Hapishanelerde hak gaspları sürüyor…

Her geçen gün yeni hak gasplarının yaşandığı hapishanelerde faşist baskı ve tecrit koşulları ağırlaşmaya devam ediyor. Yasalarla güya “güvenceye” alındığı söylenen anayasal-yasal haklar en keyfi yol ve yöntemlerle bir bir gasp ediliyor. Yasal olup olmaması bir yana, en meşru en insani ihtiyaçların karşılanması dahi faşizan bir zihniyetle engellenmektedir.

Tüm bunlar ‘Yeni Türkiye’ ve ‘demokratikleşme’ yaldızlamaları yapılması ile kol kola gidiyor. Bir kez daha burjuvazi ve onun devleti/hükümeti için demokrasinin kimlere ve nasıl tesis edildiği gözler önüne seriliyor. Bu asalakların demokrasisi sömürü düzenine karşı her eylemi faşist baskı ve terörle boğmaktan başka bir şey değildir.

Hapishaneler esasında tüm toplumun yaşam koşullarının (özellikle de siyasal-demokratik özgürlükler açısından) aynasıdır. Zira içerisi ne kadar baskı ve zulüm altında tutulursa dışarısı da o kadar kontrol altında tutulur. Hapishaneler model alınır ve özgürlüklerin sınırı da bu modele göre belirlenir düzen tarafından. İçerisi model alınır çünkü toplumun en diri unsuru olan devrimci tutsaklar daima teslim alınmaya çalışılır devlet tarafından. İçeride devrimci tutsaklara dayatılan bu teslimiyet, dışarıda işçi sınıfı ve emekçilere dayatılır. Ve bu saldırının bir ayağı sürekli olarak gerçekleştirilmeye çalışılan hak gasplarıdır. Diğer ayağı ise dizginsiz faşist baskı ve terör.

Hapishanelerde tecrit koşulları her geçen gün ağırlaştırılmakta, devrimci tutsakların dışarı ile olan tüm bağları yok edilmeye çalışılmaktadır. Ziyaretçi yasakları, mektup-haberleşme yasakları, keyfi disiplin cezaları hepsi tek bir politikaya hizmet etmektedir: Tecrit. Burjuvazinin ve devletinin hapishanelere bakışı ve politikası esasında her dönem aynıdır. Toplumsal-sınıfsal mücadelenin yükseldiği dönemlerde “içeride hâkimiyet kurulmadan dışarıda hâkimiyet kurulamaz” faşist zihniyeti esasında burjuvazinin hapishane politikasının özü ve özetidir. Her dönem de böyle yaklaşır hapishanelere. Bu faşist zihniyettir ki Ulucanlar’da, 19 Aralık’ta, 12 Eylül işkence hanelerinde, askeri hapishanelerde oluk oluk devrimci kanı akıtmıştır.

İşte bugün “demokratikleşme” adı altında en faşist yasalar bir bir meclisten geçirilmektedir. Polisi geniş yetkilerle donatmak için hazırlanan yasalar hemen hemen her demokratik hakkı ortadan kaldırırken yeni yargı paketleriyle son derece kısıtlı olan siyasal özgürlükler alanı da tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. “Kamu düzenini tesis etmek” adı altında dizginsiz faşist baskı ve terör devletinin taşları döşenmektedir.

Sermaye devleti ve kurumları faşist baskı ve terörde tam bir uyum içinde çalışmakta, düzenin kurumları adeta bu konuda yarışmaktadır. Dışarıda sürdürülen baskı politikaları hapishanelerde de hayata geçirilmektedir. Bu saldırıların en sonuncusu da devrimci tutsaklara gönderilen devrimci yayınlara ve kitaplara dönük engellemedir. Hatta uyduruk gerekçelere sarılan hapishane idaresi adımıza gelen her tür yayına karşı yasakçı bir tavır takınmaktadır. Hapishane idaresi tarafından verilen “eğitim kurulu kararı” ile bir ayı aşkın bir süredir adımıza posta yoluyla gönderilen ve ziyaretçilerimiz-ailelerimiz tarafından yatırılan bir çok yayının verilmemesinin nedeni de esasında faşist baskı ve tecrit politikalarıdır. Aşağıda bazı maddelerini belirteceğimiz ve ne anlama geldiğini açıklayacağımız söz konusu karar ile adımıza gelen yayınlara ulaşmamız keyfi bir şekilde engellenmektedir. Geçmişte de benzer “genelge ve kararlar” ile bu hakkı gasp etmeye çalışan Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü ile hapishane idaresinin hem faşist-gerici zihniyetinin hem de nasıl bir ayak oyunu yaptığını bu yazımızda ortaya koyacağız.

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki bizlere “karar” olarak verilen bu kağıt parçası, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün genelge adı altında yayınladığı yazıya dayanılarak alınmış bir karardan ibarettir. Burjuvazi kendi çıkarlarına uygunsa kendi hukukunu-yasalarını dahi çiğnemekten geri durmamaktadır. Tabi tüm devlet kurumları da aynen bu zihniyetle çalışmaktadır. “Kitaba uymuyorsa kitabına uydurmak” tam da bu durumu anlatmaktadır. CTEGM ve hapishane idaresi işte tam bu mantıkla “al takke ver külah” yaparak yayınlanan bir genelge ile ilgili yasada “hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir” şeklinde yer alan yasa maddesini boşa düşürme el çabukluğunu gösteriyor. Hapishane idaresi genelge ile yasada da açıkça belirtilen bir hakkı gasp etmeye çalışmaktadır. Yapılan işgüzarlık sadece bununla da sınırlı değildir. Hapishane idaresinin “zekice” buluşuyla işgüzarlık farklı bir boyut kazanarak devam ediyor. Söz konusu genelge bizlere dışarından gönderilen yayınların-kitapların niteliğine değil hapishane idaresinin “eğitim” ve benzeri faaliyetlerde kullanacağı materyallerin niteliğini belirtmektedir. Ama bu genelgeye dayanarak yayınlara ulaşma hakkımızı engelleyen idare çok “zekice” buluşuyla, genelge sanki bize dışarıdan gönderilen yayınlara ilişkinmiş gibi yutturmaya çalışıyor. Oysa biraz önce de belirtmiş olduğumuz gibi bizlere dışarıdan gönderilen yayınlarda aranan kıstas “mahkemelerce yasaklanmamış olması”dır.

Bizlere karşı saldırı olarak kullanılan, haklarımızı gasp eden genelgenin-kararın faşist zihniyet ürünü maddelerinden bazılarına kısaca göz atalım.

“Kuruma kabul edilecek yayınlarda aranacak nitelikler” başlığı altındaki ilk madde “iyileştirme ve eğitim programları ile derslere kaynaklık edecek nitelikte olması”dır. Daha bu ilk maddeden tecrit ve tredman politikasının irinleri akmaktadır. Devrimci tutsaklar topluma “kazandırılması” gereken “hastalar”, hapishaneler ise “rehabilitasyon merkezi” olarak görülmektedir. Biz “hasta” olduğumuz için bizleri “iyileştireceklermiş.” Faşist ideolojilerini aşılamayı hedefleyen maddelerden birisi de verilecek yayınların “Atatürk milliyetçiliği ilke ve inkılaplarına uygun olmasıymış.”

Hapishanelerde asker kışlası gibi görüp tutsaklara askermiş gibi bakmak burjuvazinin sadece bugünle sınırlı bir politikası değil kuşkusuz. Kökü derinlerdedir bu faşist zihniyetin. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında hapishanelerde devrimci tutsaklara “İstiklal Marşı” okunmasının dayatılması ve bunun bir işkenceye dönüştürülmesi ile bugün adımıza gönderilen yayınlarda şart koşulan “vatan, millet sevgisi olmalı” saldırısı, aynı faşist kafanın politikasıdır.

Devlet dışarıda teslim alamadığı biz devrimci tutsakları “içeride” teslim alacağını zannetmektedir. Bir kez daha yanıldığını görecektir!

Hapishane idaresi ilgili kararda nihai olarak şunları söylemektedir:

“Ceza İnfaz Kurumu’muza kurum güvenliği ve düzeninin sağlanması amacıyla ücreti önceden hükümlü ve tutuklularca ödenmeyen ve/veya ücretsiz olarak posta, kargo, ziyaretçiler tarafında gelen ve başka kurumdan gelen nakillerde dâhil olmak üzere hiçbir bülten, broşür, gazete, dergi ve benzeri yayınların alınmaması, kuruma ait ortak alanlarda ve ziyaretçi bölümlerinde bulundurulmamasına, ücretsiz olarak gönderilen kitaplara ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi hükümleri uyarınca işlem yapılmasına, kurum aracılığıyla alınacak olan bülten, broşür, gazete, dergi vb yayınların Eğitim Kurulu’nca incelenerek 5275 sayılı Kanun’un 62. Maddesi hükümleri doğrultusunca hükümlü ve tutuklulara verilmesine karar verilmiştir.”

Görüldüğü gibi hapishane idaresi adımıza yatırılan ücreti ödenmemiş yayınların ücretini sanki kendisi ödemek zorundaymış gibi “ücretini ödemezsen yayınları kabul etmem” diyerek keyfiliğini sürdürüyor. Ücreti dışarıda ödenen yayınlara ulaşma hakkımızı açık açık gasp ediyor.

Kararın bizlere iletilmesinin ardından konu ile ilgili olarak İnfaz Hakimliği’ne itirazda bulunmuş, söz konusu kararın iptalini istemiştik. Bu yazıyı kaleme aldığımız saatlerde İnfaz Hakimliği’ne yaptığımız itiraza yanıt geldi ve özetle şunu söylüyor:

“Maddeye göre, hükümlüler ilke olarak süreli ve süresiz yayınlardan, bedelini karşılamak koşuluyla yararlanma hakkına sahiptirler.”

Diğer yandan aynı yanıtta yapılan bir yorumda sanki ücretsiz gelen yayınların ücreti devlet tarafından karşılanmak zorunda kalınıyormuş gibi bir hava yaratılmaya çalışılmaktadır. Velhasıl saldırı yeni bir boyut kazandı ve devam ediyor.

Kuşkusuz bu saldırı sadece Sincan 1 No’lu F Tipi’nde değil tüm hapishanelerde başlatıldı. Bir yandan “demokratikleşme” masalları anlatılırken tüm toplum aldatılarak sersemletilmeye çalışılmakta, diğer yandan çıkarılan yasalarla polis devleti tahkim edilmektedir. Topyekûn gerçekleşen bu saldırılar karşısında tek yol topyekûn mücadeledir. Toplumsal bir mücadele olmaksızın ne saldırıları püskürtmek ne de yeni haklar kazanmak mümkün olacaktır. Şu unutulmamalıdır ki hapishanelerde prangalar ve zincirler ne kadar sıkılırsa dışarıda kat be kat daha fazla sıkılacaktır kölelik zincirleri.

Hapishanedeki devrimci tutsaklar olarak demokratik-siyasal özgürlükler için tüm emekçileri devrimci mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.

Baskılar bizi yıldıramaz!

Faşist baskı ve teröre son!

Özgür Karagöl

Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi

Kaynak: www.kizilbayrak.net