Söyleşinin 1. bölümü için lütfen bu bağlantıya tıklayın
İSTANBUL - TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı, tutuklanmalarıyla verilmek istenen mesajı ve yıllardır mücadele ettiklerini bizzat kendisinin nasıl deneyimlediğini JINHA’ya anlattı. “Gerçek yüzlerini, ne yapmaya çalıştıklarını, asıl terör faaliyetini kimin yürüttüğünü bir biçimde ifşa etmemizi kaldıramadılar” diyen Şebnem, Kürt illerinde, ilçelerinde yaşananların ve hakikatin ortaya çıkması için çalışmaya devam edeceğinin altını çizdi.
Özgür Gündem gazetesi ile dayanışma gösterdikten sonra tutuklanan, ardından geçtiğimiz günlerde tahliye edilen insan hakları savunucusu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümünde kadınlık rolleri ve cezaevi izlenimlerinden yola çıkmıştık. Şimdi ise yola Özgür Gündem ile dayanışma ve cezaevi yaşantısından gözlemler ile devam ediyoruz. Şebnem, söyleşimizin ikinci bölümünde bu deneyimin mücadelesine olan yansımalarını, ileriye dönük yapmak istediklerini değerlendirirken, yan yana durma becerisi göstermenin gerektiğine ilişkin çağrıda bulunuyor.
* Tutukluluk gerekçenize ilişkin Özgür Gündem’le dayanışmanızdan ayrı olarak ‘Soykırım girişimdir’ dediğiniz ve yaptığınız çalışmalarda çocuk kemikleri bulduğunuz Cizre raporunun etkisi olduğu dile getiriliyordu. Siz tutukluluk kararını neye bağlıyorsunuz?
Gazetede eş genel yayın yönetmenliği yapmak, gönüllü ve insan hakları faaliyeti olarak tanımlanacak bir etkinlik. Gerçek yüzlerini, ne yapmaya çalıştıklarını, asıl terör faaliyetini kimin yürüttüğünü bir biçimde ifşa etmemizi kaldıramadılar. Devlet mekanizması benden haz etmez, hele Türkiye’de hiç sevmezler. Çünkü toplumun devlet algısıyla ilgili ciddi sorun var; ‘Devlet bizim babamız, ona söz söylemek mümkün değil.’ Hele ki bir kadının söz söylemesi... Oysa zaten biz önce babalarımıza başkaldırarak hayata başlıyoruz. Ne mutlu ki benim başkaldırabileceğim çok güçlü bir babam vardı ve bu başkaldırılarımın sonucunda gençlik yıllarımda pek çok kazanımım oldu. Buradan aldığım güçle ‘devlet baba'ya da başkaldırabilme gücü buldum, çünkü babam her zaman arkamdaydı.... Yani Cizre de etkili olmuştur, Ergenekon da etkili olmuştur. Hele ki ‘beyaz Türk’ olarak Kürtlerin yanında yer almam ve Gündem’le dayanışmam devletin bardağını taşıran son damla oldu.
* Özgür Gündem’le dayanışma içinde olmanız ve sonrasında yaşadığınız baskılar malûm. Pek çok eş genel yayın yönetmenine soruşturma açıldı ve siz 3 kişi de tutuklandınız. Bu kampanyanın Özgür Gündem etrafında yarattığı dayanışmadan mı korktular?
Böyle bir şey tabii ki var. Baktığınızda tutuklanan üçlüye Ahmet Nesin, Erol Önderoğlu ve Şebnem Korur Fincancı, üçü de ‘beyaz Türk.’ Dolayısıyla ‘vatan haini' olarak değerlendirmeleri kaçınılmaz. Bizim dayanışmamız vatansever olduğunu zanneden insanları daha çok yaraladı, daha çok tedirgin etti. Çünkü eğer biz destek oluyorsak bu dayanışmanın büyüme olasılığını hesaba kattılar. Ama yanıldılar, çünkü bizim tutuklanmamız daha büyük bir dayanışmaya neden oldu. Hemen arkamızdan Can Dündar eş genel yayın yönetmenliğini aldı, arkasından beni çok şaşırtan isimlerin eş genel yayın yönetmeni olduğunu fark ettim. Muhtemelen bizim tutuklanmamız onları daha çok zorladı.
‘Bu tehditler hepimize dönük’
* 90’lı yıllarda işkenceye ve pek çok ihlale karşı mücadelenizi yürütürken tehditlerle karşı karşıya kalmıştınız ve çok sert geçen bir dönemdi. O dönemde de gayet aktif olmanıza rağmen herhangi bir tutukluluk veya tecrit ile karşı karşıya kalmamıştınız. Bu dönemde de bunu yaşamanızı zamanın koşulları bakımından karşılaştırırsak nasıl okumak gerekir?
90’lar daha mı sertti ben o kadar emin değilim, aslında o yıllarda bu kitlesel ölümler yaşanmıyordu. 90’larda köy boşaltmalar yaşanırken şimdi ilçeler yerle bir ediliyor. Dolayısıyla, açıkçası daha pervasızlar duygusu yaratıyor bende. Beni en kaygılandıran olay bu dönemde, Derik katliamından sorumlu insanın Diyarbakır Jandarma Bölge komutanı yapılması oldu. Bu gerçekten ciddi bir tehdit. Sadece Kürt halkına dönük bir tehdit de değil, hepimize dönük. Dolayısıyla o dönemi kutsayan ve bu dönemde daha ağırını gerçekleştirecek biçimde tutum aldılar. Bu pervasızlık bizim tutuklanmamıza kadar gidebilirdi diye düşünüyordum. Ben daha erken bekliyordum. Kendilerini daha güçlü hissettikleri bir ânda yapmak istediler belki de.
* İçerideki tutsakların satır aralarını okuyarak dışarı hakkında bilgi edindiğini söylemiştiniz. Hatta yaptığınız basın açıklamasında onlarla birlikte içeride satır aralarını okuduğunuzu eklemiştiniz. Okudukları satır aralarından burayı nasıl görüyorlardı?
Sürekli okuyorlar, siyasi koğuşlardan söz ediyorum. Dışarıda olmadığı kadar çok okuyorlar. Yalnızca bununla kalmıyorlar okuduklarını tartışıyorlar. Gündem değerlendirme saatleri var. Haliyle birinin okuyamadığı satır aralarını diğeri okumuş oluyor. Yazılı basında Özgür Gündem’i, Evrensel’i, Birgün’ü okuyabiliyorlar. Siyasi koğuşlarda çok zengin kütüphaneler var. Algı operasyonlarına kapılmayacak kadar zihinleri açık.
* Sohbetimizin başına bahsetmiştiniz; yıllarca olmaması için savaştığınız şeylerin bir kısmını yaşıyordunuz. Yıllarca olmaması için bilimsel ve insani temellendirmeler ile çalıştığınız tecrit ve tutukluluk ile karşı karşıya kaldınız. Bu size nasıl hissettiriyordu?
Biz dışarıdan bunları söylediğimizde hep bir kuşkuyla karşılanmışızdır. Beni bu anlamda sevindiren şey girip içeriden görebilmek oldu. Benim gibi bireysel alanına düşkün biri için bile tecrit dayanılır bir şey değil. Bir süre sonra eminim çok daha korkunç etkileri olacaktı. Kimi zaman kaygı halinde bir artış yaşıyordum ki bu bende hiç olmayan bir şeydir. Muhtemelen kapalı olmanın ve kendi içime çok fazla dönmenin getirdiği bir şeydi. Örneğin, şimdi çok tehlikeli bir genelgeyle karşı karşıyayız. Kişi başı 15 kitaptan fazla koğuşlarda bulundurulamayacağı yönünde bir genelge geldi koğuşlara. Bu inanılmaz tehlikeli bir şey. Ben aynı ânda salonun ortasında 50 kitabı yığıp bir ona bir diğerine bakayım diye çalışırım. Kadın başına 150 kitap bile yetmez, 15 kitap nedir ki. Vakıf olarak hemen başvuruyoruz.
‘Hakikatin ortaya çıkması için çalışacağım’
* Bu deneyimden önce de siz mücadelenizi sürdürüyordunuz fakat bu durumun yansımaları nasıl olacak?
Cezaevinde olma haliyle birlikte ‘Ne iyi etmişim de bu insan hakları mücadelesinde yer almışım’ duygusuna sahip oldum. ‘İyi ki bu işi yapıyorum’ duygusunu pekiştirdim. Sağlık birimiyle ilgili yapılacak çok şey var. Birleşmiş Milletler’in asgari kurallarını yeniden inceleyeceğim ve belki buna ilişkin asgari bir kılavuz çıkartmak, bunu uluslararası alanda yaygınlaştırmak olabilir. Hem sağlık, hem kadınların çalıştırılma koşulları anlamında görevli insanların koşullarının iyileştirilmesi bakımından bakılmalı. Bu konularla ilgili epeyce mesai harcayacağım gibi duruyor. Kürt illerinde, ilçelerinde yaşananların, buralardan göç edenlerin yaşam koşularının belgelenmesi; bugün değilse bile yarın hakikatin ortaya çıkması için çalışacağım, yani her zamanki gibi işimi yapacağım. Ama çok daha heyecanlı ve motiveyim.
* Sohbetimizde sona gelirken bir çağrı yapmak isteseydiniz bu neyin çağrısı olurdu?
Kapanışı için bir çağrıyla bitirelim. Örülen dayanışma çok kıymetliydi, çok farklı kimliklerden insanlar vardı. Renkliliği koruyarak dayanışmanın güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum, yoksa bu pervasızlık ve şiddeti sonlandırma olanağımız yok. Hepimiz renklerimizi lütfen koruyalım ama ortak değerler için. Nedir bu ortak değerler? Çok açık; insanlık ve barış içinde demokratik bir ortamda yaşayabilmek. Yan yana durma becerimizi güçlendirelim ve mücadeleye devam edelim.
(sy)
Nalin Öztekin-Öykü Dilara Keskin/JINHA
Kaynak: JIN Haber Ajansı, www.jinha.com.tr
- 1 gösterim