İçeridekiler, gelir kaynağı olabilir mi?

Bir yere kapatılmak, tek başına çok büyük bir cezadır. Geçmişteki nüfus sayım günlerini hatırlayın. Yiyecek, içecek stoğu yaparsınız, televizyon başına geçersiniz ya da kitaplarınızı, gazeteleri okursunuz ama dışarıya çıkmanız yasak olduğu için homurdanır, durursunuz. Oysa sadece 8-10 saatlik bir şeydir bu. Ama insan doğasında vardır, bir yere kapatılmaya karşı çıkmak, özgür olmak...

Eskiden dışarıdan bırakın eşyayı, yiyecek getirmek bile serbestti. Bazı güvenlik kaygılarıyla başlayan yasaklar, cezaevlerinde iyi bir ticaret şansı olduğunu görmelerine neden oldu. Cezaevlerinde kantinler var. Yiyecekten, giyeceğe her şey satılıyor. Dışarıya göre ateş pahası ama paran varsa, alıyorsun mecburen. Belki bir portakal, bir elma; yazın bir dilim karpuz çekmez mi insanın canı?

Özellikle de -dışarıdaki gibi, kim çeşmeden su içiyor artık- içme suyunu kantinden alıyorsun. Yani suya para veriyorsun. Son yıllarda keşfettiler. Kullandığın elektriğe para veriyorsun. Kullandığın televizyonun, belki çay için kullandığın bir otomatın (ve benzerlerinin) elektrik parası senden. İstersen verme. En temel, en insani ihtiyaçlarından anında mahrum kalırsın. Gece sönmeyen ampuller onlardan. Beleş yani. Gözüne gözüne vuran ışıklar. Uyuyabilirsen, uyu. Tuvaletlerin içini bile gören kameraların elektriği de onlardan...

Şimdi de, cezaevlerinde yediğin yemek (ki kötülüğü dillere destandır, verilen iaşe bedelinin azlığı yüzünden böyle olduğu söylenir) parasını mahkumdan tahsil etmenin peşine düştüler. Bu paranın mahkum tarafından ödenmesi, usulen konmuş bir kuraldır. Mahkumun ailesi, fakir olduğuna dair bir belgeyi, cezaevi yönetimine verdiğinde, dosya bir kenara konulur. Ancak son dönemde, bu iş, iyice ciddiye alındı ve para ailelerden şu ya da bu yöntemle tahsil edilmeye çalışılıyor. Korkan ailelerden ödeyenler oluyor.

İçerideki insanların sağlık konusundaki sorunlarına karşı da -bu nedenle- ilgisiz davranıldığını düşünüyorum. Ya cezaevi içindeki revirde üstünkörü bir teşhis konulup, ilaç yazılıyor ya da hastanelere sevk, mümkün olduğunca geciktiriliyor. Çünkü mahkumu hastaneye götürmek için ring gerek, koruma için jandarma gerek. Bu durumda, akaryakıt ve harcırah söz konusu.

Nitekim, bir kişi kendi mahkemesine ve akrabasına yakın bir yere sevkini istediğinde, cezaevi yönetimi -bakanlığın bilgisi dahilinde- sevki uygun bulduğunda şöyle diyor: “Evet, gidebilirsin ama sevk masrafına binaen bana şu kadar para ödeyeceksin!” Otobüsle 40-50 lira, uçakla en fazla 100 liraya gidilebilecek bir mesafe için senden en az 500 lira isteniyor ki, bu rakam genelde 1500 liraya kadar çıkabiliyor.

Aynı ring içinde en az birkaç kişi olduğuna göre, ortaya çok güzel bir ticaret çıkıyor yani. Parasıyla sevk olan kişinin, gidebildiği cezaevinden birkaç ay sonra, istemediği bir yere gönderilmemesinin ise hiçbir garantisi yok! Paranla gidersin ama onların kararıyla sürgün edilirsin. Böylece, parasıyla sevk isteyen potansiyel bir müşteri haline getirilirsin yeniden.

Halen yarı-açık cezaevlerindeki atölyelerde, adli mahkumlar, çalıştırılıyor. Çalışmalarının karşılığı olarak çok cüzi bir ücret alıyorlar. Burada çok büyük bir sömürü ve kazanç var. Devletimizin bu uygulamayı yüksek güvenlikli cezaevlerini yaymak istemez umarız. Böyle tehlike yok mu? Bence her şeyi özelleştirenler, cezaevlerini de -ABD’deki gibi- özelleştirirlerse, vay içeridekilerin haline...

Cezaevlerine girişte, insanlık onuruna aykırı bir şekilde çırılçıplak aramada ısrar eden, kurduğu kameralarla insanları tuvalette bile ‘dikizleyen’, içerideki yaşamı, uyduruk gerekçelerle her geçen gün yaşanmaz hale getiren cezaevi yönetimleri -elbette benden iyi biliyorlardır ama- cezaevlerinin patlamaya hazır bir bomba haline gelmekte olduğunun farkındalar mı, acaba?

Yoksa amaçları, zaten bu mu? Böyle bir durumda, hükümet zor durumda kalır, diye mi düşünüyorlar. Oysa böylesi bir yangın, onları da yakacaktır...

Kaynak: www.ozgur-gundem.com