlı bir esinti olur onlar için yazacağınız mektuplar. Görülmüştür Ekibi’nin başlattığı kampanyanın sloganını yeniden anımsatayım:

“Sahi sizin hâlâ mektup arkadaşınız yok mu?

Oysa onlar sizin için içerideler. Unuttunuz mu?”

 

Bir kâğıt bir kalem. 1 Franklık pul. Hepsi o.

Ne yazarsanız yazın, onlara “esinti” gidecektir. 

 

SON SÖZ

Evet, mahpus mektupları insanın yüreğini yakıyor. Öfkemizi büyütüyor. Ülkenin başındaki ceberut hükümetin kara propagandası ve yandaş medyanın yarattığı sanal alem, halkın büyük çoğunluğunu kör-sağır-dilsiz eylemiş. Ama bizim ödevimiz bıkmadan, usanmadan bizim için, çocuklarımız için, doğa için, özgürlük ve eşitlik için mücadele ederken esir düşen bu insanların seslerini duyurmaya çalışmaktır.

 

Geldiğiniz beni ve tutsakları yalnız bırakmadığınız için hepinize teşekkür ediyorum.

 

Görülmüştür grubu adına

Adil Okay

Not: 27 Eylül'e kadar Bern'de ziyarete açık olacak sergi daha sonra sırasıyla Basel kentinde 29-30 Eylül ve Lozan kentinde ise 3-5 Ekim arasında düzenlenecek.