İSTANBUL - TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı, kadın cezaevi gözlemlerini, yaşam koşullarına tanıklıklarını ve hak ihlalleri izlenimlerini JINHA’ya anlattı. Cezaevi içinde emek sömürüsü yaşandığını aktaran Şebnem, “İçeride kadın dayanışmasını gördüm fakat korkunç bir sömürü de var. Bu kabul edilemez” diyor. Kadınlık deneyimlerine sarılan Şebnem, ataerkil sistemin görünmez kıldığı ve yok etmeye çalıştığı hayatlara da dikkat çekiyor.
Özgür Gündem gazetesi ile dayanışma gösterdikten sonra tutuklanan, ardından geçtiğimiz günlerde tahliye edilen insan hakları savunucusu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın evine konuk olduk. Pek çok mücadelenin bir anısını yaşam alanına yansıtan Şebnem Hoca ile çiçekli ve kedili balkonunda sohbetimize başlamadan önce kaçak çayımızı da eksik etmiyoruz. Kedilerle, kitaplarla ve anılarla bezenmiş bir alanda emek sömürüsünden tecride, ötekileştirilmiş kadınlardan mücadelesine doğru bir yolculuk yapıyoruz. Ardından cezaevi süreciyle birlikte gözlemlediği kadınlık hallerini konuşmaya başlıyor ve her gördüğü hak ihlaline karşı umudu besleyen bir kadının pek çok duygusuna ortak oluyoruz.
* Hayatınız boyunca hem işkenceye hem de tecride karşı büyük bir mücadele verdiniz ve ilk cezaevi deneyiminizde tecridi yaşadınız. Bu süreç hakkında pek çok kez, pek çok kişiyle iletişime geçmiş bir kadın olarak aynı durumu birebir yaşadınız. Bu süreci nasıl karşıladınız?
Geçici koğuş denilen yerden beni idareye çıkardılar. Aslında herhangi bir seçenek de sunmadan yalnız kalıp kalmamak istediğimi sordular. Bu arada da tüm siyasi koğuşlardan çağrı almıştım, kendi koğuşlarına gitmem için kapıma gelip kendileri ilettiler. Her koğuşta temas ettiğim birileri var; birinin kuzeninin işkence raporunu düzenlemişim, diğerinin yoldaşının işkence raporunu düzenlemişim… Tek başına kalmak benim için kötü bir şey değil, zaten yalnız yaşayan bir insanım kalırım ben diye düşündüm ve kağıdı imzaladım. Tecritte ara ara yan hücrelerden ses geliyordu ya da haber geliyordu. ‘Hoş geldin’ diyorlardı, bilgilendiriyorlardı ama yine de büyük bir yalnızlık. Bunca sene tecride, hücreye karşı 20 yıldan fazladır mücadele etmişim, şimdi kendi kendimi tecride mahkum ettim duygusu yaşadım.
* Büyük bir yalnızlık dediniz. Bu süre için o 1 haftada nelere yoğunlaştınız, neler okudunuz?
Günlükleri gönderir göndermez idare bana bir masa ve sandalye verdi, çok mutluydum. Yalnızlık benim çok alışık olduğum bir şey. Yalnızlıkla zihnim daha berraklaşır, daha rahat düşünürüm, okuduklarımı daha yoğun düşünür ve bunun üzerinden hissedebilirim. O nedenle çok üretken bir dönemdi. İçimden sözcükler fışkırıyordu, ‘Yazmam gerek mutlaka’ diyordum. Afşar Timuçin'in ‘Demokrasi Bilinci’ni istedim. Arkasından kızım, ‘Kadınlar Ülkesinden Sonra Bizim Ülke’ kitabını getirdi.
Bilmiyorum okuma olanağınız oldu mu, ama JINHA için kadınların okuması gereken bir kitap. Bir de fantastik edebiyatı çok severim. İlk kitap Kadınlar Ülkesi, sadece eşeysiz üremeyle çoğalan ve sadece kız çocuk doğuran kadınların komünal yaşamını anlatıyor. Kadınlık halleri üzerine düşündüm, çünkü tam da bir kadın hapishanesindeyim. Çalışanlar kadın, siyasiden adliyeye tutuklular hep kadın ve benim için çok çarpıcıydı.
‘Korkunç bir sömürü var’
* Tahliyenizde çıkış anınızda yaptığınız açıklamada şundan bahsetmiştiniz. ‘Emek sömürüsü ve 100 liraya çalıştırılan kadınlar.’ Buradan biraz bahsetmek gerekirse kim bu kadınlar ve emek sömürüsüne nasıl tanık oldunuz?
Şimdi belki doğrudan orada çalışıp görmek de gerekiyor. Ben sadece gözlemledim. Ağırlıklı olarak yabancı uyruklu kadınlar sürekli paketlenmiş nevresim takımlarını koliliyorlar ve taşıyorlar. Bu arada yemek dağıtımını, getir-götür işlerini ve temizlik işlerini yabancı uyruklu kadınlar yapıyor. Bir tekstil atölyesi varmış cezaevinde ve ihaleye çıkıyormuş bu atölye. Dışarıdaki şirketler ihale ile bu tekstil atölyesinin işletmesini alıyorlarmış. Anladığım kadarıyla işletmeyi alıyorlar ve ayda 100 liraya cezaevindeki tutuklu ve hükümlü kadınları çalıştırıyorlar. Kadınların sigortası yok, herhangi bir sosyal güvencesi yok. E peki artı değer nerede? Sadece üst düzey yöneticilerin döner sermayeden yararlandığını söylediler. Onun dışında tamamı ihaleyi kazanan şirkete gidiyor. Korkunç bir sömürü var ve bu kabul edilemez. Bunun dışında bazılarının çocukları var orada.
* Çocuğu olan kadınlardan bahsettiniz. Annelerin ve çocukların koşulları nasıldı? Özellikle çocukların ilişkileri hakkında nelere tanıklık ettiniz?
Sanıyorum çocuklarla ilgili anaokulu gibi bir sistem var. Emin değilim, onu annelerle konuşamadım ama matlada koşturan bir sürü rengarenk çocuk var. Olabildiğince sevimliler, çok eğleniyorlar orada kendilerince. Tabii kısıtlılıklar vs. ama iyi bir sosyal ortam var. Kendilerince bir dil geliştirmişler. Ben avukat görüşmesine giderken sağımdan solumdan çocuklar geçiyordu. Unutulmamalı ki o çocuklarda onarılmayacak yaralar açabilir orada büyümeleri.
* Kadın cezaevi izlenimlerinizden devam edersek daha geniş bir yelpazede mahpus kadınlara ilişkin nelere, hangi hikayelere tanıklık ettiniz?
Bu kadınlar, kadınlık hallerinden dolayı bu suçlarla tutuklu veya hükümlü. Ne yazık ki bu kadınlar, bu dünyadaki ataerkil sistemin dayattığı roller nedeniyle içeride. Örneğin; önemli bir kısmı uyuşturucu kaçakçılığından içeride bu insanların. Kendisini sevgili gibi gösteren bir takım ahlaksız, şerefsiz erkekler, gözden çıkarabileceği uyuşturucu miktarı ile bunları yakalattırıp, kendi büyük uyuşturucu miktarlarını görünmez kılmışlar. Bizi tutuklanmaya engel halimiz olmadığı için tutuklayan sistemimiz, bu kadınları yani ‘yem’leri almış ama diğerlerini görmezden gelmiş. Şimdi hedefimizde şu var. Bütün bu ulaşabildiğim kadınların listesini çıkardım ben. Biz vakıf olarak her birinin konsolosluklarıyla iletişime geçip memleketlerine dönmeleri, yani en azından gereksinimlerinin konsoloslukça karşılanması için girişimde bulunacağız.
* Buna ek olarak dezavantajlı gruplardan devam edersek içeride LGBTİ’ler ile karşılaşma durumunuz oldu mu?
Bir LGBTİ birey vardı, trans erkek. Onun için çok zor koşullar, etrafı kadınlarla çevrilmiş durumda. Zaten tecritte kalıyormuş, belli ki kadınlara tahammül edemiyordur. Orada, sürekli kaçmaya çalıştığı bir cinsiyet sürekli peşinden geliyor. Dolayısıyla çok öfkeliydi, çok gergindi. Mesela onu alıp erkeklerin arasına koymak da başka bir sorun alanı. Çünkü erkekler de onu orada bir erkek olarak tanımlamayacaklar. Trans erkek olması nedeniyle kolayca örsenelebilir, zarar görebilir birine dönüşecek.
‘Otoriteye sahip olmak şiddete itebilir’
* Kadınlar arasında gerek infaz koruma memurları, gerekse de mahpuslar arasında bir kadın dayanışmasından bahsettiniz. Bunu Bakırköy Kadın Cezaevi özelinde ve bir yandan Türkiye’de cezaevi gerçeği perspektifinden nasıl görüyordunuz?
Diğer cezaevlerinde sorunları olduğunu dile getirdi arkadaşlar. Ama tabii ister istemez, bu kadar yıllık insan hakları mücadelesinin bu ülkeye kazandırdığı belirli adımlar var. Ben kadınların daha özellikli olduğunu düşünüyorum açıkçası. Daha dayanışmacı, daha şiddet karşıtı bir cins kadınlar. Bir yanıyla da aslında şiddet gösterenler de dahil olmak üzere her birinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Stanford deneyinden biliyoruz, gardiyan rolü oynayan psikoloji öğrencileri nasıl bir anda şiddet gösterir hale dönüştüler. Otoriteye sahip olmak, birilerinin üzerinde söz sahibi olabilmek insanları şiddet uygulamaya kolayca itebilir. O insanların da haklarının gözetilmesi gerekir. Özelikle bu yüzden gardiyan demiyorum.
* Adli mahpus olan kadınlara ilişkin gözlem yapma veya onlarla temasa geçme durumunuz oldu mu? Onların durumlarına ilişkin neler söyleyebiliriz?
İçeride siyasilerle ilgili sorunlar, önemli ölçüde zaten komün sistemiyle dayanışmayla aşılıyor. Çünkü zaten siyasi görüşleri nedeniyle paylaşma, bir arada yaşama geleneği var. Ama adlilerde çok ciddi sorun var. Dayanışma olmadığı gibi ataerkil sistemin kadınlara dayattığı o yarışmacı; birbirinin üzerine basarak bir şeyler kazanmaya çalışan kadınlar var. Bunu ifşa edersem bir şey kazanırım fikri var, çünkü çok çaresizler. Örneğin 70 yaşında bir kadın hırsızlıktan sanırım tutuklu ya da hükümlü. Onun üç oğlu da hırsızlıktan hükümlü ve başka kimsesi yok. Şimdi bu kadın nasıl kendi gereksinimlerini karşılayacak? Ya birilerine kul köle olacak, hizmet edecek ve üç kuruş gelir elde edecek. Dolayısıyla hakikatten çok çaresizler. Onlara insanlığını iade edebilmek zorundayız. Çaresizlik insana her şeyi yaptırabilir, çok tehlikeli bir şey.
* Şüphesiz ki pek çok anı biriktirdiniz fakat ‘Şebnem Korur Fincancı’yı şu çok etkilemiştir’ diyebileceğimiz tanıklığınız neler, sıralayabilirsiniz?
Pek çok şey var, hatta 10 günde bu kadar şey biriktirebileceğimi söyleselerdi inanmazdım. Ama şöyle bir şey var. Cezaevinde evlenmiş, asla bir arada olma olanağı olmamış, 18 yıldır içeride olan ve daha 12 yıl boyunca kalacak olan kadın öyküleri var. Orada nasıl etkilemesin… 5 yıldır çocuğunu göremeyen bir kadın var. Twitter’da daha sonra bu durumlarla ilgili birisi diyor ki ‘Sevgilisiyle bir olup kocasını öldüren kadına mı acıyacağız ayda 100 lira alıyor diye?’ Bu topraklarda sevgilisiyle bir olup kocasını öldürmek zorunda kalan bir kadın olmanın zorluklarını anlamaya davet ediyorum insanları. Dolayısıyla herkesin oturup düşünmesi gerekiyor. Hangi koşullarda yaşıyoruz ve ataerkil sistem bizi nelere zorluyor?
Kaynak: JIN Haber Ajansı, www.jinha.com.tr
- 6 gösterim