Müebbetlik tutsak yazdı: " El kol bağlı olunca çığlığın bile içinde patlıyor"

12 Ağustos ‘24

Sevgili Osman Uludağ;

Bilmenin, derinden duyumsamanın ağırlığıyla yaşamak her gün daha da ağırlaşıyor. İzlediğim her katliam haberiyle içimdeki organlarımın parçalandığını, kanın kelimelerime sirayet ettiğini görüyorum. Kanlı mezbahane denilen “uygarlık” tarihi zaten vahşetin resmiydi daima. Ortadoğu’da bir asıra dayanan vahşet tırmandıkça tırmanıyor. Filistin’de, Gazze’de katledilen insanların, çocukların parçalanmış görüntüleri kendinden başka kimseyi düşünmeyenlerin vicdanını sızlatmıyorsa onlar için yapacak bir şey kalmamıştır. Ve bu yangın, kör duyarsızlıkla büyüdükçe büyüyecek. Emperyalistler ve Siyonist İsrail devleti bölgesel savaşı başlatmak için bütün pervasız yöntemleri devreye koymuş uyguluyor. 

Bunlar olup biterken dışarıdaki sessizlik ya da klavye tepkisiyle görev savan hal - ve üstüne üstelik bu dijital tepkiye büyük anlamlar yüklüyorlar – tek kelimeyle çıldırma nedeni. Kişisel kaygıların zindanına girmiş toplumların kayda değer geleceği olmaz.

Demir kapının varlığı en çok bu keşif acıları yaşadığımda varlığını hissettiriyor. El kol bağlı olunca çığlığın bile içinde patlıyor. Yazmanın, anlatmanın deryada damla olduğunu bilincinin tevazusuyla hayatın acısına pansuman yapmak kalıyor geriye. Hayatı yeniden üretmenin yollarını arıyoruz.

Sevgili dostum, hayli oldu sana yazmayalı. Zaman bazen gergedan adımına ayak uydursa da, bazen de aritmetiğin dışına çıkıyor. Yılan kavlak değiştirmezse ölür ya; insanın kafası da üretmezse, kendini yenilemezse ölür. Ölü bir kafa kanımca alışkanlıktan ibaret vasat yaşamın aracıdır. Bu bilinçte olduğumdan, üretmeye, üretirken kendimi yenilemeye çalışıyorum. Aynı anda katmanlı bir roman üzerinde çalışıyorum. Evvelinde tasarladığım olay örgüsü, epizodlar yola çıkınca değişime uğruyor. Şimdi çatallı bulvardayım, hangi yönde gideceğimi belirlemek maksadıyla durup aklımı havalandırıyorum. Sana gecikmeli yazmamın nedeni buydu. Her halükarda kusura kalma, bu kadar uzun aralar vermezdim ekseriyetle.

Posta fiyatları mahpuslar için cep yakıyor. Normal mektup adrese ulaşmıyor. Hasbelkader adrese ulaşanlarda dört-beş ayı buluyor. Özel postanın da ücreti yarım kilo peynirle eşit. İstisnaların kaideyi bozmadığını anımsatarak, zenginin ne işi var mahpusta! Mahpusun geliri “ailesinden, yoksul ailelerin dişinden-tırnağından arttırdıkları. Ayda beş mektup gönderse kişi bütçeyi hayli zorlar. Dışarıda sınırsız telefona, internete bu kadar para ödeniyor mu? İkisi mukayese edilmese de. Bu durum mahpusların yazışmasını doğrudan etkiliyor. Mecburen arkadaşlar mektupların yanıt süresini uzatıyorlar. Hiper enflasyonlu oynak fiyatlar çocukluğumun ‘80’lerin ortasını anımsattırıyor.

(...)

Nihayet bir arkadaşımız tahliye oldu; on yıllık mahpusluğun ardında. Basında belki okumuşsundur, Ali Ekber Sever. Koşullu salıverilme tarihinden dokuz ay sonra tahliye oldu. Kurul CİK 89.maddesinin esnekliğini keyfi biçimde kullanarak tahliyesini ha bire erteliyordu. Sıklıkla kullandıkları gerekçe; ”örgütsel ortamda örgütlü bireylerle kalmak” ve “örgütten ayrıldığına dair sözlü ya da yazılı beyanda bulunmamak.” Bunlar mantık dışı gerekçeler; hapishanede illegal bir örgütten bahsetmek ancak mizah konusu olur. Bunun üzerinde durulduğunda ortada hapishanenin  resmi yönetimi olmaz. Mahpusların fikirsel ve kültürel müşterekleriyle birlikte yaşamaları, sosyal dayanışma içinde olmaları insani bir durumdur. Ayrıca Yargıtay’ın da lehe içtihat kararı var bu bağlamda. İçtihat kararında kanunda bu ifadelerin gerekçelerin bulunmadığını belirtiyor. Son yıllarda esas sorunlardan birisi de yukarıdan aşağıya kanunlara riayet edilmemesi, uygulanmamasıdır.

Koşullu salıverilmesi ertelenen bir arkadaşımız daha var, Ali Şen. Üç ay sonra mahpuslukta otuz bir yılını bitirecek. Üç ay sonra yeniden durumu değerlendirilecek. Haybeden tutuluyor hapiste. Dile kolay otuz yıl, neler neler yaşandı içeride dışarıda. Tarih direnenleri yazar. Umarım üç ay sonra da onu tahliye ederiz. Ağır ağır eksilmek iyi olur, gidenleri özlesek de. Çok uzun süredir mahpustalar arkadaşlar. Benim de yirmi üçüncü yılım. Tamı tamamına ömrümün yarısı içeride geçti, geçiyor. Yazmıştım sana, yeniden yargılamam bitmiş, temyize gönderildi. Şimdi dosyam Yargıtay’da, umutvarım, kanuna uyulması suretiyle. Yargıtay menfi bir karar verse bile AYM’nin lehte karar vereceğini öngörüyorum. Gerisini yaşayıp deneyimleyeceğiz.

Gönderdiğin iki kitabı da almıştım. Başta sen olmak üzere emeği geçen bütün arkadaşların emeğine sağlık. Kürtçeye layıkıyla yetkin değilim. Okumam değerlendirme yapacak nitelikte değil. Türkçe kitabın edebi değerlendirmesine lüzum yok. Zira yazan arkadaşların da gayesi edebi yönü yetkin hikayeler kaleme almak olmadığından, keza arkadaşların yazarlık iddiaları da bulunmuyor. Aralarında bir iki tanesinin yazarlık kumaşı da bulunuyor. Hikayeleri hiç mahpus yüzü görmemiş, mahpus bir hısmı bulunmayan insanların okuyup değerlendirmeleri daha uygun olur. Bende onların değerlendirmelerini merak ediyorum. Bana sorma:), yirmi üç yıldır buralardayım, yazılanların mislini deneyimlemiş, tanık olmuş ve dinlemişim. Ne şaşırtır beni…:) tek eleştirim, keşke daha çok ve daha fazla çevreden yazan arkadaş olsaydı. Muhakkak kapılarını çalmışsındır da. Buradaki arkadaşlarda okudu, teşekkürlerini iletiyorlar.

Benden özel bir isteğin olursa bildirmen kafi olur. Mektubun bana ulaşma süresini de hesaba katarak zamanı ayarlamanı öneririm ki gecikmiş olmayım.

Adil Okay ile nihayet tanışmışsın. Adil mahpuslara karşı oldukça duyarlı birisi. Aslında birlikte ortak çalışma da yapabilirsiniz. Epeydir Adil’e de yazamıyordum, onların çalışmalarına da katkı sunamıyordum. Senden ricam, Adil’in iletişim adresini yollar mısın bana? Kendisine çok selamımı iletmeni rica ediyorum. Ne tür çalışmalar yaptıklarını bilsem burada kendilerine katkı da sunardık. Artık bir – iki dergi dışında yayın da alamıyoruz.

Sağlığının iyi olmasına sevindim. Aman iyi bak kendine. Ben mi, mahpusa girdiğim yaştayım, yüz metreyi on saniyede koşacak yürek de baki, beden de dinç. Fırsat buldukça güneşleniyorum ara ara. Sıcak mevsimleri seviyorum. Sırt çantam bekliyordur beni.:) Unutmadan yazıştığın mahpus arkadaşlara selamımı ilet lütfen.

Gözlerim ağırlaştı; birazdan başlar serçe curcunası. Senin havalandırma :) (avlundaki) ağaçların hışırtısını duyuyorum, hafif hafif rüzgarda salınışları eşliğinde.

    Yazışmak dileğiyle, iyi bak kendine.

                                                                                          Sevgilerimle

 Erdal Süsem F Tipi Hapishane Edirne

resim: Hüseyin Yıldırım

Benzer Yazılar