03.02.2014
Türkiye’nin yüz karasıdır cezaevi ve tutsaklar. Yüzünün karası olduğu gibi tarihinin de kapkara sayfalarıdır zindanlar. 1924’te Adalet Bakanlığı’na bağlanan cezaevleri, bir bakanlık çatısı altında toplanmış olmasına rağmen; zindanların ve zindan yöneticilerinin keyfi, işkececi ve tecrit damarları hep var oldu. Devletin sözde ıslah etme yöntemidir cezaevlerinde tecrit uygulamak, işkence yapmak ve ya ölüme maruz bırakmak. Yüzlerce tutuklu bulunan siyasilerin cebinde bir çakı bile bulunmadığı halde suç olarak tanımladıkları isimlendirmelerle, dayattıkları zor koşulların yanı sıra, işkence çektirildikleri onlarca hasta tutsakların olduğu bir ülkedir Türkiye Cumhuriyeti. Aralarında politikacı, akademisyen, avukat, gazeteci, öğrenci, çocuk ve annelerin bulunduğu bu esaret gerçeğinin her ne kadar teşhiri ve tepkisi yapıldı ise yetersiz kalındı. Biz dışarıdakilere karanlık görünen zindanlar karanlık kalmaya devam etti, karanlık kalmaya bırakıldı... Cezaevi ile ilgili kurumlar ne yapıyor? Aydınlar, solcular neredeler? Cezaevlerinde tutsaklar ölüme terk edilirken, dışarıdaki duyarlılığın yetmediğinin anlaşılması için şu ana kadar neler yapıldı? Dışardakinin yeteri kadar bir şey yapmadığı gibi içerdekilerin nelere maruz bırakıldığının haddi hesabı yok. Ne denilse de yapılan uygulamalara kifayetsiz kalınacağı da bariz görülüyor.
Tutsak olmak vahim bir durum, lakin düşünceden dolayı tutsak olmanın vahameti daha da zor bir durum. Bu vahim hale hastalık gerçeğini de kattığımızda vicdanlar sızlamaz mı? Peki ya çocuk realitesini? Daha geçenlerde Sincan Çocuk Ve Gençlik Cezavi’nde tutuklu bulunan Hakkarili birkaç çocuğun cezaevi içerisinde yaşadıkları şiddet aileleri tarafından kamuoyuna ulaştırıldı. Öncesinde de buna benzer vakaların olduğuna, gazetelerin haberlerinde çok şahit olduk. Sırf bu çirkef durumları teşhir eden basın mensupları hakkında nice davalar açıldığını da gördük. Ülkedeki cezaevi şiddetlerinin örtbas edilmesi için her yolun denendiğini de... Peki bu böyle mi devam edilecek? Başta çocuk ve hasta tutsaklar olmak üzere siyasiler için bir yasal düzenleme ne zaman yapılacak?
Meçhul. Çok dillendirilse de meçhul göründüğü de bariz.
Ömründen daha çok yıl hüküm yiyen o kadar tutsak var ki, ömründen ömür çalınan o kadar hükümlü var ki... Muş E Tipi Cezaevi’nde tutulan 84 yaşındaki Astım hastası Hasan Alavi’ye verilen 6 yıl 3 aylık hapis cezasını Yargıtay onadı. Yine ciddi sağlık sorunları olduğu halde tutuklu bulunan Halil Güneş, Şemsettin Kargılı, Adnan Yalçın ve Sultan Şaman gibi isimlerin yanı sıra durumu ağır olan 200’e yakın hasta tutsağın olduğu ve aralarında 50 kişinin kanser hastası olduğu, Diyarbakır Tabip Odası Cezaevi Komisyonu’nun açıkladığı raporla bilinmektedir.
Cezaevlerinde tedavi olma imkanları olmayan hasta tutsakların durumu her gün daha kötüye gitmekte ve ağırlaşmaktadır. Bundan kaynaklı Türkiye cezaevlerinde sürekli ölüm haberleri duymaktayız. En son geçtiğimiz günlerde Bitlis Cezaevi’nden Seyithan Taşkıran adlı hasta tutsak yaşamını yitirmişti. Yine KCK dosyasında tutuklu Muhsin Yenisöz arkadaşımız ölüm sınırında tahliye edilmiş ve tahliyesinden kısa bir süre sonra yaşamını yitirmişti.
Tüm bu yaşanılanlar Türkiye’deki cezaevlerinin hastalık ve ölüm saçan kurumlar haline geldiğinin göstergesi değil midir? Hükümlü insanlar ölüm ve hastalıkla mı ıslah edilecek? Bu mudur Adalet Bakanlığı’nın gerçek yüzü?
Böylesi yoğun bir gündemde ve böylesi umutlu bir süreçte aklı selimim, duyarlıyım, vicdan sahibiyim diyenin böyle bir manzaraya şahit olmaması için elinden geleni yapmasının yanı sıra hükümetin de hassas ve ivedilikle hasta tutsakları tahliye etmesi gerekiyor.Çünkü her tutuklu ve hükümlü devlet otoritesi altında bulunuyor. Devletin başta yaşam hakkı olmak üzere tüm hak ve sorumluluklarını gözetmeden yükümlü olduğunu ve bunun tartışmasız olduğunu artık bilmesi gerekiyor. Yine böyle mühim bir süreçte toplumsal duyarlılıklarımızı hayata geçirmeli, başta hasta tutsaklar olmak üzere cezaevlerindeki bütün tutuklu insanlarımıza destek çıkmalıyız.
Kaynakça: Özgür Gündem
- 3 gösterim