Yaklaşık iki aya yakın bir süredir Açık Radyo’da Franz Kafka’nın 100’üncü ölüm yıldönümü dolayısıyla onun başyapıtlarından Dava romanı günlük “tefrika” halinde seslendiriliyor. Yalnızca 100’üncü yıldönümünü anmak için değil, kitabın ilk yayınlanışından tam 100 yıl sonra, insanlığın bugün içine sıkıştığı evrensel kâbus halini o olağanüstü öngörüsüyle “resmetmeyi” başardığı için de!
Kitabın çevirmeni Ahmet Cemal, önsözünde filozof ve aktivist yazar Albert Camus’un “Ne Kurban Ne de Cellat” adlı denemesinin başında “Korku Çağı” başlığı altında şu düşünceleri dile getirdiğini yazıyor:
17. yüzyıl, matematiğin çağıydı, 18. yüzyıl doğa bilimlerinin, 19. yüzyıl ise biyolojinin çağıydı. Bizimkisi, yani 20. yüzyıl ise korkunun çağıdır. […] yaşadığımız dünyada en çarpıcı nokta, insanların [...] çok büyük bölümünün bir geleceklerinin bulunmayışıdır. Oysa geleceğe, olgunlaşmaya ve ilerlemeye yönelik bir umut olmadan anlamlı bir yaşamdan söz edilemez. […] Bugün ise (kendilerini yineleyip duranların dışında) artık kimse konuşmuyor, çünkü dünya bize uyarıları, öğütleri, dilekleri duymayan kör ve sağır güçlerce yönetiliyormuş gibi gözüküyor. […] İnsanlar arasında sürüp giden uzun diyalog, artık kesildi. Ve diyalog yoluyla ikna edilemeyenlerin insanda ancak korku uyandırması da son derece doğaldır...”
Camus’un sözlerini Kafka’nın kendisinin de Dava’nın yazılışından beş yıl öncesine ait gözlemleri tamamlıyor:
“Yapılanlar, tarihselliğe dönüşebilme yeteneğinden yoksun, kuşakları bağlayan zinciri parçalıyor, dünyanın şimdiye değin en azından sezgi yoluyla algılanan müziğini ilk kez en derin noktalara kadar kesintiye uğratıyor. O [yani Franz Kafka], kendini beğenmişliği içerisinde kimi zaman kendinden çok dünya için korku duymakta.”
Şimdi sevgili içerdeki arkadaşlar, ben haddimi sınırsızca aşarak bu iki olağanüstü yazarın yani Kafka’nın da Camus’un da bir gıdım ötesine geçiyor, insanlık camiası olarak “Hakikat-sonrası + korku-ötesi” dönemin içine girmiş olduğumuzu düşünüyorum: “Dehşet çağının”!
***
Yazar ve aktivist Naomi Klein’ın (Rebecca Stefoff’la birlikte yazdığı) Her şeyi Değiştirme Rehberi adlı kitapta da dünyayı saran “üç ateş”ten bahsediliyor. Bir kere, yükselen öfke, korku ve göçmen düşmanlığı ateşi dört bir yanda harıl harıl yanarken haddi hesabı olmayan yerel, bölgesel ve kanlı iç savaşlar, üstüne üstlük tehlikesi giderek büyüyen -potansiyel- küresel savaşlar, hatta nükleer savaş tehlikesi!
Bu yangınların bir yanında da canlılar âleminin içine yuvarlanmakta olduğu dev ateş: Kâinatın en büyük yangını. Bildiğimiz dünyayı neredeyse tüm canlıları ile kasıp kavuran, tüm canlıları hızla yokoluşa götürdüğü artık iyice anlaşılan iklim felaketi…
Üçüncü ateş ise bambaşka! Yeryüzünün hemen her yerinde toprak anayı sonsuza kadar yaşatmak ve diri tutmak için binlerce yıldır başarıyla uyguladıkları “kontrollü yangın” yöntemini kullanan yerli halkların ateşi. Bu mücadele ruhunu şöyle özetliyor yazarlar:
“Ancak, üçüncü ateş, sizin gibi genç nesil aktivistlerin içinde yanıyor. Sizin sesleriniz bize enerji veriyor. Geleceğimizin en iyisine sizin öngörüleriniz rehberlik edecek…”
Sevgili içerdeki arkadaşlar: Sizin bu örnek mücadeleniz, Baron de Montesquieu’nün 20 yıl gece-gündüz çalışarak tamamlayıp yaklaşık 275 yıl önce yayımladığı başyapıttan esinleniyor ve bizlere de esin veriyor. Baron, Yasaların Ruhu’nda şöyle özetliyor bunu: Siyasî kurumların ayakta kalabilmeleri için, ait oldukları toplumların sosyal, kültürel, coğrafî, iklimsel yönlerini ve özelliklerini yansıtmak zorundalar. Montesquieu, bunun için anayasal yönetim biçiminin mutlak şart olduğunu belirtiyor. Bununsa ancak kuvvetler ayrılığına, yasalar önünde hak eşitliğine, adil yargılanma hakkına, yurttaş hak ve özgürlüklerinin en geniş şekilde korunmasına, genel eşitliğin sağlanmasına, köleliğin yasaklanmasına dayanan demokratik cumhuriyet rejimine bağlı olduğunu belirtiyor. Demokratik cumhuriyetin temel ilke ve kaynağını da iki kelime ile özetliyor: “Erdem aşkı.” Yani, toplumun çıkarlarını daima özel çıkarların önünde tutma azmi.
***
Sevgili içerideki arkadaşlar, bis: Sizin bu örnek mücadeleniz, Yasaların Ruhu’ndan tam yüzyıl sonra, Avrupa’da 1848 devrim dalgasının hemen öncesinde Karl Marx ve Friedrich Engels imzalarıyla yayınlanan Komünist Manifesto’dan da esinleniyor ve bizlere esin veriyor. Yukarıda azıcık değinmeye çalıştığımız günümüz kaos ve çöküş belirtilerinin o zamanki hallerini de şöyle anlatıyor Manifesto:
Kendi üretim, değişim ve mülkiyet ilişkileri ile modern burjuva toplumu, böyle devasa üretim ve değişim araçları yaratmış bulunan bu toplum, ölüler diyarının büyüleriyle harekete geçirdiği güçleri artık kontrol edemeyen büyücüye benziyor. […] Bu bunalımlar sırasında, daha önceki bütün çağlarda anlamsız görülecek bir salgın başgösteriyor – aşırı üretim salgını. Toplum kendisini birdenbire, gerisin geriye, geçici bir barbarlık durumuna sokulmuş buluyor; sanki bir kıtlık, genel bir yıkım savaşı, bütün geçim araçları ikmalini kesmiştir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmiştir […] çok fazla uygarlık, çok fazla geçim aracı, çok fazla sanayi, çok fazla ticaret vardır da ondan.”
Sevgili içerideki arkadaşlar, ve artık son: Günümüzün önde gelen sayısız bilimcisi, sayısız aktivisti iklim krizinin hem türümüzün hem de sayısız diğer türün geleceği için bir tehdit oluşturduğunu ve bunun tamamen bilimsel verilere dayalı bir süre bitimi olduğunu belirtiyor. Ayrıca, diyalektik bir bakış açısıyla, bu zorlu mühletin tüm halkların, hayat ağının değerini bilen tüm hareketlerin nihayet kaynaşıp birleşmesi için önümüzdeki son fırsat olabileceğini de anlatıyorlar. İçeridekilerle dışardakilerin buluşması için de önemli bir fırsat!
Sevgili Sezgin Tanrıkulu’nun 25 Haziran 2023’te sizlere yazdığı sözlerle bitirelim o zaman:
İçeriden içeriye, dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya birbirimize umudu aşılamaya devam edeceğiz. Elbette Osman’ı, Hakan’ı, Tayfun’u, Can’ı, Mücella’yı, Çiğdem’i, Mine’yi ve ismi maalesef bu sayfalara sığmayacak kadar çok düşünce mahpusunu o dört duvarların arasından çıkaracağız. Ama bununla yetinmeyip zihnimize kurulan duvarları, karakolları da yıkacağız ve birbirimizi hapisten çıkaracağız. Birbirimizi özgür, mutlu, adil bir ülkeye kavuşturacağız.”
Kaynak: Bsürgün
Görsel:Kemal Gökhan Gürses
- 13 gösterim