5 Yıldır Toprak Görmeyen tutsak yazardan mektup var

“Eskiden koğuşlarımızda saksılar ve türlü türlü çiçeklerimiz olurdu. Bir nebze de olsa baharın geldiğini daha iyi duyumsardık, hissederdik. Yine beton duvarlar arasındaydık ama biraz toprak da olurdu. Yetmediğinde ise çay posaları güneşte kurutulur, sonra da toprakla karıştırılırdı. Zahmetliydi biraz ama değerdi. (…)son beş yıldır toprak görmedim, kokusunu almadım, hissedemedim... Resimlerde, televizyonda görebildiklerimiz, okuduklarımızla bağımızı canlı tutmaya çalışıyoruz. Buna alışmamaya çalışıyorum.”

MEHMET GARİP YAŞ

T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu

Çilimli - Düzce

***

11 Mart 2018

Sevgili Göksu merhaba;

Son bir kaç aydır cebelleştiğim sorunlar ve meşgul olmasından dolayı kalemi elime alamadım bir türlü. Sürekli bir şeylerle, yeni/sıkıntılı gündemlerle uğraşmak zorunda kaldım, kalıyorum. Elime kalem alacak dinginliği bir türlü yakalayamadım. Öyle bir durumda da yazmak istemedim.

(…)

Eskiden koğuşlarımızda saksılar ve türlü türlü çiçeklerimiz olurdu. Bir nebze de olsa baharın geldiğini daha iyi duyumsardık, hissederdik. Yine beton duvarlar arasındaydık ama biraz toprak da olurdu. Yetmediğinde ise çay posaları güneşte kurutulur, sonra da toprakla karıştırılırdı. Zahmetliydi biraz ama değerdi. Duyuyorum, halen bazı hapishanelerde var. Sonra F Tipleriyle tanıştırıldık. Orada ise "açık saha" dediğimiz toprak saha dışında, toprak, çiçek göremezsin. Bazen çok küçük çatlaklarda, boşluklarda inadına hayata tutunmaya çalışan otlar çıkardı, biraz uzadıklarında aramalarda koparılırdı, onlar ise tekrar boy verirdi. Buraya geldik, açık saha olmuş "plastik saha" son beş yıldır toprak görmedim, kokusunu almadım, hissedemedim... Resimlerde, televizyonda görebildiklerimiz, okuduklarımızla bağımızı canlı tutmaya çalışıyoruz. Buna alışmamaya çalışıyorum.

Sonradan bir nedenle gözlerini kaybetmiş insanlar gibi hissetmeye başlıyor insan. Bellekteki anılarla, izlerle karşılaştırıyorsun.

Bunları Adil'in gönderdiği bir resime bakarken düşünüyorum. Haberin vardır, belki de onların düzenlediği sergiye de katılmışsındır. İki yıl önce bir kampanya/proje başlatmışlardı: "İçeriden dışarıya, fotoğraf" - "Düşler Tutsak Edilemez!..." şiarıyla. O zaman benden de bir tasvir istemişlerdi, göndermiştim. 68 Tutsağın tasvirleriyle çekilmiş 68 resim. Adil hoca benimkinin bir resmini göndermişti, işte ona bakıyordum. Sanırım çok sayıda şehirde sergileyecekler. Memnun oldum önemli bir sonuca ulaşmasına. Aslında diğer tutsakların tasvir/resimlerini de görmek isterdim. Belki bu resimler bir gün katalog/kitap haline gelir. Olsa güzel olurdu, en azından hepsini görme imkanımız olurdu.

Sınırlı ve yetersiz de olsa böyle uğraşları, dayanışmayı görmek güzel, iyi hissettiriyor. Biliyorsun, yaşıyorsun da. Sözün bittiği, kelimelerin artık dile gelmek istemediği bu zamanda, böyle şeyleri mumla arar olduk. Bizim dostlarımız, çevremiz, tecrübemiz var, ya bunlara sahip olamayanlar... Önceki gün tesadüfen elime geçen bir hiç var olmamışlar gibi yok sayılmaları... Bu öyle korkunç bir his ki...

Bazen, bazı şeyleri anlatabilmek imkansızmış gibi geliyor, kelimeler kifayetsiz kalıyor.

Dışarısı da çok farklı değil, farkındayım. Daha önce paylaşmıştım düşüncelerimi; yaşananlar bir anomali. Hiç bir ölçü, kriter, yöntem yaşananları izah etmeye yetmiyor, hepsi eksik kalıyor. Ölümün, öldürmenin, sapıklığını, yobazlığın, hırsızlığın, açgözlülüğün, çıkarcılığın, korkunun galebe çaldığı zamanlar. Yılbaşı kartında "gerçekte biten veya başlayan bir şey yok" demişsin, katılıyorum.

Geçen ay sevk istemiştim, güneydeki bazı şehirleri istemiştim. Pek ihtimal vermiyordum çıkacağına, denemek istedim. Talebim reddedildi. Çıksaydı sevk olduğum yerden yazacaktım, olmadı. Zaten burası sürgün yeri, kolay çıkış olmuyor.

Sağlığım iyi sayılır. Ara-sıra bazı rahtsızlıklar nüksetse de idare ediyorum. Sen nasılsın? Umarım iyisindir.

Fırsat buldukça okuyorum. Şu anda elimde Arthur C. Danto'un "Sıradan olanın başkalaşımı" isimli sanat kuramı kitabı var. Son iki yıldır içerideki kitap sorunu-engeller başımızı çok ağrıtıyor, uğraştırıyor.

(…)

Biliyorum mektubun genel havası pek iç açıcı değil. Umutsuzluğa, karamsarlığa kapıldığımı düşünme. Hiçbirimizin hayatı güllük-gülistanlık değil her zaman. Önemli olan her koşulda hayalleri, umudu, sevgiyi diri tutabilmek.

Kendine çok çok iyi bak... Esenlikle kal...

Not: Yukarıda bir kitaptan bahsetmiştim, yazarı ve ismini yazayım, belki eline geçerse okursun: "Cezaevinden Gerçek Hayatlar", Sevil Kurallı (Gebze Kadın Cezaevi)

Sevgiyle-Umutla

Mehmet