Ölüme Mahkum Edilen ve Birer Birer Ölen Tutsaklar

Adil Okay

ÖLÜME MAHKUM EDİLEN VE BİRER BİRER ÖLEN TUTSAKLAR

Sincan 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi'nde bulunan kanser hastası İrfan Eskibağ yaşamını yitirdi. 10 yıldır hapiste olan Eskibağ 41 yaşındaydı…”

“Hasta tutsaklar”. Bu tümce Türkiye’de yaşayan büyük çoğunluk için fazla bir şey ifade etmiyor ne yazık ki. Zira bilgi kirliliği içinde hapishanede hayatını kaybeden tutsak haberleri yandaş medyada neredeyse görünmeyen harflerle yazılıyor. Sol, sosyalist ve yurtsever basının da okuyucu kitlesi toplamda 100 bini geçmiyor.

Peki, ne yapmalı. Bu sorunu, bu ayıbı daha yüksek sesle konuşmalı, yazmalı, yürümeli, sokaklara çıkmalı. İnsan hakları örgütleri, duyarlı yazar ve sanatçılar zaten ellerinden geleni yapıyorlar. Dernekler ve web siteleri de sürekli rapor yayınlıyorlar. Ama bu trajediler devam ediyor. Son günlerde gelen hapishaneden ölüm haberlerine artma başladı. Bu insanlar, İsmet Ablak gibi son ana kadar tahliye edilmeyip, yakınlarıyla “dışarıda“ helalleşemeyip hayatını kaybeden insanlar. Veya Güler Zere gibi öleceği kesinleşince kamuoyu baskısı sonucu son anda serbest bırakılanlar. Politik veya değil, şu anda, bu yazıyı kaleme aldığım 7 mayıs 2013 itibariyle Türkiye hapishanelerinde 400’den fazla ağır hasta tutuklu ve hükümlü var. Bunların 61’i her an ölebilir. 211’i ölüme yakın hastalar ve diğerleri “iyileşmez” raporlu hastalar. Tekrar yazayım. 411. Harf ile: Dörtyüzonbir. Ve biz yıllardır bu konuda yazıp duruyoruz. 2010 yılında, Adalet bakanı Sadullah Ergin’e kızım Öykü’nün mahpus teyze ve amcalarına yolladığı renkli balonların yasaklanması üzerine basın önünde açık mektup okumuştum. O mektubun sonu şöyle bitiyordu.

“…Sadullah Bey, siz hiç cezaevlerinde araştırma yaptınız mı? Örneğin İHD’nin, TİHV’nın, ÇHD’nin, TTB’nin raporlarını okuyor musunuz? Sizi ziyarete gelen ve cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamaları anlatan, yönetmeliğe uymadığınızı belgelerle kanıtlayan bu örgüt temsilcilerini dinleyip, ‘haklısınız’ demekten başka ne yaptınız. Tutsakların mektuplarına yer veren gazete ve dergileri okuyor musunuz? (…) Okuduysanız bunların dolaylı sorumlusu olarak hiç hicap duymuyor musunuz?  Selefiniz M. Ali Şahin, Engin Çeber’in gardiyanlar tarafından işkence ile öldürülmesi üzerine, “Devletim ve hükümetim adına özür dilerim” demişti. Siz, bakanlığınız döneminde tedavileri yapılmadığı için cezaevinde hayatını kaybeden tutsaklar Ali Çekin, Hasan Kert, Beşir Özer, Kuddusi Okkır, İsmet Ablak ve Kırklareli cezaevinde işkence sonucu öldürülen Mehmet Kılınç için özür de dilemiyorsunuz Sadullah Bey. Ya Güler Zere?

(…)Sadullah Bey, Benim diyeceklerim şimdilik bu kadar. Şimdilik diyorum, zira iki elimiz kızıl kanda bile olsa, İnsan hakları ihlallerine karşı yine yazacak, yürüyecek ve itiraz edeceğiz. Ancak bitirmeden hatırlatmak istiyorum: Bakanlık süreniz dolmak üzere. Henüz zamanınız var. Bari cezaevlerinde yatan 49 ağır hasta tutsağa destek olun. İşte size hayır duası alabileceğiniz bir fırsat. Tarihe adınızın nasıl geçeceğine karar verin. Ancak acele edin. Zira yarın çok geç olabilir…”

Bu mektubu yazalı dört yıl oldu. Ve aynı adalet bakanı bu konuda bir adım bile atmadı. “Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi…” adlı son kitabımda, hapishanede tedavi edilmediği için hayatını kaybeden politik tutsaklardan İsmet Ablak’ın ölmeden önce yazdığı mektubu yayınlamıştım. O yürek yakan mektuptan bir bölüm paylaşıyor ve henüz duyguları nasırlaşmamış tüm insanları bu konuda duyarlı olmaya çağırıyorum.

“Ben İsmet Ablak. Bu mektup elinize geçtiğinde, ben sonsuzluk âlemindeki yeni yaşamıma, yeni başlamış olacağım. Doğrusunu isterseniz nereden başlayacağımı bilemiyorum. Çünkü dünyadayken bir doğduğumu, bir de cezaevindeyken yaşadıklarımı biliyorum. (…)Derken bir gece vakti aniden titremeye başladım, gözlerimi hastanede açtım. Ameliyata yattım. Ameliyat olurken de kanser olduğumu söylemediler. Hani bilmiş olsaydım, belki sevdiklerimi hazırlardım. Böyle ani olmazdı gidişim. İtiraf etmeliyim ki hastanede kaldığım o izbe yerde, bedenim çok zorlandı. Havasız ve ışıksızdı, hemen her gün ameliyata alınıyordum ve bedenim paralanıyordu. Dışarıdaki dostlar kan vermek için kilometrelerce yol gelip, sıra alıyorlardı. Yoksulluk hepsinin belini bükmüştü. Gözlerinin feri kaçmıştı. Damarlarındaki kan miktarı, hayata tutunmalarına ancak yetiyordu. Onun da yarısını bedenimi diri tutmak için veriyorlardı. Mahkûm arkadaşlarım kanlarını paylaşmak için başvurmuşlardı. Ama bürokrasinin soğuk çarkları donmuştu.(…) Ben, sessizce yaşadım. Sessizce direndim ve bu dünyayı sessizce terk ettim. Gücümü sizlerden ve daha önce inançları uğruna gidenlerden aldım. Sizin şahsınızda tüm dostlarıma ve insanlığa veda ediyorum. Sevgiyle kalın.  İsmet ABLAK"

Sonsöz: Seslerimizi, itiraz seslerimizi birleştirmemiz gerekiyor. Zira birkaç kişinin sesi yetmiyor. O zebaniler sesimizi duymuyor. Ülkede ve dünyada sorun çok. Ama bu konuda saatlerin bile önemi var… Cumhurbaşkanının bir imzası yeter bu insanların serbest kalması için. Bay bakan, “ben bir şey yapamam, yasalar falan” diyorsa, cumhurbaşkanının yetkilerini hatırlatmakta yarar var.

Hani iyi polis kötü polisi oynuyorlar ya…

[email protected]

www.gorulmustur.org