Cezaevlerinde, yaklaşık 562 hasta tutsağın 60’a yakını ölüm sınırında ve acilen tahliye edilmeleri gerekiyor.
“Özgürlüğünden yoksun bırakılan her bireye insan haklarının gerektirdiği gibi davranılmalıdır” maddesi Avrupa Cezaevi Kuralları’nın ilk sırasında yer almaktadır. Hapsedilme; aynı zamanda bir insan hakları konusu olarak ele alınmaktadır. Bununla birlikte; özgürlüğünden mahrum bırakılmış bireylere ek bir cezalandırma yapılamayacağı vurgulanmıştır.
Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerinin sağlık hizmetlerine erişimi devletin ve cezaevi idaresinin sorumluluğu altındadır. Cezaevlerinde, tutuklulukların içinde bulundukları özel koşullar nedeniyle; sağlık erişim olanakları topluma göre daha zordur. İnsan hakları ihlallerinin gündeme geldiği bu alanda, mevcut ihlalleri basında ve sivil toplum kuruşlarının raporlarında bulmak mümkündür.
Türkiye’de sağlık hakkı ihlalleri
Türkiye’deki Cezaevleri’nde, her geçen gün ağırlaşan, hiçbir hukuksal dayanağı olmayan vicdan ilkelerini yerle bir eden durum vardır: “Hasta Tutsaklar”. Ağır hastalığı olan tutuklu ve hükümlüler, siyasal bir ısrarla bırakılmıyor; hatta ölüme mahkum bırakılıyor. Adalet Bakanlığı tarafından; Aralık 2013’te yapılan bir açıklamada, cezaevlerinde 144.212 “insan” bulunmaktadır. Bu utanç verici “kapatılma”; hasta tutsaklarla daha da kötü bir hal almaktadır. Son 13 yılda, 2300 insanın cezaevlerinde yaşamını kaybetmiş olması, bu sorunun keskinliğini göstermektedir.
Şu anda cezaevlerinde 163’ü ağır olmak üzere 544 hasta tutuklu bulunmaktadır. Üstelik bu 544 insan, sadece seslerini dışarıya duyurabilenlerden oluşuyor. Mevcut durum, sağlık hakkına erişimdeki haksızlığı gözler önene sermektedir. Cezaevi koşullarında yaşamını kaybedenlerin yakınlarının acı tablosu “kimse” için bir anlam ifade etmemekte ve cezaevlerinden hala insan ölümleri beklenmektedir. Hasta tutsakların cezaevlerinde ölümü beklemesinin, kendisinde ve ailesinde yaratacağı duygusal çöküntüyü de bu satırlarda tarif etmek imkansız olacaktır.
Acil olarak serbest bırakılması gereken hastaların, cezaevlerinde tutulmasına devam eden “siyasal tutum”, topluma tabut vermeyi tercih ediyor demektir.
Hastalıklarının tedavisinin cezaevlerinde mümkün olmadığı ya da hastalığının son evresine gelmiş; kendi kendine bakamayan, acil olarak serbest bırakılması gereken hastaların cezaevinde tutulmaya devam edilmesi, insanların yaşamlarını “ıstırap” içinde geçirmek dışında başka bir hak tanımayan “siyasal tutum”un, tüm topluma maalesef tabut teslim etmeyi tercih ettiği anlamına gelmektedir. Anayasa’nın 104. maddesine göre; Cumhurbaşkanı, “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek ve kaldırmak” yetkisine sahiptir.
Adlî Tıp Kurumu’nun sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hallerinden birinin bulunduğuna karar vermesi halinde dahi Cumhurbaşkanı, af yetkisini kullanmama konusunda takdir yetkisine sahiptir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu yetkisini 2008 yılından 17 Mayıs 2012 tarihine kadar sadece 26 hasta için kullanmıştır. Ceza İnfaz Kanunu’nun 16. Maddesinde; “hükümlünün hastalığının hayatı için kesin tehlike” teşkil ettiğine dair; Adlî Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen, tam teşekküllü hastanelerin ‘Sağlık Kurulları’nca düzenlenen, Adlî Tıp Kurumu’nca onaylanan raporla kişilerin infazlarının ertelenebiliyor. Ancak şimdi bu madde uygulanmıyor.
Psikolojik olarak da; yıldırmak istenen hasta tutsak ve hükümlüler, Adli Tıp’tan onay alma sürecinde oldukça zorluk çekiyor. Adli Tıp’ta haftalarca ve aylarca onay bekleyen hastane raporları; hasta tutsak ve hükümlüleri psikolojik olarak yok etmektedir. Hasta tutsaklar ve hükümlüler, saatler süren yolculuklar ile İstanbul Adli Tıp’a çağırılmakta ve çağrılan hasta tutsak ve hükümlülerin çoğu ret kararı ile geri dönmektedir.
“Maoist Komünist Partisi” davasından, hasta mahkum Abdullah Kalay, Kocaeli Tıp Fakültesi’nin “Abdullah Kalay, cezaevinde kalamaz, hastanelerdeki mahkum koğuşlarında bile kalamaz, tahliye edilmelidir” şeklindeki iki ayrı rapora rağmen hala cezaevinde tutulmaktadır. Kocaeli Üniversitesi, kronik kalp hastası Kalay’la ilgili; “Abdullah Kalay, bir kez daha cezaevinde kalp krizi geçirirse, Kalay’a müdahale edilemez, Kalay tahliye edilsin” şeklinde üçüncü bir rapor daha verdi. Adli Tıp; ise aksini iddia etti, Kalay hala cezaevinde tutulmaya devam ediliyor.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2013 Yılı İlk 6 Aylık Cezaevleri Raporu’na göre 872 ihlal yaşandı. 4 hasta mahkûm tahliye edilmedikleri için, cezaevinde yaşamlarını yitirdi. 350 defa sevk uygulaması yapıldı. 73 kez sağlık hakkı ihlal edildi. Yedi aile görüşü engellendi. 99 defa “tecrit” ve “izolasyon” uygulandı.
CHP Kocaeli Cezaevi Raporu’nda; 450 kişilik kapasiteli cezaevinde 255 kadın ve 508 erkek olmak üzere toplam 763 mahkûm bulunduğu belirtildi. Ayrıca; kadın koğuşunda çıplak arama ve keyfi tutanaklar dikkat çekti. Çıplak aramalar sırasında; regl olan kadın mahkumların petlerine kadar çıkartılmaya zorlandıkları ortaya çıktı.
CHP’nin Adana Cezaevleri Raporu’nda da; cezaevlerinde belirlenen kapasitenin üzerinde kişinin kalması, sıcak su bulunmaması, sağlık haklarının ihlali, koğuşlarda hijyen eksikliği, kitap sınırlaması ve sansürlemesi gibi koşullar ve uygulamalar olduğu belirtiliyor.
Sağlık Hakkı, her insan için alınabilecek, ücretsiz, temel bir haktır. Bu hakkın engellenmesi, bir insanlık suçudur.
Sağlık Hakkı; her insan için alınabilecek, ücretsiz, temel bir haktır. Bu hakkın engellenmesi bir insanlık suçudur. Bu hak; sosyolojik olarak insanların bulunduğu sınıfa, etnik kimliğe bakılmadan verilmesi gereken bir haktır.
Özgürlüğü kısıtlanmış tutsak ve hükümlülerin kimliğinin göz edilmesi ile siyasi çıkarlar doğrultusunda sağlık hakkı engelleniyor. Özgürlüğü kısıtlanmış bir insanın, hapis cezası üzerine “ikinci bir yaptırım” uygulanması ve böylelikle cezanın ağırlaştırılması, “insanlık suçu”dur. Ancak; cezaevlerindeki hükümlü ve tutsaklarının sağlık hakkı, siyasi kimliklerine göre engellenmektedir. Ağır hasta tutsaklar, sağlık durumu daha da kötüleşmesine rağmen serbest bırakılmıyor.
Sağlık Hakkı; bireyin önce kimliğine; sonra da özel durumuna bakılarak verilen bir hizmet olamaz. Tutuklu bir LGBTİ bireyin sağlık hizmetleri, onun LGBTİ kimliğine göre veriliyor/kısıtlanıyor ise, orada büyük bir “adaletsizlik” vardır. Tutuklu bir ‘Alevi’nin kimliğine, tutuklu bir ‘Komünist’in siyasi durumuna, dine, cinsel kimliğine göre bir sağlık hizmeti verilmesi bir “insanlık suçudur.”
Kapitalizm ve hükümlü-tutuklu sağlığı
Burjuva sınıfının iktidarda olduğu sınıflı toplumlarda “Devlet”; burjuvazinin çıkarları için kurulan bir sömürü aygıtıdır. Hukuksal olarak neyin suç olup olmadığını belirleyen, yine “Hâkim Sınıflar”dır. Dünyada, kapitalizmden emperyalizme geçiş, oldukça şiddetli burjuvazi savaşları ile olmuştur. Emperyalist düzende, yani kapitalizmin artık en üst seviyesine ulaştığı bir düzende, burjuvazi arası çatışmalar demokratik muhtevada çözülür hale gelmiştir. Milli burjuvazi ortadan kalmış, çok uluslu tekellerin merkezileştiği bir hâkim burjuvazi oluşturulmuştur. Erken kapitalistleşmiş ülkeler, “Dünya Sermayesi”nin neredeyse hepsine hakim olmuş ve buna göre geri kalan ülkeleri şekillendirmişlerdir.
Türkiye ise; çok uluslu tekellere göre şekillenmiş bir ülkedir. Bu düzene muhalif olanlar ise; en ağır şekilde cezalandırılırlar. Türkiye ‘de cezaevlerinin durumu, bu gerçeğin altını kalın bir biçimde çizmekte; egemenler başkaldıran ezilenlere duydukları sınıfsal kini yansıtmaktadır. Cezaevlerinden gelen ölüm, işkence, taciz haberlerinin ardı arkası kesilmemektedir.
Hasta tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinden tahliye edilebilmesi için yıllardır verilen mücadelenin sonucu olarak; 2013’te yeni bir yasal düzenlemeye gidilmişti. Yasal Düzenleme’de gelinen süreçte; bu uygulama da “işkence”ye dönüşmüştür. Şubat 2013’ten önce; tutuklu veya hükümlülerin sağlık nedenleriyle cezaevinde kalamayacak durumda olduklarının belirlenmesi için, “hayati tehlike” altında olup olmadıklarına bakılıyordu.
Burjuva sınıfının iktidarda olduğu sınıflı toplumlarda “Devlet”; burjuvazinin çıkarları için kurulan bir sömürü aygıtıdır.
Şubat 2013’te yeni bir düzenleme ile İnfaz Yasası’na “ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle cezaevinde hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının iyileşinceye kadar geri bırakılacağı” hükmü eklendi. Bu düzenleme ile getirilen “Toplumsal Güvenliği Tehdit Maddesi”; hasta mahkûmlarının önüne engel olarak dikildi ve bu gerekçeye dayandırılarak hasta mahkumlar serbest bırakılmadı.
İnsan Hakları Derneği Cezaevi Komisyonu’nun verilerine göre; son 6 ay içerisinde 14 tutuklu, Adli Tıp’tan rapor beklerken yaşamını kaybetti. Adli Tıp Kurumu; bir “Tıp Kurumu” gibi değil; bir siyasi merci gibi davranmakta ve cezaevinden tahliye edildikten kısa bir süre sonra hayatını kaybeden Güler Zere’nin tahliyesinde ortaya koyduğu tutumu devam ettiriyor: “Sadece hastanın durumuna bakmıyoruz, onların mağdur ettiği insanlara da bakıyoruz.” Devletin “intikamcı geleneği” nedeniyle; cezaevleri dolup taşarken, Mayıs 2013’e kadar tahliye başvurusu yapan 460 tutuklu ve hükümlüden, yalnızca 43’ünün cezasının infazı ertelendi. 417 kişinin istemi ise reddedildi. Bu arada; 113 hasta mahkûm, Adli Tıp Raporu beklemeye devam ediyor. Cezaevlerinde, yaklaşık 562 hasta tutsağın 60’a yakınının ölüm sınırında olduğunu ve acilen tahliye edilmesi gerekiyor.
Adli Tıp, siyasi kararlarla hasta tutsaklara işkence uygulanıyor. Tutsaklara; “Cezaevinde yaşamına tek başına devam ettiremez.” raporu verildiğinde; savcılar TMŞ’den rapor istiyor ve tutsakların tahliye edilmeleri engelleniyor. Hasta tutsakların bırakılması durumunda yine suç işleyeceklerini düşündüğüne kanaat getiren savcılar(!) tahliyeleri engelleyip insanlığın tüm değerlerini çiğniyor.
Ağır hasta tutuklu ve hükümlüler, İstanbul Protokolü Hükümleri’ne ve bu konudaki mevzuata aykırı şekilde, genellikle elleri kelepçeli şekilde muayene ediliyor ve tıbbi işlemlere tâbi tutuluyor.
Çeşitli illerinin Baroları, oluşturdukları bir heyetle, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerle görüştüler. Bu görüşmelerin ardından heyet; “Tutuklu ve Hükümlülerin Tedavi Süreçlerinde Yaşadıkları Sorunlara İlişkin İnceleme Ön Raporu” adıyla bir rapor hazırladı. Bu rapor, hasta tutsakların cezaevlerinde karşı karşıya kaldıkları ve işkenceye dönüşen hak ihlallerini şöyle sıralıyor:
Hasta tutuklu ve hükümlülerin hastaneye gitme ve muayene taleplerine uzun bir süre cevap verilmiyor. Talepten günler sonra, hastaneye götürülme işlemi gerçekleşiyor. Bu uygulama hastaların sağlık durumunu tehlikeye atıyor. Ağır ve acil hastalık durumuna rağmen; bazı ileri tıbbi tetkikler için 3-4 ay gibi uzun bir süre sonraya gün veriliyor. Hasta tutuklu ve hükümlüler, sağlık merkezlerine infaz kurumlarının ambulansı yerine; uygunsuz ring araçları ile götürülüyor. Muayene ve diğer tıbbi işlemlerin beklenmesi sırasında; ağır hastalar bile ring araçlarında bekletiliyor. Ağır hastalar birtakım prosedürler nedeniyle; herhangi bir muayene ve tetkik yapılmadan gereksiz olarak ring araçlarında tutuluyor.
Ağır hasta tutuklu ve hükümlüler, İstanbul Protokolü Hükümleri’ne ve bu konudaki mevzuata aykırı şekilde, genellikle elleri kelepçeli şekilde muayene ediliyor ve tıbbi işlemlere tâbi tutuluyor. Tıbbi etik kurallarına ve hasta haklarına aykırı şekilde, bu durum çoğu kez hekimlerin isteği ile uygulanıyor. Hasta tutuklu ve hükümlülerin bakımı, yine hasta olan tutuklu ve hükümlüler tarafından yapılıyor. Cezaevi koşulları ve hastaya uygun yemek verilmemesi nedeniyle; hastaların durumları daha da ağırlaşıyor. Tutuklu ve hükümlülere, gerekçesiz ve keyfi bir biçimde disiplin cezaları veriliyor. Ağır hasta tutuklulara bile, ölçüsüz bir şekilde disiplin cezaları uygulanıyor.
Uzun ve zorlu nakil sonrası, hastanede sevk ve inceleme sonunda verilen “sağlık bakımından cezaevinde tutulmasının uygun olmadığı” biçimindeki Adli Tıp Raporları’na rağmen, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Uygulanması Hakkındaki Kanunun “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmaması” şartına dayanılarak; kolluk ve savcılıkların keyfi kararlarıyla ölümcül hastaların tahliyesi engelleniyor.
Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Murat Akıncılar, hapishanede bulunduğu süre içerisinde görme kaybı nedeniyle bir dizi sağlık testi geçirmiştir. Bu hastalık için gereken titiz tıbbi desteğin cezaevi koşullarında verilebilmesi mümkün değildir. Cezaevi koşullarının neden olduğu yetersizlik, Murat Akıncılar’ı kalıcı “KÖRLÜK” ile sonuçlanacak çok ağır bir tablo ile karşı karşıya bırakıyor. Müdahalenin zamanında yapılmadığı teşhis, tedavi ve kontrol gereği gibi yürütülmedi. Önemli derecede görme kaybı yaşatan ve ilerleme tehlikesi bulanan rahatsızlığı, başka kişisel etkilerinin yanında psikolojik etkilerle de tetiklenmektedir. Murat Akıncılar, hapishanelerdeki sağlık ihlallerine yalnızca bir örnektir.
Cezaevlerinde, yaklaşık 562 hasta tutsağın 60’a yakını ölüm sınırında ve acilen tahliye edilmeleri gerekiyor.
Kaynak: www.gezite.org
- 13 gösterim