Ölüm Orucu Gazisi "Mektup" Kampanyamıza Destek Sundu

"Tutsak yoldaşlarımıza mektup yazarak tecriti kıralım"

Mektup yazmak deyince kaçıyor insanlarımız ya da tam olarak oturtamıyor kafasında. İhtiyaç olarak (deneyim paylaşmak, tartışmak, sohbet etmek) yazılmıyor haliyle. İçeri düşüldüğünde yabancılığı atmak zaman alabiliyor.

Yani mektuplaşmaya da bir nevi devrimci eğitim olarak bakmak – baktırmak gerekiyor. Ki insanlarımız yazma alışkanlığı da edinsin. …

Mektup yazılmadı diye tutsak ölmez ama mektup hem içeriyi hem dışarıyı geliştirir.”

Yukarıda yazdıklarım Özgür Karagöl yoldaşın sözleri. Bana az önce gelen son mektubunda söylüyor bunları. Hapishanede yıllarca kalan biri olarak ben de bu sözlerin altına imzamı atarım. Ölüm Orucu sürecini düşünüyorum. Bana gelen her mektup, isterse sadece “merhaba” yazılı olsun, bana güç veriyordu. Yoldaşlarımı süreç boyunca yanımda hissediyordum, ama bir “merhaba”yla sınırlı bile olsa, mektup gelince en başta mektubu yazan yoldaşımı olmak üzere yoldaşlarımı birebir yanımda buluyordum.

Mektubun tutsak yoldaşlarımız için ne kadar önemli olduğunu bilen biriyim. Ne var ki, dışarıya çıktıktan sonra mektup yazmaya, anlamını bildiğim kadar özen gösterdiğimi söyleyemem. En baştaki bahanem, zamanım olmuyor, demekti. Ama bunun bir bahane olduğunu anladım. Gerçekte, mektup yazmayı içerdeki gibi bir gereksinim olarak görmüyordum. Bu ihtiyaç duymama bencilce bir his. Çünkü hapishanedeki yoldaşların, görüşler dışında tek iletişim araçları, mektup.

İçerde, iletişim kurmak için mektup yazmak bir zorunluluk. Bu zorunluluğu hiç akıldan çıkarmadan, dışarıda bizler de tutsak yoldaşlarımıza “merhaba”yla sınırlı kalsa bile illaki yazmalıyız.

Öte yandan tutsaklar tecrit edilmeye çalışılıyor. Bizim bir “merhabamız” tecrit duvarına vurulan bir darbe oluyor. Darbeler çoğaldığında tecrit duvarları yıkılır. Hem içerde hem dışarda yıkılır. O halde böylesi bir devrimci eylemden kesinkes geri durmamalıyız.

M. Kurşun