228’i ağır 578 hasta tutsağın olduğu hapishanelerde, 2014 yılı içerisinde 40 hasta tutsak hayatını kaybetti. İleri Haber’e konuşan İHD Genel Merkez Yöneticisi Necla Şengül, hasta tutsakların durumuna karar verme konusunda ‘tekel’ olduğunu söylediği Adli Tıp Kurumu’nun siyasi iktidarın etkisinde olduğunu ifade ederek “Resmi bilirkişilikten çıkarılmalıdır” dedi.
Meryem Yıldırım - İleri Haber
Türkiye’de cezaevlerinde yaşam koşullarının ve sağlık imkânlarının kötü olması nedeniyle hapis cezası özgürlüğün kısıtlanmasından yaşam hakkının kısıtlamasına dönüşüyor. Cezaevine girmeden önce hasta olanlar tedavilerini gerektiği sürdürememekten hastalıklarına uygun besin bulamamaya, ortamın aşırı sıcak veya soğuk olmasından rutubete ve temizlik koşullarının yetersizliğine kadar çeşitli nedenlerden dolayı hastalıkları ilerliyor. Cezaevlerindeki yaşam kalitesinin düşmesi ve bir türlü yanıt verilmeyen tedavi talepleri hasta tutsakları göz göre ölüme mahkum ediyor. Hasta tutsaklar ancak hastalıkları ölümün kıyısına varınca tedavi imkanı bir lutüf olarak sunuluyor, bu da ellerinde kelepçe, jandarma nezaretinde, yetersiz tedavi süreciyle gerçekleştiriliyor.
228'İ AĞIR 578 HASTA TUTSAK VAR
Türkiye’de cezaevlerindeki bu kötü koşullarda 228’i ağır olmak üzere 578 hasta tutsak yaşam mücadelesi veriyor. İHD Genel Merkez Yöneticisi Necla Şengül’ün İleri Haber’le paylaştığı verilere göre 2014 yılı içerisinde bu hasta tutsaklardan 40’ı hayatını kaybetti. Hasta tutsaklarla ilgili 3 ayda bir rapor hazırladıklarını söyleyen Şengül en son Kasım ayında yayınladıkları rapora göre cezaevlerinde 228’i ağır olmak üzere 578 hasta tutsağın olduğunu hatırlatarak, acilen hasta tutsakların durumunu çözüm bulunması gerektiğini ifade etti. Hastalıkların cezaevi hekimleri ve idareleri tarafından doğru yansıtılmadığını düşünen Şengül uzun yıllar cezaevlerinde yatan ve ani şekilde fenalaşarak hayatını kaybeden hastaların da olduğuna dikkat çekti. Örnek olarak da Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi'nde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitiren Barış Grubu’ndan Lütfü Taş’ı gösterdi.
“SÜRGÜNLE HASTALAR İL İL DOLAŞTIRILIYOR”
Türkiye’de hemen hemen her ilde hasta tutsak olduğuna dikkat çeken Şengül, “Sevklerin yani sürgünlerin bol olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Hasta mahpusların sürgün oldukları yerlerin tespitini bile yaparken zorlanıyoruz” dedi. Hasta olan tutsakların il il hastane hastane dolaştırıldığını söyleyen Şengül şöyle devam etti: “Tabii bu da ayrı bir hak ihlali başlığıdır bizim için. Ring araçlarında ellerinde kelepçeyle yatalak bir hastanın durumunu düşünmek bile hak ihlalinin boyutunu anlatmaktadır.”
KANSER, KALP, EKLEM RAHATSIZLIKLARI
Şengül hapishanelerde en sık görülen hastalıkları ise şöyle sıraladı: Kanser, kalp rahatsızlıkları, görme bozuklukları, eklem rahatsızlıkları, mide rahatsızlıkları, nefes problemleri, jinekolojik rahatsızlıklar, bağışıklık sistemi hastalıkları. Adı geçen hastalıkların çoğunun hapishanelerden kaynaklandığına işaret eden Şengül, “Ayrıca bize başvuruda bulunan ve çatışmalı süreçte yakalanan çok mahpus var. Bunlar vücutlarında şarapnel parçaları, ateşli silahla yaralanan ve tedavisi yapılmayanlar. Bunlarında zamanla ölümcül rahatsızlıklar olacağı hekimler tarafından beyan edilmektedir.”
“AKP DÖNEMİNDE ÖLÜMLER ARTTI”
Şengül AKP döneminde hasta tutsak ölümlerinin arttığına işaret ederek, “Yıllık raporlarımıza baktığımızda, AKP’nin mahpuslara dönük vahşetini görebilirsiniz” dedi.
Adalet Bakanlığı’nın hasta tutsakların hastanelerde jandarma nezaretinde tedavi edilmesi uygulamasını ise hastanın yaşam haklarına kasıt ve ihlali olduğunun altını çizdi. Hapishanede yakalandığı KOAH hastalığının tedavi edilmemesi nedeniyle geçen gün hayatını kaybeden Mehmet Canpolat’ı örnek veren Şengül şunları söyledi: “Mehmet Canpolat, Kandıra F Tipi hapishanesinde yatan bir mahpustu. Hapishanede akciğer kanseri hastalığına yakalandı. Onun insan ve mahpus olmaktan kaynaklı hakları vardı. İnsan onuruna saygı ilkesi vardı, gözetilmesi gereken. Özgürlük idesi vardı, düşünülmesi gereken. Bütün hasta mahpuslarda olduğu gibi, teşhisinden tedavisine kadar ihmaller ve kasıtlar zinciri vardı. Hastalığının çok ileri safhasında olduğu bilinmesine karşın Adli Tıp Kurumu, “hastane şartlarında yatırılarak” infaz emri verdi. Mahpusun yalnızca biyolojik bir varlık olduğu düşünülüyordu herhalde. Böylece “hastane şartlarında yatırılma” nitelemesi ile hiçbir hasta mahpusun tahliye edilmeyeceği bir yol açılıyordu. Nitekim ölüm “hastane şartlarında” gerçekleşmiş oldu.”
“ADLİ TIP KURUMU 12 EYLÜL’İN RUHUNU TAŞIYOR”
Hasta tutsakların durumuna karar verme tekelini elinde tutan Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) bağımsız olmadığına işaret eden Şengül, ATK’nın resmi bilirkişi olma uygulamasına derhal son verilmesini istedi. “Adli Tıp Kurumu’nun bilimsellikten uzak ve taraflı kararları da hasta tutukluların maruz kaldığı durumun en başat nedenlerindendir” ifadelerini kullanan Şengül şöyle devam etti: “Adli Tıp hizmetleri 1982 yılında 2659 Sayılı Yasa ile Adli Tıp Kurumu’nun resmi bilirkişilik görevini yerine getirmesi için yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile Adli Tıp Hizmetleri’nin verilmesinde yaşanan sorunların giderilmesi amaçlanmış ise de Adli Tıp Kurumu merkezi yapılanmayı güçlendirmiş ve Adli Tıp alanında bilimsel gelişmeyi engelleyici, çelişkili ve yetersiz kabul edilen kararları çözüme bağlayıcı özelliği ile birlikte bilimsel niteliğini de yitirmeye başlamıştır. Oysa bilirkişilik, hizmetin niteliği gereği herhangi bir konuda verilecek objektif, teknik ve bilimsel görüştür. Bilirkişiliğin esası bilimsel görüşün özgürce sunulabilmesidir. Kurum; 12 Eylül rejiminin etkisinde yapılmış düzenlemelerin ruhunu yansıtmaktadır.”
"BİLİRKİŞİ KURUMU DEĞİŞMELİDİR"
Şengül, 5275 sayılı İnfaz Kanunun 16. maddesinin 3. fıkrasında cezanın infazının ertelenmesiyle ilgili olarak Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca verilen raporların Adli Tıp Kurumu’nun onayına sunulması ile ilgili düzenlemenin kaldırılması gerektiğini söylüyor. “Uygulamada Adli Tıp Kurumu tam teşekküllü hastanelerin vermiş olduğu raporları onaylamak için hasta mahpusu da İstanbul’a çağırmakta, bu durum başlı başına bir eziyet halini almaktadır” diyen Şengül, kurumun verilen raporları da onaylamadığını kaydetti. Hapis cezasının hastalık nedeniyle ertelenmesinin Adli Tıp tekelinden çıkarılması gerektiğini söyleyen Şengül şu taleplerde bulundu: “Adli Tıp Kurumunun resmi bilirkişi tekeli kaldırılmalıdır. Bilimsel kriterlerden ziyade bilimsel olmayan kriterler ile hareket eden ve tamamen siyasal iktidarın etkisinde olan Adli Tıp Kurumu’nun bu tekeli kaldırılmalı, üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlıkları veya Sağlık Bakanlığı’nın Eğitim ve Araştırma Hastaneleri gibi kurumların bilirkişilik vasfı kabul edilmeli, buna göre düzenlemeler yapılmalıdır."
Kaynak: www.ilerihaber.org
- 2 gösterim