İşkencenin görünmez kılmak istediğini görünür kılmak, duyulmasını istediğini duyurmak ve bilinmesini istemediğini bilinir kılmak için sesimizi çıkarmaya hem de çok çıkarmaya devam edeceğiz.
Zavallı günah keçim,
Muhtemelen yakın hissederdim kendimi sana
Ama,
Eminim ki, taş sessizliğinde bakardım semaya
Bu dizeler Kuzey İrlandalı şair Seamus Heaney’nin “Cezalandırma” (Punishment) isimli şiirinden.
Şiirdeki anlatıcı işkence gören kızın boyuna geçirilen urganın, bedenindeki yaraların, canlı canlı gömüldüğü yerden çıkmasını önlemek için küçük bedeninden ağır taşın onu nasıl hareketsiz kıldığına dair imgeleri okuyucunun zihninde canlandırıyor.
Ayrıca, işkenceciler genç kızın gönül ilişkisini “uygun bulmadığı” için cezalandırdığından kadın kimliğine saldırmak için saçını da kazıyor. Anlatıcı, işkence failleri gibi sessizliğine gerekçe bulmaya çalışırken şiir bu cezalandırmanın tekil olmadığını ve toplumsal sorunla ilgili olduğunu da belirtiyor.
İnsan olduğumuzu kabul etmeyenlerin eylemi: İşkence
Birleşmiş Milletler (BM) “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme” 10 Aralık 1984’te kabul edilmiş ve 26 Haziran 1987’de yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, BM 1997’de 26 Haziran’ı “İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir. Türkiye “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988’de kabul etmiş, anayasa ve ceza kanunu’nda işkenceyi yasaklamıştır. Ne var ki, kanunlarca yasaklanan işkence yaygın bir olgu.
Baskıcı hükümetler ve hükümet dışı aktörler, yasadışı örgütler, silahlı gruplar, mafya ve çete grupları işkenceyle sadece bu tahayyül edilemez, dayanılması çok zor acıları yaşayanları susturmayı hedefliyor. Failler ve sorumlular işkenceyle kimliklerimizin görünmez olmasını, yanlış uygularının bilinmemesini istiyor.
İşkence insanlığımızı bilinçli biçimde yok etmektir. Uygulanan çeşitli fiillerin sebep olduğu acı ve ıstırap düzeyi değişse de tek bir amaç var: bireyi sindirmek, yok etmek ve insanlığını inkar etmek.
İşkence maalesef nadiren gerçekleşen bir hak ihlali değil. Yol açtığı onulması zor yaralara rağmen işkence her gün ve her ülkede gerçekleşiyor. Diğer hak alanlarında olduğu gibi işkence de kadın, çocuk, göçmen ve sığınmacılar, LGBTI+’ları vb. dezavantajlı kesimleri daha fazla etkiliyor.
Fiziksel şiddet
Çoğu zaman kaba dayak, elektroşok gibi fiziki acı yaşatan işkence yöntemleri arasında tecavüz ve cinsel aşağılama da yaygın bir biçimde kullanılır.
Baskıcı rejimlerde gözaltı merkezleri, cezaevleri, geri gönderme merkezlerine özel olarak dikkat kesilmek gerekiyor.
Savaşlar, silahlı çatışmalar ve işkence
Ayrıca, silahlı çatışmaların ve savaşların olduğu ortamlarda işkence riski daha fazla artıyor. Bunu son olarak, İsrail-İran savaşında gördük. İşkence ve kötü muamele konusunda karneleri hiçbir biçimde parlak olmayan, cezaevleri işkence ile anılan İsrail ve İran devletleri arasındaki savaş muhaliflere yönelik ihlallere zemin teşkil edebilecek riskler içeriyor. Örneğin, İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi yaptığı çağrıyla İsrail ile ilişkili olan İranlıların teslim olması durumunda cezalandırılmama ihtimalleri olduğunu, verilen sürenin sonrasında ise en ağır cezaların uygulanacağını duyurdu.
Türkiye’deki 40 yılı aşkın süredir devam eden son aylarda barışçıl yollarla çözüleceğine dair umutlarımızın arttığı Kürt Sorunu bağlamında da işkence ve kötü muamele ihlallerini belgeledik. Bu bağlamdaki çalışmalar için sadece Türkiye’de değil dünyada da çok müstesna bir yere sahip Türkiye İnsan Hakları Vakfımızın yayınları, raporları kapsamlı bilgiler sunuyor. Benzer şekilde, İHD olarak yıllık raporlarımızda da işkence ve kötü muamele ile çatışma ortamı arasındaki doğrudan ilişkiyi ortaya koyan veriler yer alıyor.
İşkence ile mücadele dediğimizde ihlallerin devamlılığındaki kilit faktörlerden birisi olan cezasızlık kültürünü her daim gündemimizde tutmamız lazım.
İşkencenin yaygın olduğu yerler: Cezaevleri
Cezaevlerindeki gayri insani koşullar, kapasitenin üzerinde insanın bir arada tutulmasının yol açtığı hijyen sorunları, sağlık hizmetlerine gerektiği biçimde erişime izin verilememesi de işkence ve kötü muameleye denk gelen uygulamalardır. Gardiyanların, asker vb. güvenlik görevlilerinin veya diğer cezaevi personelinin şiddet içeren, hasmane tutumları da bir işkence ve kötü muamelenin başat sebeplerinden birisidir.
Ayrıca, yaşlı bakım merkezleri, yetimhaneler, ruh sağlığı tedavisi sunulan merkezlere, tesisler de izleme ve denetim faaliyetlerinin radarında olmalıdır.
Salt fiziksel şiddet değil
İşkencede fiziki acı veren fiiller kadar psikolojik şiddetin de benzer düzeyde acı verdiği biliniyor. Uykusuz bırakmak, uzun süreli tecrit, sevdiği kişilerin tehdit veya ölümle tehdit edilmesi psikolojik şiddet kategorisine giren uygulamalardır.
Cezaevindeki mahpusların çocuklarına yazdıkları mektuplardan derlenen Ben Çıkana Kadar Büyüme Emi kitabının başlığı dahi mahpusların maruz kalabileceği psikolojik baskıyı net bir biçimde gösteriyor. Kitabın yazarı Adil Okay cezaevinden çok sayıda mektubu derleyerek bu kitabı hazırlamasının üzerinden 10 yıldan fazla süre geçti. Maalesef, bu süre zarfında cezaevi koşulları daha da kötüleşti.
Fiziksel işkencenin de nihai amaç insanın zihin dünyasını parçalamaktır. Bedensel acı bir gerçek ancak maruz bırakılan aşağılamanın insan ruhunda yol açtığı utanç, suçluluk duygusu vb. yaraları sarmak kimi zaman on yılları bulabiliyor. Hatta bir izler bir ömür silinmiyor.
Bu noktada, hekimlerin işkence ile mücadelede yaşamsal bir öneme sahip olduğunu vurgulamak gerekiyor. Yaşamsallığı hem işkence mağdurunun yaşama tutunması için gerekli tedavi süreci hem de Türk Tabipleri Birliği’nin yaptığı gibi iyi hekimliğin savunularak bu olgunun toplumda bilinir olmasını sağlamalarıyla ilgili.
Güveni de yok ediyor
İşkence edilen tek tek bireyler olsa bile zarar gören bir bütün toplumdur.
Gördüğü işkencelerle insanlıktan çıkan kişinin etrafındakilere, topluma güven duyması da zorlaşıyor. Toplumdan koparak izole bir yaşam süren işkence mağdurları giderek yalnızlaşıyor. Tam bu noktada işkence mağdurlarına yönelik rehabilitasyon çalışmalarını önemi daha belirgin oluyor. Kuşaklar boyu sürebilecek bir travmanın önüne geçmek için işkence mağdurlarıyla gerekli teması kurmak, bağları korumak gereklidir.
Tabi, işkence yarattığı korku iklimiyle sessizliğin tüm toplumda egemen olması için de kullanılır.
Mutlak yasak
İşkenceyi gerçekleştirenler her daim bir gerekçenin ardına sığınmaya çalışır: terörle mücadele, savaş ve çatışma ortamı, haksızlık karşısında adaleti sağlamak, yapılan yanlışa karşılık vermek, işkence görenin kabul edilemez suç işlemesi, adalet sisteminin etkili olmaması nedeniyle cezalandırma vb. İşkenceciler hangi bahaneye sığınmaya çalışırlarsa çalışsınlar insan hakları savunucuları olarak hep tekrar ettiğimiz bir nokta işkence mutlak yasaktır ve hiçbir koşul altında haklı gösterilemez.
Mücadele Yöntemi: Ses Çıkarmak
İşkence karşı mücadeledeki yöntemimiz net: Sesini çıkar, haykır ve asla geri adım atma.
Türkiye’den İHD, TOHAV ve SOHRAM’ın üyesi olduğu ve tüm dünyadan 200’den fazla insan hakları örgütüyle işkence karşıtı mücadelesini yürüten Dünya İşkence Karşıtı Örgütü (OMCT) BM İşkence Günü vesilesiyle 23-26 Haziran günlerinde İşkence Karşıtı Küresel Hafta etkinlikleri düzenliyor.
Çevirim içi düzenlenen etkinliklerde işkence mağdurları, aktivistler, uzmanlar ve insan hakları savunucuları bir araya gelerek dayanışarak, birbirinden öğrenerek ve harekete geçerek işkence karşısında daha da güçlenmenin yol ve yöntemlerini ele alacak.
BM İşkence Karşıtı Sözleşme’nin kabulünün ve OMCT’nin 40. yılına denk gelen etkinliklerdeki temel sloganımızı Çok Ses, Tek Hareket olarak belirledik. İşkencenin görünmez kılmak istediğini görünür kılmak, duyulmasını istediğini duyurmak ve bilinmesini istemediğini bilinir kılmak için sesimizi çıkarmaya hem de çok çıkarmaya devam edeceğiz.
İşkence karşı sesimizi çıkarmaya, direnmeye, mücadele etmeye devam.
Kaynak: Bianet
Resim: Özlem Özdemir. Görülmüştür arşivi
- 3 gösterim