İLK 12 Eylül 1980'de Siverek'te, 15 yaşında bir çocuktum. Ama hiç unutmam, sabah uyandığımızda evimizin üstü asker doluydu.
(...)
İKİNCİ 12 Eylül ise 1992'deydi. Bir gece vakti, polis baskınıyla gözaltına alınmıştım.
(...)
İşte ÜÇÜNCÜ 12 Eylül'de de açlık grevime başladım.
Sevgili Adil, merhaba.
Öncelikle iyi olmanızı diliyor, şahsında tüm güzel Okay ailesine sevgilerimi yolluyorum. Tabi güzel Öykü'ye çok çok özel selamlarımızı iletiyorum.
Kartını aldım ve inan ki, bu aralar epey yoğunduk, dolayısıyla yazmayı geciktirdim. Zaten şu anda da açlık grevinin 14. gününde yazıyorum. Basından duymuşsundur, 12 Eylül'de başladık. Biliyorum "12 Eylül"ün senin anılarında da epey karanlık bir yeri var. Tabi sizin nesil o güünleri çok çetin yaşadı, biz de olan-biteni az da olsa anlayabilecek yaşlardaydık.
İLK 12 Eylül 1980'de Siverek'te, 15 yaşında bir çocuktum. Ama hiç unutmam, sabah uyandığımızda evimizin üstü asker doluydu. Gözlerini, damda askerlerin dikildiği bir manzarayla açmak bizim için yeni birşey değildi. Çünkü mahalle devrimcilerin kontrolündeydi ve hemen hemen 2-3 günde bir, benzer bir manzara ile uyanırdık. 12 Eylül sabahı da o günlerden biriydi sadece! O gün ilk defa, içeriye bir subay eşliğinde yığınla asker girmişti. Ve yüksek sesle: "Evin erkeği kimlikleri alıp buraya gelsin!" diye bağırmıştı. Evde annemle ikimiz vardık. Dedem mahallenin cami hocası olduğundan namazdaydı, babam da öyle. Onların ikisini camide hapsetmişlerdi.
Ben annemle benim kimliğimi götürdüm, adam "evin erkeği yok mu" diye sorduğunda çok zoruma gitmişti. Belli ki beni erkekten saymamıştı. Ben de ciddi bir poz takınarak "evin erkeği benim" der demez bir tokat yemiştim. Derken mesele anlaşılmaya başlandı. Öyle ki, mahalle de erkek cinsi olarak sadece çocuklar kalmıştı. Sanırım sana tuhaf gelmez. Çünkü sen de dönemin canlı tanığısın. Ama bunu, yaşamamış olanlara anlatınca sanırım pek inandırıcı gelmiyor.
İKİNCİ 12 Eylül ise 1992'deydi. Bir gece vakti, polis baskınıyla gözaltına alınmıştım. Bu sefer büyümüştüm, meseleyi artık iyi biliyordum ve birşeyleri değiştirmeye çabalıyordum. O gün bugündür cezaevindeyim ve hâlâ üreterek, okuyarak ve paylaşarak, direnişim devam ediyor.
İşte ÜÇÜNCÜ 12 Eylül'de de açlık grevime başladım. Biliyorsun ki, toplumsallık ilk ihanete uğradığı günden beridir, direniş de devam ediyor. Hemen hemen tüm direnişlerin özünde, toplumsal dokuyu koruma refleksi vardır. Zira toplum, esasında ahlaki ve politik bir olgudur ve ruhu hem komünal ve hem de demokratiktir. Bu komünal değerler üzerine inşa ettikleri devletli – uygarlık sahipleri, binyıllardır bizlere her farklılığı bir çatışma gerekçesi olarak sunmaya çabalıyorlar. Her farklılığın bir çelişki ve dolayısıyla da çatışma gerekçesi olması, toplumsal dokuyu parçalamanın ve tabi ki kolay öğütmenin en iyi formülü... Oysa direnenler de 5000 yıldır her farklılığı bir çeşitlilik ve her çeşitliliğin de bir renk ve toplumun zenginliği olduğunu ısrarla savunmakta. Sanırım bu manada, 'tabiat ana' olarak birinci, doğa ile toplum olarak ikinci olarak, doğa yasalarında bir benzerlik var. Her iki doğa da tekliği, birbirini yok etmenin değil, sürekli renklenerek, çeşitlenerek çoğalma tercihindedir. Sevgili Öykü'nün "Baba sen Türk, annem de Kürt / ya ben ne olacağım?" sorusunu sorma ya da babasının böyle şeyler yazma ihtiyacı duymadığı özgür bir dünya asla hayal değil. Elimizi uzatınca tutacak kadar yakın.
Kitap çalışmanı merakla bekliyoruz. Evli olan arkadaşlara haber vereceğim ama ben evli değilim. Devrimci olmadan evvel evlilikten korkardım. Devrimci olduktan sonra da ideolojik açıdan sorguladım ve bu anlamda uzak durdum.
Herkese selam ve sevgiler.
Sakıp Hazman
Bolu F Tipi Cezaevi
B-2/4 – 59
- 5 gösterim