"Yani dünya zaten kadın için hep yüksek güvenlikli cezaevi konumunda oldu...."
İçeride o kadar kadın var ki. Sadece bu “yaşadığım” cezaevinde dört yüze yakın kadınız. Kadın-yaşam ilişkisine vurursak dörtyüz yaşam… Sanki bu dünya kadına çok özgürlük bahşetmişti de bu birkaç metrekarelik alana sıkıştırılıyor. Ve zehir zemberek koşullar altında yaşaması öngörülüyor. İnsan onurunu kıran, insanı aşağılayan koşullar, yasaklar, kısıtlamalar kadınlara reva görülüyor.
Evet çok kadın var içeride. Siyasi-adli fark etmez. Hapsedilmişliğin ağırlığı hepsinde aynı değeri taşır.
Sanki “dışarıda” iken, hayatın her anı bir sınırlandırılmışlıkla yüz yüze bırakmıyordu bizi.
Sanki zaten hep eve hapsedilmiyordu kadın.
Sanki ev dışında ille de bir erkeğin refakatinde çıkmıyordu sokağa bir de böyle ayrıca hapsediliyor, yüksek güvenlikli cezaevlerinde.
Sanki kararlarını kendisi alabiliyor, hayatına kendisi yön verebiliyordu gibi. Şimdi de böyle içerisi kadınlarla tıka basa dolduruluyor.
Yani dünya zaten kadın için hep yüksek güvenlikli cezaevi konumunda oldu. Toplumsal cinsiyetçilik denen olgu bunu içeriğinde taşıdı. Ayrıca böyle cehennemi mekanlara ne hacet.
Kadınların hapsedilmesi kadar korkunç bir şey yok gibi. Var mı ondan daha ağırı. Yaşamla özdeş tutulan kadınların hepsi… Bu küçücük mekan, bu koca koskoca duvarlar, bu demir-betona sığdırılan kadınlar…Güneşsiz ve topraksız…Nasıl da sararıp soluyorlar.
Ne büyük günah aslında. Hapsetmek –yoksa hapsolmak mı demeli - insana aykırıdır ama kadına daha çok aykırıdır. Zira kadın - toprak ilişkisi, gece-gündüz birliği, yer - gök bütünlüğü, ölüm - yaşam yakınlığı gibidir. Bunlar aksi gibi gözükse de birbirini tamamlayan, birbirinin devamı olaylardır. Kopmaz bağlar taşır. Birinin varlığı diğerini anlamlı ve belirgin kılar.
Kadın - toprak ilişkisi de biraz böyle ama iç içedir, daha eştir ve daha benzerdir. Keşke zindandaki kadının ulaştığı bir avuç toprakla, bir saksı çiçekle ilişkisini görseniz. O bir avuç, bir avuç ışıltıdır aslında.
Aslında düşünülse kadını topraktan, doğadan koparmaktan daha büyük zulüm olamaz. Yani ekstradan kısıtlamalara hiç gerek yok. Zira toprak kadın için yaşamın öz suyu kadar sakinleştirici ve besleyicidir. Ve sağaltıcıdır.
Onun için içerideki kadınlar daha erken hastalanıyor daha çok hastalanıyor. Doğadan koparıldığında beden hastalıkla tepki gösteriyor. Kadının doğayla uyumu erkeğinden farklıdır. Birbirine akıttıkları enerji daha engelsizdir.
Bu kadar kadın içeride olunca nasıl da verimsizleşiyorlar, oysa bu kadar kadın dışarıda olsaydı, doğaya yakın olsaydı ne çok verim katardı yaşama…
(NOT: Dün gece yan adli koğuşta kavga vardı. Kadınlar bağırıyor, inliyor, kapıları durmadan dövüyordu. Duvarlara, demir kapıya bütün güçleriyle vurup, çığlık atıyorlardı. İşte o zaman, o karanlıkta bu yukarıda yazdıklarımı düşündüm.)
12 Nisan 2014
Gülazer Akın
Kadın Kapalı Cezaevi B-4
Gebze/İZMİT
- 6 gösterim