Uluslararası Hapishaneler Sempozyumu başladı

Etkin Haber Ajansı / 26 Nisan 2014 Cumartesi, 15:02

İSTANBUL- Tüm dünyada politik tutukluların durumuna dikkat çekmek ve tecrit ve izolasyon işkencesine karşı mücadeleyi birleştirmeyi hedefleyen Uluslararası Hapishaneler Sempozyumu başladı.

Petrol-İş Sendikası konferans salonunda düzenlenen sempozyuma ESP İstanbul İl Başkanı Çiçek Otlu, ESP MYK Üyesi Dinçer Ergün, İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe, EHP yöneticileri, Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No'lu Şube Başkanı Hasan Gülüm, Deriteks Sendikası Genel Başkanı Musa Servi ile Rojava'da yaşamını yitiren MLKP savaşçısı Serkan Tosun'un babası Niyazi Tosun ve ölüm orucunda ve işkencede yaşamını yitiren devrimcilerin aileleri de katıldı.

Saygı duruşunun ardından hapishanelerdeki katliam ve direnişin tarihini anlatan sinevizyon gösterimi yapıldı.

Açılış konuşmasını yapan Ülker Sarı, F tipi hapishanelerin dünya genelinde uygulanan bir sistem olduğunu ve 2000 yılında Türkiye'de hayata geçirildiğini belirtti. Hapishanelere yönelik tepkilerin tüm dünyada devam ettiğini ifade eden Sarı, dünya genelindeki tepkiyi, örgütlü ve kolektif bir akla dönüştürmek için bu sempozyumu örgütlediklerini dile getirdi. Sarı, sempozyumun ardından kurmayı hedefledikleri ağ ile mücadeleyi uluslararası boyutta yürütmek istediklerini ifade etti.

'TÜRKİYE ZINDANLAR, İŞKENCELER VE KATLİAMLAR TARİHİDİR'

Birinci oturumun moderatörlüğünü yapan Akın Birdal, "Türkiye zindanlar, işkenceler ve katliamlar tarihidir. Bu ülkede hizaya getirilemeyen geleceği, sosyalizmi savunan insanlar etkisizleştirilememişlerdir" dedi. Bugün Türkiye hapishanelerinde 148 bin 40 tutuklu ve hükümlü olduğunu hatırlatan Birdal, işkence ve kötü muameleler nedeniyle var olan hasta tutuklulara yenilerinin eklendiğini kaydetti. Birdal, hasta tutuklulara ilişkin şöyle konuştu: "Yasalar çıkarılıyor, bu yasaların uygulanması şartlara bağlanıyor. Hasta tutsakların tedavisi ve tahliyesi bu şartlardan kaynaklı engelleniyor. Türkiye'de 2004 yılından beri idam cezası kaldırılmıştır fakat bu insanların yaşam hakkına saygı maksatlı değildir. Çünkü insanlar cezaevlerinde yaşamlarını yitiriyor ve sağlık hakkı gasp ediliyor."

SERKAN TOSUN'U ANDI

İnsan dili, kimliği ve düşüncesiyle kendini ifade edemiyorsa, dışarısının da bir cezaevi olduğunu vurgulayan Birdal, "Bu duvarları yıkmak, halkların özgürlüğü, toplumun özgürleşmesi için ulusal ve uluslararası dayanışmaya ihtiyaç var" dedi. Enternasyonal dayanışmanın en iyi örneğinin Serkan Tosun olduğunu ifade eden Birdal, Niyazi Tosun'u selamlayarak, Serkan Tosun'u saygıyla andığını dile getirdi. Birdal, "Diller, kültürler özgür değilse dünyada özgürlükten bahsedilemez" dedi.

'TMK BÜTÜN SOSYAL HAREKETLERİ HEDEF ALIYOR'

İtalya'dan sempozyuma katılan Fulvio Erbotto, İtalya'da siyasi davalar kapsamında Kızıl Tugaylar, Komünist Parti, Anarşist gruplar, hızlı tren uygulamasına karşı çıkan eylemciler ve öğrenci gençlerin hapishanelerde bulunduğunu belirtti. İtalya Terörle Mücadele Kanunu'nun çok geniş bir tanıma sahip olduğunu ifade eden Erbotto, bu tanım nedeniyle bütün sosyal hareketlerin hedef haline geldiğini belirtti. Tutuklamalarla, mücadele eden tüm kesimlere gözdağı verildiğini söyleyen Erbotto, siyasi tutukluların serbest bırakılması için uluslararası alanda etkin bir mücadele yürütülmesi gerektiğini vurguladı.

AVRUPA DEMOKRASİNİN BEŞİĞİ DEĞİL

Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu Eş Başkanı Baki Selçuk, Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK), Avrupa Demokratik Haklar Federasyonu (ADHF) ve Avrupa Özgür Tutsaklarla Dayanışma Komitesi adına ortak tebliğ sundu.

Burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçilere saldırırken hiçbir insanlık dışı yöntemden kaçınmadığını belirten Selçuk, Avrupa'da da tecritin işkence yöntemi olarak kullanıldığını söyledi.

Avrupa ülkelerinin genelde "demokrasinin beşiği" olarak sunulması veya görülmesinin, bu ülkelerde yaşanan hak ihlallerinin üzerini çoğu zaman örttüğünün altını çizen Selçuk, 2000-2002 yıllarındaki ölüm orucu sürecinde Türkiye'ye gelen bir heyetten SPD'li bir milletvekili ile yaptıkları görüşmede, "F Tipi dediğiniz tecrit bizim ülkemizde on yıllardır uygulanmaktadır ve biz toplum olarak kabul etmişiz. Şimdi sizin orada uygulanmasına hangi hakla karşı çıkabiliriz ki?" dediğini, Türkiye'nin Avrupa'yı örnek aldığını söylediğini aktardı.

'TECRİT DUYGUSAL ALGI YOKSUNLUĞU YARATMAYI HEDEFLİYOR'

Nazi Almanya'sındaki toplama kamplarından örnekler veren Selçuk, "Tecrit, duyusal algı yoksunluğu yaratmayı da hedeflemektedir. Almanya'da 1970'li yılların başında ilk olarak RAF üyelerine uygulanan hücre tipi uygulamalarda Ulrike Meinhof, Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jan-Carl Raspe Baader'in ölümlerinin ardından, tecrit ve yok etme saldırısı '70' yıllarda bütün dünyada yaygınlaştırıldı. Böylece, Almanya'da Stammheim Cezaevinde, İngiltere'de Özel Güvenlik Ünitelerinde, ABD'de H Bloklarında, Güney Amerika'da kaplan kafeslerinde birçok insan hücrelerin sessizliğine bırakıldılar. Yakın tarihimizde bunlara Guantanamo, CIA Gizli Hapishaneleri de eklendi" dedi.

'TEHLİKELİ, TOPLUMA ZARARLI'

Avrupa hapishanelerinde politik tutuklulara uygulanan yöntemlerin birbirine benzediğini kaydeden Selçuk, "Devletin politik tutsakları 'terörist, tehlikeli, topluma zararlı' olarak göstermesi ve sözde toplumu bu tehlikeli unsurlardan koruduğu iddiasının sürekli işlenmesi, toplumda bir duyarsızlığın gelişmesini beraberinde getirmiştir" diye konuştu.

Selçuk, Avrupa hapishanelerinde yaşanan önemli sorunlardan biri olarak da sınır dışı hapishanelerini gösterdi. Buralarda her yıl onlarca kişinin katledildiğine dikkat çeken Selçuk, sadece Almanya'da Anti Irkçı İnisiyatif'in (ARI) son raporuna göre, 1993 ile 2013 yılları arasında devletten kaynaklanan nedenlerden dolayı 433 insanın öldürüldüğünü bildirdi.

'SÖMÜRÜ VE ZULME KARŞI HAREKET BASTIRILMAK İSTENİYOR'

Karakollarda da ölüm ve işkencenin yoğun olarak yaşandığını söyleyen Selçuk, emperyalist zirveler öncesi politik faaliyet gösteren insanların hiçbir neden olmadan haftalarca "önleyici tedbir" adı altında hapishanelerde tutulduğunu, şiddete maruz kaldığını belirtti. Selçuk, şöyle konuştu: "AB emperyalist devletleri, işçi sınıfı ve emekçilerin kapitalist sömürü ve zulme karşı gelişecek olan mücadelesini önlemek için, demokratik hak özgürlükleri gasp etmekte, ırkçı gerici yasalarla militarizmi güçlendirmekte, 'anti-terör' yasalarını sürekli sertleştirerek kendilerince önlemler almaktadırlar."

'TEK TEK ÜLKELERDE DEĞİL, ULUSLARARASI ALANDA SAHİPLENELİM'

Sınıf mücadelesi geliştikçe politik tutuklu sayısının da arttığına işaret eden Selçuk, "Bugün politik tutsakları sahiplenmek, onların özgürlükleri için mücadeleyi kesintisizce sürdürmekten geçmektedir. Sadece tek tek ülkelerde değil, uluslararası alanda politik tutsakları sahiplenme ve daha fazla örgütlülüğe ihtiyaç var. Kendisini dünya insanı gören, dünyayı güzelleştirme iddiasında olan her kurum ve kuruluşun, politik ve sosyal örgütlülüğün bu koşulları değiştirmeye karşı mücadeledeki duruşu, kendi insani sorumluluğunun da test edildiği bir durumdur. Örülen insanlık dışı çitleri kırmalıyız. Ortak mücadelemizle zindanlara bir ışık penceresi, tecriti yıkacak direniş gücü olmalıyız" diye konuştu.

HASAN GÜLBAHAR: TECRİT YENİLEBİLİR BİR SİSTEMDİR

Farklı tarihlerde hapse düşen ve toplam 30 yıl hapis yatan Hasan Gülbahar, T, L, M ve E olarak isimlendirilen tüm hapishanelerin kendi içerisinde ortak özellikler barındırdığını belirtti. '80 döneminde hapishanelerde fiziki işkencenin daha yaygın olduğunu kaydeden Gülbahar, "İşçi sınıfının mücadelesinin gelişmesiyle birlikte iktidar yeni bir arayış içine girdi" dedi, şimdi hapishanelerde psikolojik işkence ve tecritin yaygın olduğunu söyledi. 2004 yılında çıkarılan CİK yasasının amacının "pişmanlık" olduğunu belirten Gülbahar, bugün uygulanan tredmanın da aynı mantığı taşıdığını kaydetti. Gülbahar, "12 sene tecritte kaldım. Birbirimizle yüz yüze gelmemeyi amaçlıyor. Tecrit sadece dışarıya değil, kişiyi kendisine de yabancılaştırmayı amaçlayan bir süreç. Her anınız yöneticiler tarafından gözleniyor. Bilim insanları insanın gelişimi için sosyal bir ortamda yaşaması gerektiği ifade ediyor. Oysa tredman bunun aksi bir ortamdır. Sizin ruhunuzu, duygunuzu alıp götüren ve sizi size yabancılaştıran bir sistem kurulmuştur. Gece yarısı aramaları, baskınlar ve itiraz karşılığında süngerli oda ile tehdit edilmeniz, görüşte yanınızdaki arkadaşınızın ailesine bir merhaba demenin cezası görüş cezası ile cezalandırılmanız demek" dedi.

Mahpusların tecride karşı farklı direniş yöntemleri uyguladığını, ancak tecritin yok edilmesi için dışarıda verilecek mücadelenin önemli olduğunu dile getiren Gülbahar, şunları söyledi: "2004 yılında Ceza İnfaz Kanunu ile tek tip elbise ve politik tutsakların çalışma zorunluluğu getirilmek istendi, fakat sokaktaki muhalefet ve mücadeleyle bu saldırılar püskürtüldü. Saldırıların boyutlu olması bizi geri adım atmaya itmemeli. Dışarıda birkaç kişiyle atılan bir adım onların geri adım atmasına neden olabiliyor, bunu yaşayarak gördük. Saldırılar mutlaka boşa çıkarılacaktır. Tecriti bir yanıyla yendik ve tecrit yenilebilinir bir sistemdir. Birleşik ve güçlü bir eylem zaferin teminatı olacaktır."

Av. Sinan Can, ağır hasta tutukluların durumuna dikkat çekti. 202 ağır hasta mahpus olduğunu hatırlatan Can, Adli Tıp Kurumu'nun dayattığı bürokratik sürecin ölümlere neden olduğunu söyledi. Av. Can, "Hasta mahpusları ölüme sürükleyen bu sistem değil, mücadele eden bizler kurtarabiliriz" diyerek, dışarıdaki mücadelenin büyütülmesi gerektiğini kaydetti.

Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi Platformu'ndan (ÖTSP) İsmet Yurtsever, yıllardır mücadele ettiğini söyledi. Yurtsever, hapishaneler sorununun sadece mücadeleyle çözüleceğini vurguladı.

Yaşam Ağacı Derneği'nden Garip Demirci ve Zeynel Demirçivi tutukluluk süreçlerini ve yaşadıkları hukuksuzlukları anlattı ve tecrit politikasına karşı birlikte mücadele edilmesi gerektiğini söyledi.

Sempozyum Brezilya, İran ve Almanya'dan gelen katılımcıların sunumları ile devam edecek.

Kaynak: etha.com.tr