"Serçenin Kanat Çırpışı": Tutsak Müslüm Karadağ'ın şiirleri hakkında

‘’Serçenin Kanat Çırpışı / On‘lara anlatıyorum. ‘’

Serçe gibi asi, serçe gibi asil ve serçe gibi ürkek / kırılgan ve direngendir ruhumuz.

Hakikat arayışçısı yazı karkerleri / işçileri biraz da elektrona benzerler. Dar alanlara sıkıştırıldıkça hızları yavaşlamaz aksine artar. Sıkıştırıldıkça artar hızları. Böyle olmazsa duygu, düşünce ruh düzleminde hızlanma olmazsa amaca uygun yaşamak; ya da amacın vücut bulmuş hali olarak var olmak çok zor. Daha da zoru ömrünün baharında ölümsüzlük şal – şapıkını giyinip gidenlerin sana bıraktıklarını taşımak zor, çok zor!
Ondan yüreğimiz serçe yüreği umudumuz serçe kanadı narin ve nazeninliğinde olsa da taşırız yüreğimizde binlerce – milyonlarca yüreği taşırız bir o kadarda umut ışığını. Taşırız her anısı moral, her zerresi umut, her gülümsemesi tohum olan düşlerimizin yükünü layıkıyla taşır serçeyi bedenlerimiz gururla uçurur uçurum güzelliklerinde kanatlarımız.
‘’Müslüm Karadağ'ın On ‘lara anlatıyorum ‘’ adlı şiir kitabını bitirdiğimde zihnimde kırk tane serçe uçuşu verdi kendi sadeliğinin güzelliğiyle. Kırk serçenin her biri kendi sesi ve rengi şairin nazını fısıldıyordu bana. ‘’Yürümek sevmek demektir. ‘’ diyor şair, serçe sessizliğinde yürümek özgür yaşam denen sevginin sonsuz adanmışlığıyla. Sevgi emeği, adanmayı, fedakârlığı ve kavgayı istiyor, sevgi denen hak ‘ın arayıcısından.
‘’Tarihten bir ses / paniğe gerek yok diyor ‘’ Şair tarih serçeyi sesiyle cikcikliyor, güç veriyor, yol gösteriyor. Tarih, kör hücrede fısıldıyor serçeyi diliyle kökün – geçmişin türküsünü, serçeyi bir ezgiyle kulağa fısıldıyor şairin. Şair de kelimelerin. Ve her sözcük durmadan kanat çırpan serçe halleri, serçe oluşları kendi yanmışlığında. An ‘da serçe yuvasına dönüyor zihnimiz. Durmadan ötüyor serçeler, durmadan uçuyor serçeler.
Ve şair ‘’Bir çizik daha atıyorum duvara ‘’ diyerek serçeyi pençesiyle hafıza denen levhaya / duvara hakiki yaşama dair izler düşüyor; anı ‘ları, on ‘ları ölümsüz kılıyor yaşamın her anında. Her an ‘ın hafızası olan on ‘ları anarak yaşadığının / kendisi olduğunun farkında şair. ‘’İçimdeki hakikate bakıyorum. ‘’ içindeki hakikate bakabilme cesareti, kendini keşfetmenin Terzi Hermes’i zorlu sınavlarla dolu yoluna girmişliğin bilinçli arzusu ve tercihidir. Simurg – Sibaytik- otuz serçe ‘nin arayışını o kırk şiirinde kırk serçe tadında hakikatini bulma ve sunma arayışına uçuruyor.
‘’Ebediyen bir yabancı kalacak. ‘’ ; ebediyen kişinin kendisine yâda kendisinin başkasına, başkasının kendisine yabancılaşması bilinci, güçlü bir bilinçtir ve diyalektik ananın her daim doğum – oluşum halindeki var oluşunun sırrına ermiş olmayı dile getiriri.
‘’Umut zaferden daha değerlidir ‘’ diyor mısralarında; karanlığın kollarına kendini bırakıyor zannedilen yerde, umutsuzluk çayırının hasis otlarını, umudun kıvılcımıyla tutuşturup aydınlığa dönüştürüyor karanlığı. O ateşli çayırda kelimler serçelere dönüyor. Ve ateşten serçeler uçuyor ateş böcekleri misali karanlığın zifirisinde sistemin. Yanıp sönüyor serçeyi isyanın ateş böcekleri ve gece fenerleri oluyorlar.
Yalnızlık hissi çetin rüzgârıyla vurup duruyor birçok mısrasında. Arayışın yalnızlığıdır bu; durmadan yürüyüşünü sürdürüyor bu çetin yolda. Her şiir bir doğum, her doğum bir başına yapılan bir eylemdir. Her doğum aynı zamanda anne karnındaki, cennetten bir düşüştür. Ve şair, bu düşüşü bir korku hali değil özgürlük hali olarak tanımlıyor. Ve şair bütün acılarına rağmen özgürlük denene hakikatin yolcuğuna bilincine çıktığını haykırıyor. Evet! Her doğum bir yalnızlık her yalnızlık da bir doğum, şiir denen âlemde.
‘’Hayal var olmanın en güzel tarifidir. ‘’ diyor. Serçeyi bir hayal kurmadır özgürlük, tutsaklığın hücresinde durmadan uçurup durduğumuz. Her hayal özgürlüğe kaçış ve koşuştur. Yani firarisi olmak prangalımın. Ruhunu firariliğe alıştırmış bir arayıcının karşısında hangi duvar, hangi paslı demir kapı engel olabilir ki! Hayal etmek özgürlüğün kahkahasıdır. Kahkaha atıyor şair şiirlerinde. Anan – babaların kızı ve oğullarını kendi elleriyle gömebilmeyi bile şans saydığı bu kadim topraklarda, On ‘ların fısıltısını, haykırışını, kavgasını, türküsünü her şiirde görmek mümkün. Gidişler serçeyi kanatlarıyla her satıra konmuşlar ve nefes aldırıyorlar biz yoldaşlara. Ve gidenlerin ardındaki kalışın hüzünlü mahcubiyeti tınısı – rengini bütün satırların nefesine işlemiş. Bütün insanlıkla özdeşleşme üzerinden kendini sorguya çekmek, büyüyerek, toplumsal bilinç ve pak kalmış bir vicdanı gerektiriyor ve şair mısralarında vicdanlılığın yükünü nasıl yüklendiğini dile getiriyor. İlk başlangıçların acemiliklerin, tam pişirilmemiş cümleler kudurtsa da ‘’On ‘lara Anlatıyorum ‘’un içindeki şiirler bir serçenin kanat çırpınışı tadını tattırdı bana. Hem de sonbahar hüznünün artık kışın dondurucu soğuğuna everileceği o son demin seher vakitlindeki pır pır eden kanat çırpınışını. Tabi kışın ardı bahar hülyasıyla.
Şair içinde yaşadığı fırtınayı mavi bir şal ile örtmeye çalışsa da yüreğindeki fırtınayı ateşten acıyı hissetmemek mümkün değil.
Serçe kuşunun nazik kanat çırpışı, sessizliğin sesi olarak kelebek etkisi tadında. Sessizliğin sesi ya da sessiz bir fısıltı olarak gururlu bir acının ve onurlu bir hüznün dile gelimi. Kelimelere sığmayanı anlatmak, herkesin harcı değil. Sanki kelimelerin kendisi değil de fokurdayışlarının sonucunda doğan buğuyu buharı ve ısıyı paylaşıyor mısralarında. Tabi yaşadığı içsel volkanı fokurdatmayı hissettirerekten. Bir şair başka ne isteyebilir ki söylemeden söylemek, anlatmadan anlatmak yüreğin diliyle.

Demini daha da almış mısralar dileğiyle.

HÜSEYİN GÜÇLÜ
ŞAKRAN 2 NOLU T TİPİ CEZAEVİ
ALİAĞA- İZMİR

MÜSLÜM KARADAĞ
H TİPİ KAPALI CEZAEVİ G3
GAZİANTEP