Müebbetlik Tutsak Tekirdağ Hapishanesinde Korona Günlerini Yazdı

AĞIRLAŞTIRILMIŞ KARANTİNA

“Toplumdan tecrit edilmek, diğer insanlardan yalıtılıp yalnızlaştırılmak bir insana verilebilecek en büyük cezadır. Çünkü insan toplumsal ilişkiler içinde bir varlık kazanır. Bu ilişkiler içinde bir kişilik bir kimlik kazanır. Benlik bilinci bu ilişkiler içinde elde eder. Kendini, duygu ve düşüncelerini bu ilişkiler içinde tanır. Yaşamını bu ilişkiler içinde anlamlandırır. Bu ilişkiler içinde değişir, gelişir, yetkinleşir. Neyi, neden, nerede, ne zaman, niçin, nasıl yapacağının bilgisini bu ilişkiler içinde edinir. Neyin doğru, neyin yanlış; neyin iyi, neyin kötü olduğunu bu ilişkiler içinde öğrenir. Kısacası insan, diğer insanlarla olan ilişkisi sayesinde, diğer insanlarla etkileşimi içinde insan olur. Bu nedenledir ki tecrit edilip, diğer insanlardan yaratılıp yalnızlaştırılan bir insan, insan olmaktan çıkmaya başlar. Gün gün zihinsel yeti ve becerilerini kaybeder. Gün gün refleksleri zayıflar. Gün gün duyu organlarının işlevselliği azalır. Gün gün, sadece topluma değil, kendine de yabancılaşır…”

Okumayı bıraktı. Elindeki kitabı ranzanın üzerine attı. Çünkü bunları zaten biliyordu. Okuyarak değil; ağırlaştırılmış müebbetlik olarak, 15 yıldır tek kişilik hücrede olduğu için, zaten tüm bunları yaşayarak öğrenmişti.
Yıllardır büyük bir mücadele vererek; çizdiği resim ve karikatürleri, yazdığı öykü ve şiirleri dışarı göndererek toplumla olan bağının tümüyle kopmasını engellemeye çalışıyordu. Mektuplaşmaya, dışardaki gelişmeleri takip etmeye büyük bir önem vererek; diğer birkaç ağırlaştırılmış müebbetlikle ayda 3 kez çıktığı 1 saatlik kütüphane, ayda 3 kez çıktığı 1 saatlik spor ve biri açık olmak üzere, ayda 2 kez yaptığı 1 saatlik aile ziyaretleriyle tecridin üzerinde yaptığı tahribatı azaltmak için büyük bir gayret gösteriyordu.

Ama hiç beklenmedik bir anda gelen ve tüm dünyayı etkisi altına alan salgın/virüs korona’yı engellemek amacıyla devreye sokulan karantina uygulamaları, mart ayı ortasında, sahip olduğu az sayıdaki bu imkânları da elinden aldı… Spor ve kütüphaneye çıkamaz, ziyaret yapamaz, haliyle de kimseyi göremez oldu. Sınırlı sayıdaki t.v. kanalı haberlerinde salgın ve ölüm haberlerinden başka bir şey yer almaz oldu. Üzerinde virüs bulunabilir gerekçesiyle, gazeteler verilmez, mektuplar geciktirilerek/bekletilerek verilir oldu…

Böylelikle, zaten çok sınırlı olan insan ilişkileri tamamen ortadan kalkmış, bütün sosyalliği sonlanmıştı. Her türden fiziksel aktivitesi 2,5 x 5 m2’lik bir alana sıkışıp kalmıştı. Bu daracık alanda gezip dolaşması, spor yapması, volta atması mümkün değildi. Çünkü hücrenin içindeki ranza, çelik dolap, plastik masa ve plastik sandalye hücrenin içini/hareket alanını daha da daraltıyor; hücrenin içindeki 3m2’lik banyo/tuvalet/lavabo/bulaşıkhane yaşam alanını daha da küçültüyordu.
Kendini ilgilendirmese de dışardaki sokağa çıkma yasaklarından da fena halde etkileniyordu. Sanki hayat durmuştu. Zaman durmuştu. Sanki zaman ileri doğru akmıyordu. Sanki bir gelecek yoktu artık; hatta bugün bile yoktu. Sanki her şey anlamını kaybetmişti. Sanki yaşamın bir anlamı kalmamıştı. Birden geleceği düşünemez, geleceğe dair hayal kuramaz oldu. Gelecek, hatta içinde yaşadığı an, içinde bulunduğu zaman elinden uçup gitmişti.

Bugünün ve yarının içinde kendini düşünemez olunca, karikatür çizemez, resim yapamaz; şiir, öykü yazamaz, kitap okuyamaz oldu.

Önce iştahı kesildi; sonra kocaman bir değirmen taşı gelip kalbinin üzerinde ağır ağır dönmeye başladı. Geceleri ışığı söndürüp yatağa gittiğinde, nefesinin kesildiği hissine kapılıp boğuluyor gibi oldu… Çünkü bugün ve gelecek elinden uçup gidince kendine sadece geçmiş kalmıştı. Geçmişten kopup bugüne bir türlü gelemiyordu. Ama geçmişin anıları içerisinden de sadece hataları, yaptığı yanlışlar beynine hücum ediyordu. O hataları yapmasa hayatının kesinlikle başka türlü olabileceğini düşünüyordu. Yanlış olduğunu bile bile, bugünkü bilgisi, bugünkü tecrübesi, bugünkü aklıyla, kafasında canlandırdığı şekliyle, hayatını yeni baştan istiyordu. Hem de tüm benliği, tüm hücreleriyle… Geçmişe gitmek, bir hayatı yeni baştan yaşamak mümkün olmadığından, isteği, kendini kızdırmaktan, öfkesini artırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Kızgınlığından, öfkesinden sadece uyuyamaz değil, oturamaz; yerinde duramaz da olmuştu.

5 metrelik bir mesafede, eşyalara çarpmamak için, kıvrıla kıvrıla da olsa gidip gelebileceği bir volta alanı oluşturdu kendine. Kendini ezen ağır duygu ve düşünce yoğunluğu içinde hızlı hızlı volta atmaya başladı. Voltanın kendisine iyi geldiğini, biraz da olsa kendini rahatlattığını fark edince, volta sayısının artırdı. Egzersiz yapmaya başladı.

Sonra bir gün, karantina uygulamaları nedeniyle gardiyanların sabah ve akşam sayımlarında kapısını açıp içeri girmediklerini, küçük mazgal camından şöyle bir bakıp gittiklerini hatırladı ve birden avazı çıktığı kadar bağırdı:
“Ulan, hiç olmazsa sayımlarda içeri girip sabahları bir “günaydın” akşamları da bir “iyi akşamlar” diyenimiz vardı; şimdi o da kalmadı!”
4 Ağustos 2020

Hasan Şahingöz
1 nolu F Tipi Hapishane
C tek 55
TEKİRDAĞ