Sesimizi duyun ölmeyelim!

' Tanrım bir gün daha, diye düşündüm. Hiç de hoş bir düşünce değildi bu. Çıplaktım. Öldüresiye bir soğuk vardı. Kötü koku bana durumumu hatırlatırcasına yükseldi. Döşeme nemli ve yer yer yapışkandı. Çöp kümeleri hücrenin her yanına dağılmıştı. Ve zifiri karanlıkta çevremdeki kirli, eğri büğrü duvarlardan korkunç şekiller bağırıyorlardı bana. Bok ve sidik kokusu ağırdı ve kolay kolay geçmiyordu. Küçük su kabını çöpler arasından aldım ve boğazımdaki kirli tadı boş yere yok etmek çabasıyla sabahın bu erken saatinde su içmeye çalıştım. Tanrım soğuktu.'

 

Hücresinde ki bu insanlık dışı yaşama karşı isyanın sesi İrlanda Cumhuriyet Ordusu IRA’nın üyesi Boby Sands’ın sesidir. Dört buçuk yıl Long Kesh İngiliz Toplama Kampının HBloklarında kaldı. Boby Sand ve dokuz arkadaşı 1981 yılında açlık grevlerine başladılar. Boby Sands açlık grevinin 66. gününde öldü. Diğer arkadaşları onu izleyen zamanlarda öldüler.

     İnsanlığın sıfır noktasına çekildiği, iktidarların ve egemenlerin en kontrol edilemez davrandıkları yerler kuşkusuz bu kapalı kapılar ardında beter bir dünya olan hapishanelerdir. Bizim gibi aslında üçüncü dünya ülkelerinden bile geride sayılabilecek ama yasalar ile demokrasi olan adlandırılan sistem ile yönetilen ülkemiz için hapishaneler bir baskı aracıdır. Bugün hapishanelerde, hücrelerde, tecritte, F tiplerinde binlerce mahpus insanlık dışı koşullarda yaşamaktadır. Türkiye’de idam cezasını 2004 yılında 5218 sayılı kanunla tüm suçlar için kaldırmıştır. İmza attığı ve uluslararası alanda kendini bağlayan devlet, cezaevlerinde mahpusların ölümlerini çabuklaştırarak, hasta olan mahpusların tedavi imkanlarını ortadan kaldırarak idam cezasını bir başka şekilde fiili olarak uyguluyor.

     İnsanları suç diye nitelendikleri fiilleri işlemelerinden dolayı kapatmalarının gerekçelerini ülkeler hukuk ile meşru kılmakta. Özellikle 1980 ve sonrası hapishaneler ve cezaevlerinin düzenlemelerinin ıslah ve baskı aracı olarak birer eziyet ve işkence kamplarına dönüştürülmesinde hedef kitle siyasi mahkumlardır. İstatistik verilerine bakıldığında son on yıl içerisinde mahkum sayısı önceki zamana oranla iki katına çıktığı gözlemlenir. Düşünce suçu kapsamında yani kendi iktidarına karşı olduğunu düşündüğü ve hatta karşı olabileceğini düşündüğü binlerce insanı da bir paranoya dahilinde kapatmıştır. Gazeteciler, öğrenciler, Kürtler,siyasetçiler, ulusalcılar ve hatta iktidarlarını aslında bir şekilde borçlu oldukları asker ve polisleri dahi bu devlet paranoyası ile mahkum ettiler. Birçoğu karar verilip hüküm giymeden hükümlü olarak yıllarca mahpus edildi.

     Suç ve suçlunun tanımı aslında hukukidir. Bu terminolojide suç; kendisine yaptırım olarak ceza konmuş eylemdir. Suçlu: Ceza konulmuş eylemi yapan kişilerdir. TCK’da 1982 Anayasasında “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılan cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hüküm olunamaz.” Oysa 1982 anayasasının oluşturan çatı bir darbeydi. Dolayısı ile darbe anayasasında suçun ve uygulanacak hükmün kanuna eklemlenmesine rağmen, suçun ne olduğu tanımlanmaz. Buradan iktidarların kullanacağı geniş bir alandan faydalanması düşünülmüştür. Yani hükümler de suç niteliği, kanunlara göre değil, kanun koyuculara göre belirlenmiştir. Onlar kimin suçlu, kimin masum olduklarına karar verecek yetkililerdir. Elbette bu kollektif mahkum etme pratikleri iktidarlar ve aslında erk kullanımı açısından ayrı ancak fiiliyatta birlik olan yargı ile de yerine getirilmektedir. İktidarlar ve kurumu olan devlet tarafından maaşı verilen hüküm belirleyici kurum ve kişileri elbette iktidarların isteği yönünde karar verecektir.

     Suçun tanımının izafi olmasının en büyük nedenlerinden biri yasa karşısında ve yasa koyucular nezdinde suç sayılan fiiller halkların ya tamamı ya da belli bir kesimi tarafından oldukça yerinde bulunabilir. Sınıf mücadelesinde, sosyalizm mücadelesinde ve halkların kendi kaderini tayin etme çerçevesinde politika yürütenler için suçlu demek yalnızda iktidarların dilini kullanmaktır. Ayrıca haber alma özgürlüğü çerçevesinde görevini yapan gazeteciler, işçi haklarının önderleri olan sendikacılar, geleceği daha güzel hale getirmek isteyen öğrenciler ve benzer fiilleri yapanların hemen hepsi iktidar tarafından suçlu olarak kabul edilmekte. O zaman hüküm belirleyici yasalar kapitalist sisteme hizmet eden iktidarların, burjuvazinin, sermayenindir. Ve aslında sınıfsız toplum için doğru değildir.

     Tüm bu minvalden yola çıkarak devletin zor sopası olan hapishanelerde binlerce mahkum egemen yasalarına göre kapatılmışlardır. Ve işin en ürkütücü yanı, bu zor mekanizmasında yüzlerce hasta mahpus sağlıklarından yoksun, bakımlardan ve tedavilerinden yoksun içeride alıkonulmaktadırlar.

Tecritin ağır koşullarında insanlığın adeta öldürüldüğü yerlerde yaşamaya mahkum edilen insanlar ağrılarıyla,yaralarıyla, çaresizlikleri ile baş başa. Devlet hapishanelerde mahkumlardan intikam alıyor. Bizim de dışarıda insanlığımız sınanıyor. İnsan onurunun hiçe sayıldığı devlet otoritesi karşısında mahkumlar en insani durumlarından askıya alınıyor. En son siyasi mahkumlardan Yaşar Dere hapishane yetkililerine bilgi verilmesine rağmen tedavisi yapılmayarak ölümüne neden olundu. Devlet bu şekilde idam cezası konusunda sürdürülebilir bir politikasının hiç bitmediğini ve bitmeyeceğini söylüyor.

Hasta mahpuslar için cezaevi yönetimlerine verilen dilekçeler ya hiç cevaplanmamakda ya da oldukça geç cevaplanarak tedavi süreçleri yavaşlatılmaktadır. Hasta olan mahpusların kendi ihtiyaçlarını görememesine ve seyahat etmesine imkan bulunmamasına rağmen bulundukları yerlerden başka ceza evlerine nakilleri yapılmakta. Hasta mahpuslar için serbest bırakılması yönünde yapılan başvurularda “toplum güvenliği için tehlikelidir” diyerek geri çevrilmektedir.   Yine raporlara göre Adalet bakanlığına hasta mahpusların serbest bırakılması için yapılan başvuruların yalnızca %9.5 ine olumlu yanıt verildi.

BDP’nin “Hasta Mahpuslar ve Cezaevi Sorunları 2014 Raporundan bazı bölümler;

-Sincan F Tipi Cezaevi’nde kalmakta olan Kemal Gömi adlı siyasi mahpus ”Rezidüel Şizofren” yani şizofreninin ileri dönemlerini yaşayan, şizofrenik nöbetler geçiren ve hissiyatın kaybolması, idrak kabiliyetini yitirme konumunda olmasına ve 11 kez ATK’dan serbest bırakılması gerektiği önünde rapor aldığı halde serbest bırakılmamaktadır. Ağırlaştırılmış müebbete mahkum olan bu hasta mahpus, doktor raporlarına göre kendisine zarar verme riski taşıyor olmasına rağmen tek kişilik hücrede çıldırtma yöntemlerine maruz bırakılmakta, kendisini öldürmeye teşvik edilmektedir.

-Durumları ağırlaşıp geçici sürelerle hastaneye yatırılmaları halinde mahpuslar son derecede kötü, ışıksız,havasız, dar, kapalı ortamlarda, kimi kez yatağa kelepçeli bir şekilde tutulmaktadırlar. 17 yaşındaki kanser hastası çocuk Abdullah Akçay, böylesi bir ortamda yaklaşık 7-8 m2’lik bir bodrum kat hücresinde 1 yıl tutulduktan sonra hayatını kaybetmiştir. Dolayısıyla hapishanelerden hastanelere götürülen mahpusların tedavisi de tam bir işkence halini almış durumdadır. Hastalıkları nedeniyle yaşamlarının sonuna gelmiş mahpusların hapishanelerde ya da hapislik koşullarında hastanelerde tutulmasının insani olmadığını, bu kişilerin Lizbon Hasta Hakları Bildirgesinde yer aldığı gibi onurlu bir şekilde ölmeye hakları olduğunu, veda ve huzur haklarını kullanmaları gerektiğini belirtmek gerekmektedir.

-Metris T ve R Tipi Cezaevlerinde kaldıktan sonra koşulları protesto için açlık grevinde bulunan ve Ümraniye Cezaevi’ne sürgün edilen  kolları olmayan, kafasında kurşun yarası bulunan Ergin Aktaş, ATK’nın hakkında düzenlemiş olduğu “cezasının infazının ertelenmesi uygundur” şeklindeki raporuna rağmen “ağırlaştırılmış müebbet”  hapse mahkum olduğu için yalnızca ve yalnızca bu gerekçeyle Bakırköy infaz savcılığı tarafından serbest bırakılmamıştır.

Cezaevlerinde Yaşamını Yitiren Hasta Mahpuslar

Adalet Bakanlığı verilerine göre

1997 Yılında 122

1998 Yılında 152

1999 Yılında 190

2000 Yılında 188

2001 Yılında 155

2002 Yılında  89

2003 Yılında 163

2004 Yılında 54

2005 Yılında 59

2006 Yılında 157

2007 Yılında 176

2008 Yılında 211

2009 Yılında 287

2010 Yılında 307

2011 Yılında 321

2012 Yılında 346

2013 Yılında 316 

Yine BDP’nin Raporundan ölümlerle ilgili bazı ısımlar;

Hacer Kaya

24 yaşındaki kanser hastası Hacer Kaya, “PKK üyesi olduğu” iddiasıyla tutuklanmıştı.

Marmara Üniversitesi öğrencisi olan Kaya, 4 Nisan 2003 tarihinde,tutulduğu Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde yaşamını yitirmişti. Hacer Kaya’nın Avukatı Okan Yıldız, bir gün önce İstanbul DGM’de yapılan duruşmada tahliye talebinde bulunmuş ancak taleplerinin reddedilmişti.

Resul Güner

Kolon kanseri olan Resul Güner için Cumhurbaşkanı,Adli Tıp Kurumu’nun ‘tedavisinin dışarıda yapılması gerekir’ şeklinde rapor vermesi halinde af yetkisini kullanılacağını belirtmişti. Ancak Güner’in cezaevinde kalmasının sakıncalı olduğu’na dair raporu olmasına rağmen, ATK’de rapor alması engellenmişti. Güner, 17 Ağustos 2008 tarihinde, Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, ‘Mahkûm Koğuşu’nda yaşamını yitirdi.

İsmet Ablak

18 Temmuz 2009 tarihinde, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren İsmet Ablak, mide kanseri teşhisiyle tedavi görüyordu. En son Erzurum Yüksek Güvenlikli H Tipi Cezaevi’nde tutulan İsmet Ablak’ın yaşamını yitirmesinin ardından Erzurum Cumhuriyet Başsavcısı Sinan Kuş, Ablak’ın cezasının ertelenmesi ve Cumhurbaşkanı tarafından affedilmesi için girişimlerde bulunduklarını ancak, Ablak’ın Adli Tıp Kurumu’ndan daha rapor gelmeden yaşamını yitirdiğini açıklamıştı.

Yılmaz Keskin

Kanser hastası Yılmaz Keskin, 2 buçuk yıl tutuklu kaldıktan sonra, ancak öleceği kesinleşince tahliye edildi ancak tahliye edildikten bir hafta sonra, 10 Ağustos 2009 tarihinde yaşamını yitirdi. Keskin,adli bir suç nedeniyle tutuklanmış ve 33 ay tutuklu kalmıştı. Günlük ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak durumda olan Keskin, kanser hastası olmasına rağmen haftalarca hastaneye götürülmediği iddia edilmişti. Kesinleşen hapis cezasının infazı için hakkında tutuklama kararı çıkarılan Kızgın’ı,taburcu olduğunda tutuklamak üzere, ömrünün son aylarını geçirdiği hastane kapısının önünde polisler bekliyordu.

Osman Yiğit

1990 yılında kalp ameliyatı geçiren ve kalp kapakçıkları değiştirilen Osman Yiğit, 27 Nisan 2010 tarihinde, Mersin E Tipi Cezaevi’nde tutukluyken, tekrar kalbinden rahatsızlandı ve kaldırıldığı Adana Balcalı Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Yiğit, tutuklandıktan sonra tüm sağlık raporları ile, ilgili mercilere başvurarak düzenli tedavi olması gerektiğini belirtti, ancak tahliye edilmedi. Ceza evinde sık sık rahatsızlanıp hastaneye kaldırılan, son olarak da tedavi gördüğü Mersin Devlet Hastanesi’nden Adana Balcalı Hastanesi’ne sevk edilen Yiğit, riskli bir ameliyat geçirdi. Yiğit,ameliyat sonrası, yoğun bakımdayken yaşamını yitirdi.

 Rıdvan Kızgın

Yakalandığı Akciğer kanserine rağmen kesinleşen cezası ertelenmeyen ve son günlerini hastanede tutuklu olarak polis gözetiminde geçiren İHD Bingöl eski Şube Başkanı Rıdvan Kızgın, 24 Temmuz 2010 tarihinde yaşamını yitirdi. Kızgın, 2003 yılında Bingöl’de 5 köylünün katledilmesiyle ilgili oluşturulan insan hakları heyetinin yürüttüğü çalışma nedeniyle, 2 yıl 6ay hapis cezasına çarptırılmış ve bu cezanın Yargıtayca onanması sonrası, 3 Mart 2008 tarihinde cezaevine konulmuştu. Cezaevinden Mart 2009’da tahliye olan Rıdvan Kızgın’a kanser teşhisi konmuştu. Kızgın bu tarihten itibaren tedavi görmeye başlarken, İHD yöneticisi olarak yürüttüğü çalışmalar nedeniyle hakkında açılan ve 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla sonuçlanan davalardan biri de Yargıtay’da sonuçlandı.

Latif Badur

Adana’daki Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden verilen bir raporda, sağlık durumuyla ilgili “hasta, hastalığının son evresinde, cezaevi koşullarında yaşamını sürdüremez” denilen Latif Badur, siroz ile tüberküloz hastasıydı. Hastanede; ‘mahkum koğuşunda, 7 Kasım 2011 tarihinde yaşamını yitiren Badur, hastanede yatağa kelepçelenmesi ve aç bırakılması nedeniyle, zaman zaman hastanede kalmayı reddetmişti.

Mehmet Aras

En son Erzurum H Tipi Cezaevi’nde bulunan 50 yaşındaki kanser hastası Mehmet Aras için 2011 yılının Mart ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül nezdinde yapılan girişimler sonuç vermemiş; Gül,tahliye için Adalet Bakanlığını işaret etmişti. İHD’nin defalarca durumuna dikkat çektiği kanser hastası Mehmet Aras, mide kanaması sonucu kaldırıldığı Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, 18 Aralık 2011 tarihinde yaşamını yitirdi.

Mahmut Çakan

Mahmut Çakan, 1993 yılında, PKK davasında tutuklanıp yedi yıl tutuklu kalmış, 2005 yılında, adli bir suç nedeniyle tekrar tutuklanmıştı.Karaciğer yetmezliği hastalığı olan Çakan’ın tahliyesi için Adalet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı nezdinde yapılan girişimler sonuçsuz kalmış; evli ve yedi çocuk babası Mahmut Çakan, Nisan 2012’de, tedavi gördüğü Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yaşamını yitirdi

Mahmut Karataş

İleri derecede şeker hastası olan 75 yaşındaki Mahmut Karataş, bir itirafçının ifadeleri üzerine tutuklanmış ve “örgüte yardım ve yataklık ettiği” iddiasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.Karataş, şekerinin yükselmesi nedeniyle her iki gözünü de kaybetmişti. Bingöl M Tipi Kapalı Cezaevinde tutulan Karataş, 3 Nisan 2012 tarihinde yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirmeden önce şuurunu kaybeden Mahmut Karataş’ın cezasının ertelenmesi ve tedavisinin yapılması için yapılan başvurular görmezden gelindi.

 Gürgin Kurt

“Örgüt üyesi olmak” iddiasıyla tutuklanan 63 yaşındaki Gürgin Kurt kaldığı Ahlat Cezaevi’nde, beyin kanaması sonucu felç geçirdi. Vücudunun sol tarafı felçli ve yüksek tansiyon hastası da olan Kurt,19 Mayıs 2013 tarihinde, kaldırıldığı özel bir hastanede yaşamını yitirdi. Gürgin Kurt’un yaşamını yitirmeden 13 günce yani 6 Mayıs 2012 tarihli Özgür Gündem gazetesinde yayınlanan mektubundaki şu sözler hasta mahpsulara reva görülen yaklaşımı söze hacet bırakmadan gözler önüne sermektedir: “Beyin kanaması geçirdim, günlerce komada kaldım, ölüm döşeğinden Allah kurtardı beni,ama keşke kurtarmasaydı dedirttiler. İnsan ölüyü mezardan çıkarıp zindana sokarmı? Vücudumun sol yarısı tamamen işlevsiz. Yürümekte, oturmakta, uyumakta zorlanıyorum. Yediğim, içtiğim her şey dokunuyor bana”

Seyithan Taşkıran

4 Ocak günü yani tutuklu vekiller olarak tahliyemizin gerçekleştiği gün Bitlis E Tipi Cezaevi’nde bulunan 44 yaşındaki hasta mahpus Seyithan Taşkıran’ın yoğun bakımda bulunduğu Van Dursun Odabaşı Tıp Merkezinde gece saatlerinde yaşamını yitirdi. Seyithan Taşkıran, sadece 13 yaşındaki bir çocuğun vermiş olduğu ifadeler doğrultusunda tutuklanarak müebbet hapis cezası almış ve 6 yıl boyunca Diyarbakır, Batman ve en son Bitlis E Tipi Cezaevi’nde kalmıştı. 2 yıldır Bitlis E Tipi Cezaevinde tek kişilik hücrede kalan Taşkıran, kalp krizi sonrası yaşanan yoğun bürokrasi trafiği yüzünden zamanında müdahale edilmediği için beyin damarlarına oksijen gitmemiş, beyin damarları tıkanmış ve maalesef yaşamını yitirdi.

Hasta mahpusları aklımızdan çıkarmayacağız. Onların Devlet, Hukuk, Ceza infaz memurları, sağlık ekipleri ve ATK tarafından çevrelenmiş olan ölüm sistemlerinin içerisinde yalnız bırakmayacağız. Öldükten sonra bedenini değil, yaşarken kendisini istemeyeceğiz alacağız. İnsanlığın eksilerde seyrettiği sistem içerisinde yaşamaya çalışan mahpuslara kulaklarımızı yüreklerimizi açarak onlar için mücadele edeceğiz. Ölümlerini izlemek katillerini aklamaktır. 

Nuray Çevirmen