20 yıldır tutuklu olan Kemal Gömi, 19 Aralık Operasyonu’nun ardından F Tipi
Cezaevi’ne gönderildi ve sağlık sorunları yaşamaya başladı. F Tipi Cezaevi’nde uğradığı işkencenin ve tecrit koşullarının da etkisiyle şizofreni teşhisi konulan Gömi’nin sağlık durumu ağırlaştı. Adli Tıp’ın hakkında “hapishane koşullarında yaşayamaz” diye rapor hazırlamasına karşın hâlâ cezaevinde tutulan Gömi’nin ağabeyi Feyzullah Gömi, cezaevinde olduğunu bile kimi zaman unutan kardeşinin her an yaşamını yitirebileceği endişesiyle yaşıyor. Ağabey Feyzullah Gömi, tutuklanmasından hastalığına, Adli Tıp ve hastanelerden alınan raporlardan Cumhurbaşkanlığı tarafından kabul edilmeyen tahliyesine dek, kardeşi Kemal Gömi’nin Türkiye ceza infaz sistemi içindeki yitiş hikayesini Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.
Söyleşi: Cankız Çevik
Kardeşim Kemal Gömi Nisan 1993’te tutuklandığında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünde son sınıf öğrencisi ve Dev-Sol üyesiydi. Tutuklandığı gün önce televizyonda “Kemal” diye bir gençten bahsedildiğini gördük ve ardından kardeşimin öldüğü haberini aldık. Tabii insan hemen inanamıyor böyle bir şeye, apar topar hastaneye gittiğimizde bize Kemal’in polisler tarafından götürüldüğünü söylediler.
Kardeşiniz tutuklanmadan önce neler yaşanmış?
O gün Kızıltoprak’ta bir çatışma olmuş ve iki kişi hayatını kaybetmiş. Kemal de oradan uzaklaşıp bir inşaat alanına girmiş ancak oradaki bir kişi tarafından ihbar edilmiş. Polis de onu inşaatta sıkıştırıp vurmuş ve öldüğünü sanarak hastaneye götürmüş. Hastanede yapılan kontrol sonucunda doktorlar Kemal’in ölmediğini söyleyince, polisler hemen gözaltına almak istemişler ve kardeşimin yaraları ayakta tedavi edilip polise teslim edilmiş. Sadece polis fezlekesine dayandırılarak yıllarca süren yargılama sonucunda kardeşime ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Oysaki Kemal’in o çatışmaya fiili olarak katılıp katılmadığı bile asla kanıtlanmadı.
Nasıl bir dava süreciyle karşılaştınız?
Özellikle karar duruşmasının olduğu günü çok net hatırlıyorum. Salonda bizimle birlikte onlarca sivil polis davayı takip ediyordu. Hakim, “Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek…” diye suçlamaları saydıktan sonra “…ancak mahkemede iyi hal gösterdiği gerekçesiyle…” diye devam ettirdi cümlesini. Fakat sonrasında arkamızdaki polislerden biriyle göz göze geldi, birkaç saniye durakladı ve ardından “…buna rağmen idamına karar veriyorum” diye sözlerini tamamladı. Oysa avukatlarımız da biz de, hem davanın gelişiminden hem de hakimin kararını açıklarken sarfettiği “iyi hal” ifadesi sebebiyle müebbet hapis cezası vermesini bekliyorduk. Ancak o anlık gelişme Kemal’in idam, yani ağırlaştırılmış müebbet cezası almasına sebep oldu.
1990’larda özellikle Kemal Gömi’nin kaldığı Ümraniye Cezaevi’nde çok zor zamanlar yaşanıyordu.
Kardeşinizin cezaevi şartlarıyla mücadele ettiği zaman zarfında siz neler yaşadınız?
Kemal 1996’da açlık grevine girdi. Rahatsızlığı da zaten o zaman ortaya çıkmaya başladı. Küçükken kimi zaman nöbet geçirip bayılırdı ancak önce 1996’daki, sonra da 2000’deki açlık grevleri sanırım hastalığını tetikledi. Hayata Dönüş Operasyonu sırasında, Ümraniye Cezaevi olayların merkezindeki hapishanelerden biriydi. Açlık grevi sürerken cezaevine gidip Kemal’den haber almak istedik ama cezaevine 5 kilometre kala yolumuzu kestiler. Sürekli ambulanslar geçiyor, cezaevinden ölüler çıkıyordu. İçeriden sağlıklı bilgi alamadığımız için fısıltı gazetesi de işliyor, “50 kişi ölmüş, 100 kişi ölmüş” gibi haberler kulağımıza geliyordu. Kemal’den ise bir türlü haber alamıyorduk. Anlayacağınız, kardeşim içeride, biz de dışarıda büyük bir travma yaşıyorduk. Sonunda aileler olarak Adliye önünde basın açıklaması yapmaya ve suç duyurusunda bulunmaya karar verdik. Beni de orada gözaltına aldılar. Küfre, hakaretlere maruz kaldık. Tuvalete dahi gitmemize izin verilmeden 40 kişi, küçücük bir nezarethanede on gün boyunca alıkonulduk. Nihayetinde hakkımızda tek bir işlem yapmadan “Hadi gidin evinize” denilerek bırakıldık. Sonradan öğrendik ki gazeteci Metin Göktepe öldürülmüş ve durumun bu noktaya gelmesi polisleri biraz korkutmuş.
Katıldığı açlık grevlerinden sonra kardeşinizin akıl sağlığında bir bozulma gözlemlendi mi?
B12 vitamin haplarının 1996’daki açlık grevlerinde olmadığını ya da mahkumların kullanmasına izin verilmediğini sanıyorum. Ama 2000 yılında yeniden ölüm orucuna başladığında takviye hapları sayesinde neredeyse 200 gün hiçbir şey yemedi. 30-35 kiloya kadar düşmüştü doktorlar her an kalp krizi geçirip ölebileceğini söylüyorlardı. Ancak Kemal kararlı olduğu için bir şey yapamadık. Nihayetinde Bakırköy Tutukevi Hastanesi’ne kaldırıldı. Annem ve rahmetli ağabeyimle gittiğimiz hastanede doktorlar, “Ya bırakacaksınız ölecek ya da ölüm orucunu bizim bitirmemize izin vereceksiniz çünkü bilinci yerinde değil” dediler. Biz de yaşamasını tercih ettik ve yapılan işlemler sonucu kendisine geldi. Gerçi bize biraz gücendi ama ne yapalım…
19 Aralık Operasyonu’ndan sonra Ümraniye Cezaevi’nden Kandıra F Tipi Cezaevi’ne gönderildi. O dönem Kandıra’da gördüğü işkenceleri Kemal bize kendisi anlatıyordu. Mahkumların her birini ayrı hücrelerde tutuyor ve sırayla tek tek alıp saatlerce dövüyorlarmış. İşte bu yaşadıklarından sonra hastalığı nüksetti. Bayılma nöbetleri geçirdiğinden, halüsinasyonlar gördüğünden bahsetmeye başladı. 2002’den 2010 yılına dek ömrü hastane hapishane arasında gidip gelerek, raporlar alarak geçti.
Kardeşinize konulan teşhis neydi?
2003 yılında verilen Adli Tıp Kurumu raporunda “psikosomatik bozukluk” teşhisi konmuştu. Bunun üzerine hemen mahkemeye başvurduk ancak mahkeme hastalığını kabul etmedi ve topu yeniden Adli Tıp’a attı. Bunlar olurken kardeşimin durumu da ağırlaşıyordu ve ikinci muayenede “tedavi edilebilir şizofreni” teşhisi konuldu. Hemen yeniden başvurduk ama bu rapor da kabul görmedi. Biz dışarıda raporlar ve dilekçelerle uğraşırken Kemal çok zor zamanlar geçiriyordu çünkü oldukça ağır ilaçlar kullanıyordu. O dönemlerde kendisini tamamen uyuşturduklarını söylüyor, “Öyle ilaçlar veriyorlar ki bazı günler göz kapaklarımı kaldıramıyorum” diye konuşuyordu. Son olarak Eylül 2010’da Adli Tıp Kemal’e, Anayasa’nın 104/b maddesi kapsamındaki sürekli hastalık tanımına uyan “rezidüel şizofreni” teşhisi koyarak “Kesinlikle hapishane koşullarında yaşayamaz, Cumhurbaşkanlığı affına uygundur” şeklinde bir rapor daha verince, dilekçemizi hemen Cumhurbaşkanlığı’na sunduk.
Cumhurbaşkanı’nın kararı ne yönde oldu?
Üzerinde düşünülmeden, öyle hızlı cevap verildi ki… Bir hafta içinde ret cevabı aldık. Yine de yılmadık ve o kadar çok dilekçe, veri gönderdik ki, sonunda Cumhurbaşkanı’nın müşaviri beni aradı ve tehditkâr bir tavırla, “Bizi bir daha aramayın, sorununuzu Adalet Bakanlığı’yla halledin” dedi. Bunun üzerine Adalet Bakanlığı’na, Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne sürekli dilekçeler yazdım ama onların da tek cevabı “Cumhurbaşkanı affetmemiş” oldu. 2011 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurduk. Başvurumuz kabul edildi, çeşitli yazışmalar yapıldı fakat onlar da, “Biliyorsunuz ki Cumhurbaşkanı’nın kararını sorgulayamayız. Yine de süreci böyle sürdürmeyi istiyor musunuz?” dediler. Sonrasında oradan da olumlu veya olumsuz herhangi bir cevap bulamadık. Artık gerçekten daha ne yapmamız gerektiğini bilmiyoruz.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görevde olduğu süre boyunca affettiği başka tutuklular oldu mu?
2008 yılında, yine sol örgüt üyesi olan ve aynı kardeşim gibi ölüm oruçları sonrası şizofreni hastalığı nükseden Mehmet Akatekin isimli bir tutukluyu affetmişti. Biz de bunu anlayamıyoruz zaten. “Cezanın gerekçesi aynı, ceza aynı, verilen rapordaki ifadeler aynı; o zaman onu affedip neden Kemal’i affetmiyorsunuz?” diye dilekçelerimizde yazdık. Ama cevap yine aynı cevap: “Cumhurbaşkanı’nın takdiridir.” Herhalde Cumhurbaşkanı’nın Akatekin’i affetmesi istisnai bir durumdu veya altında başka sebepler var. O sıralar AKP’den demokrat bir hukukçuyla görüştüğümde bana “Cumhurbaşkanı kendisi yetki kullanamıyor, danışmanları ne derse o şekilde davranıyor” demişti. Kemal’le ilgili karara da Emniyet’in müdahale ettiğini düşünüyorum.
Kardeşinizin şu anki durumu nasıl?
Kemal Hayata Dönüş Operasyonu sonrasında F Tipi Cezaevi’ne alınana kadar gayet sakin, mantıklı bir insandı. Ancak maalesef artık sağlıklı bir iletişim kuramıyoruz. İçeride önceleri tek başınaydı, sonra yanına iki kişi koydular ama onlar da kendi can güvenliklerinden endişe ederek şikayette bulundular ve ayrı bir hücreye alındılar.
Bundan birkaç yıl önce Kandıra Cezaevi’nde uğradığı kötü muamele sebebiyle oradan kurtulmak için dilekçe verdi ve Ankara’daki Sincan Cezaevi’ne alındı. Ayda iki kez; biri açık, biri kapalı olmak üzere görüşme hakkımız var ve her seferinde gitmeye çalışıyoruz. Fakat ziyarete gittiğimiz bir günümüz bir yılımıza bedel. Otobüs için bekle, otobüste sıkışık vaziyette yol git, üst aramalarına maruz kal, her yerde kavga gürültü… Nihayet Kemal’le görüşebildiğimizdeyse işler her zaman arzu ettiğimiz gibi gitmiyor. Bazen sağlıklı düşünebiliyor ve “Beni buradan kurtarın” diyor ama bazen de etrafının hiç farkında olmuyor. O içerideyken hem babam hem de kardeşlerimden biri vefat etti. Kemal’in bunlardan haberi yok ama kimi zaman sanki biliyormuş da umursamıyormuş gibi davrandığını hissediyorum. Eskiden bu kişileri sorardı, ölümlerinden beri ise onlara dair hiçbir şey sormaz oldu.
Sizce Kemal bir suçun cezasını çektiği için hapishanede tutulduğunun farkında mı?
Şizofrenlerin duyguları karışırmış. Acı duyduklarında sevinç hissedip, sevinçli zamanlarında acı çektikleri olurmuş ama bilemiyorum işte… İçeride olduğunu biliyor ama yaklaşık 20 senedir kapalı olduğu için orayı artık kendi evi zannediyor. Bazen sıkılıp asabileşiyor, “Çıkartın beni buradan” diyor ama bazen de hiç umurunda olmuyor, kendisini evinde gibi hissediyor. Son 5-6 senedir tek başına yaşamını sürdürmeye çalışıyor ancak durumu hiç iyi değil. Yıllardır intihara meyilli olduğunu biliyoruz ve en büyük korkumuz her an ondan kötü bir haber almak.
Bu konuda cezaevi yönetimiyle veya kardeşinizle ilgilenen doktorla görüşme imkanınız oldu mu?
Cezaevine gittiğimizde müdürle görüşmek için ayrı, doktorla görüşmek için ayrı bir sürü izin almak, bunun için de Ankara’da daha uzun süre kalmak gerekiyor. Bu yüzden yönetimden biriyle görüşemedik ancak cezaevi doktoru Kemal’in kesinlikle cezaevi koşullarında, tek başına yaşayamayacağını söylüyor. Hatta Adalet Bakanlığı’na kendisi de bunu belirten bir dilekçe verdi. Ama mahkeme bu dilekçeyi de dikkate almadı.
Kardeşinizle ilgili yargı süreci şu anda ne aşamada?
Mahkeme “Tek başına karar veremem” diye topu Adalet Bakanlığı’na,Adalet Bakanlığı da Cumhurbaşkanı’na atıyor. Elbette karar verebilir ama vermiyor. Mahkeme geçen yıl Adli Tıp Kurumu’na, Kemal’in cezai ehliyeti olup olmadığını sordu. Ancak bunu sorarken, suçun işlendiği döneme dair mi yoksa şimdiye dair mi bilgi almak istediğini net bir şekilde belirtmediği için bu belirsizliğe dayanarak, duruşmalarda yeterli delil göremediği gerekçesiyle davayı uzatıyor. Adli Tıp geçmişe dönük rapor veremiyor ama şu anki raporu zaten ortada. Zannedersem mahkeme bunu bilinçli olarak yapıyor. Bürokratik bir oyun oynanıyor. Eylül’de yeniden duruşma var ama ne olacağına dair en ufak bir fikrim yok.
Yargıya güvenemediğinize göre, kardeşinizi cezaevinden çıkartmak için nasıl bir yol izlemeyi umuyorsunuz?
Bizim gücümüz belli; başta İnsan Hakları Derneği olmak üzere, sağolsunlar pek çok arkadaşımız, avukatlarımız yanımızda ama sonuç almak için daha kapsamlı bir kamuoyu desteğine ihtiyacımız var. Yıllar geçtikçe neredeyse tek başımıza kalakaldık. Artık ne yapacağımızı, Kemal’i oradan nasıl kurtaracağımızı inanın bilemiyorum. Yıldım. Ama sonuçta o benim kardeşim. Onu oradan bir kurtarsak, ne olursa olsun ona cezaevindeki yaşamına kıyasla çok daha iyi bir yaşam sağlayacağız, çok iyi bakacağız. Orada saçı sakalına karışmış halde; banyo yapıp yapmadığını, yemeklerini düzgün yiyip yiyemediğini bile bilmiyoruz. Kendinde değil ne de olsa… Çok fazla ilaç alması gerekiyor ama o ilaçların verilip verilmediğini bile bilemiyoruz. Kardeşim orada yapayalnız halde hayatını devam ettiremiyor ki…
Kaynak: baskahaber.org
- 16 gösterim