Yalınayak: F Tipi Cezaevleri'nde Kitap Yasağı ve Direniş

19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirilen katliamın ardından siyasi mahpusların zorla götürüldüğü F Tipi Cezaevleri, yıllardır tecrit ve işkence uygulamalarıyla, akla hayale gelmedik hak ihlalleriyle gündemde kaldı.

Bugünlerde yeniden tartışma konusu olan kitap yasakları da başlangıçtan beri uygulamaya konulmaya çalışılan, ancak mahpusların direnişi karşısında uygulanamayan yasaklardan biriydi. F Tipi Cezaevleri ilk açıldığı günlerde de mahpuslara 3 adet kitap dışında kitap verilmeyeceği söylendi ve bazı cezaevlerinde keyfi biçimde bu yasak uygulanmak istendi. Ancak mahpuslar daktilonun, dolmakalemin, duvarlara resim, fotoğraf, takvim asmanın, marş ve türkü söylemenin, slogan atmanın, açlık grevi yapmanın, protesto amaçlı kapıya vurmanın ve aklımıza gelmeyecek denli pek çok yasağın dayatıldığı tecrit ortamında bu yasaklara karşı tepkilerini ortaya koyunca, kararlarını geri almak zorunda kaldılar.

Aradan yıllar geçti ve “gereksiz yere marş ve türkü söylediği”, “gereksiz yere slogan attığı”, “açlık grevi yaptığı”, “protesto amacıyla kapılara vurduğu” gerekçesiyle mahpuslar sürekli biçimde disiplin cezalarına çarptırıldı, aylarca, yıllarca haberleşme hakları engellendi, havalandırma, ziyaret ve iletişim yasağının uygulandı, hücre cezası verildi ve daha da önemlisi bütün bu cezalar yetmiyormuş gibi infazlar yakılarak serbest kalmalar engellendi. Tecridi daha da katmerleştiren bu uygulamalar yetmiyormuş gibi yeniden kitap yasaklarıyla anılır oldu F Tipi Cezaevleri…

Uzun süredir çıplak arama dayatması, süngerli oda işkencesi, baskınlarda yaşanan tacizler, psikolojik baskı yöntemleri ve diğer sistematik işkence uygulamalarıyla pilot bölge olarak anılan Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde 10 kitap sınırlaması getirildi. Bu kapsamda cezaevi yönetimi, Eğitim Kurulu kararına dayanarak 60 gün içinde mahpusların fazla kitaplarını posta ya da kargo ile cezaevi dışına göndermeleri koşulunu getirirken, her koğuşta ancak 10 kitap ile en fazla 10 gazete ya da derginin bulunabileceğini bildirmiştir. 10 kitabın içinde sözlük, dil kitabı ve atlası da dahil eden cezaevi idaresi, dini kitaplara ise hiçbir sınırlama getirmemektedir.

Mahpuslara verilen süre dolunca ve infaz hakimliği de itirazları reddedince, Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde 15 Mart Cuma günü bu yasak uygulamaya konulmuş, hücrelere zorla girilerek, mahpusların kitaplarına ve el yazması notlarına el konulmuş, direnen mahpuslar darp edilerek süngerli odalara konulmuştur. Bu hukuksuzluğu protesto etmek amacıyla 1 ve 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kalan mahpuslar açlık grevine başlamışlar ve 1 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki mahpuslar kitap yasağına karşı direneceklerini açıklamışlardır. İnsan hakları örgütlerinin, mahpus ailelerinin ve avukatların yoğun çabalarıyla sürekli gündemde tutulan ve yaşanabilecek olumsuzluklar nedeniyle kamuoyunu uyardıkları kitap yasağı, 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde uygulamaya konulamamış, 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde mahpuslardan alınan kitaplar geri verilmiştir.

Mahpuslar açısından “kazanım” olarak değerlendirebileceğimiz bu sonuç, sorunun şimdilik çözüldüğünü göstermekteyse de yarın ne olacağı belli değildir. Nitekim hiçbir yasal, anayasal dayanağı bulunmayan, uluslararası sözleşme ve bildirgelere, insan hakları hukukuna aykırı bu yasağı keyfi biçimde uygulamaya koyanlar, yarın başkaca yasaklar da üretebilirler. Kitapları “güvenlik” gerekçesiyle yasaklayanlar, sayı sınırlaması getirenler, “biz izin verdiğimiz kadar okuyabilirsiniz” diyenler, farklı nedenlerle bu karara geri dönüş yapabilirler.

Siyasi iktidarın kitap düşmanlığı, içeride tecrit politikasının devamı olarak ortaya konulurken dışarıda da yaşamın her alanına müdahale eden devlet gücünün baskıcı, faşizan yanının geldiği boyutu göstermek açısından iyi bir örnektir. Ortaçağ zihniyetiyle kitapları yasaklayanlar, basılmamış kitaplara el koyanlar, yazarları, gazetecileri hapsedenler keyfilikte hukuksuzlukta sınır tanımayanlar her şeyi yapabilirler. “Fareler ve İnsanlar”, “Şeker Portakalı” gibi dünyaca ünlü eserleri yasaklamaya kalkanlar, kitaplardaki ‘Tanrı’ kelimesini ‘Allah’ a dönüştürenler, şiirlerde içkiden bahseden dizeleri sansürleyenler, cezaevindeki dini kitaplara hiçbir sınırlama getirmemektedirler.

İnsanlığın kazanımlarını geri götürme uğraşlarının hızla arttığı bu dönemde kitap yasağı, bu gerici ve insanlık dışı politikalardan bağımsız bir yaklaşım değildir. Cezaevindeki mahpus için yemek içmek kadar, hava su kadar önemli olan kitabı yasaklayarak psikolojik işkence uygulayanlar, dışarıda da şiddet politikalarını farklı biçimlerde sürdürmektedirler. Cezaevindeki bir mahpusun diğeriyle göz temasına, selamlaşmasına dahi izin vermeyenler; koridordan geçen mahpusların birbirlerini görmelerini engellemek için kapı mazgallarının üstüne kağıt yapıştıranlar, dışarıda da paylaşımı, toplumsal dayanışmayı, hak ve özgürlük arayışını, örgütlülüğü engellemek için her türlü zorbalığı uygulamaktadırlar.

Bütün bu zulüm politikalarına karşı içeride ve dışarıda direnmekten başka yol yoktur!

Av. Gülizar Tuncer

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.

Kaynak: http://meydangazetesi.org