13 Kasım 2017 tarihinde Belçika’nın Liege kentinde gözaltına alınarak, Almanya’nın iade talebi üzerine tutuklanan ve 20 aralık tarihinde Belçika mahkemesi tarafından Almanya’ya iade edilen Türkiye’li sosyalist Engin Gökoğlu’nun yargılanması devam ediyor.
Gerçek Gündem’in haberine göre Almanya’da yargılanmakta olan Erdal Gökoğlu 12 Haziran tarihinde savunmasına devam edecek. Hakkında 3 yıl 10 ay hapis cezası istenen Gökoğlu’na yapılan suçlamalar arasında, konser afişleri, panel fotoğrafları ve Mahir Çayan’ın kara kalem çizimleri gösterildi.
Savcı, Erdal Gökoğlu’nun evinde Mahir Çayan’ın fotoğrafının bulunmasını dosyaya eklemişti ve ardından hapishaneden yürüttüğü yazışmalarda sürekli Mahir Çayan çizimleri yapmasını «ideolojik olarak değişmediğini gösteriyor » olarak nitelendirmişti.
Süren duruşmalarda Savcı « suç kanıtlarını » Erdal Gökoğlu’nun mektuplarında aramaya devam etti.
Bu durumu Erdal Gökoğlu bir mektubunda şöyle anlatıyor
« Dosyadaki saçma sapan, zorlama iddialardan umduklarını bulamamış olacaklarki, şimdi de mektuplarımdan medet umar hale geldiler. Be sebeple bir kaç mektubumu duruşmada okuyup « delil olabileceği » düşüncesiyle dosyaya koydular. Örneğin daha önce adıma gelen, gazete, internet haberlerinin yeraldığı bir mektubu bu şekilde okuyup, dosyaya koymuşlardı. Yine 19-22 Aralık katliamının yıldönümünde benim gönderdiğim bir mektubu da okumuşlardı duruşmada. Halbuki mektupta yer alan konuları çok daha ayrıntılı bir şekilde duruşmalarda dile getirmiştim.
Duruşmada okunan ve dosyaya konan bir başka mektuptan bahsetmek istiyorum. Topu topu 23 satır ve 18 cümleden oluşan bir mektup bu. Selam, kelam, sevgi, saygı… gibi ‘masum’ kelimeleri çıkartınca, mektupta bir kaç kelime kalıyor geriye. Ha haksızlık etmiyeyim, oldukça ‘tehlikeli’ bir resim ekli bu mektupta. Tutuklandığım günden beri her mektubumda olduğu gibi Mahirler vardı yine malum resimde ! Ki avukatlarımın avukat görüşlerindeki tecritin kaldırılmasına yönelik itirazlarına, ‘sanığın evinde yapılan aramada Mahir Çayan’ın portresinin bulunması, hala bu düşünceleri koruyor olması…’ gibi bir tehlikenin devam ettiğine dikkat çekiyorlardı.
Sordum, mektupta tehlikeli olan nedir ? Cevap vermediler. Ben de mektubu, sağdan soldan inceledim, evire çevire tekrar tekrar okudum, ‚tehlikenin’ ne olduğunu bulmak için… Demişimki: dayanışma üzerinde daha fazla durmak gerekiyor!. Sağolsunlar tutuklandığımdan beri Alman arkadaşlardan çok sayıda ‚dayanışma mektupları aldım, alıyorum. Ama kafama takılan sorular üzerine, 129 yasa paragraflarının, Almanya hapishanelerindeki tecritin, baskının özünde Alman halklarını ilgilendirdiğini ve hedeflediğini düşünerek, burada esas olarak benim kendileriyle dayaşınmada bulunduğunu, asıl mücadele etmesi gerekenlerin kendileri olduğunu ifade etmeye çalıştım.
Çünkü bu arkadaşların bir çoğununda ifade ettiği gibi, örneğin No20 (G20 zirvesi protestolarından tutuklananlar) tutuklanmaları ve davalarını sahiplenmeyi meşru görürken (özellikle Almanya’nın 200 yıllık hukuksuzluğunun ifadesi olan 129 yasa paragrafları ) özelde de 129 b ile yargılananların sahiplenilmesinin ‚riskli ve tehkileli’ görülüyor olmasıydı.
Tabii, bu çarpıklığın kökleri çok daha derinlerdedir. Örneğin onyıllardır Alman solu’nun düşünce ve pratiğine yön veren Frankfurt okulunun öncülüğünde aramak gerekir. Yani burjuvazinin sol içindeki eli ve dili olan Herbert Marcveler’in önderlik ettiği ‚protestocu, dayanışmacı solculuk’tan kurtulmak gerekir. Burjuvazinini yörüngesinde burjuvaziye karşı mücadale edilmez. (…) „
Kaynak: Gazete Fersude
- 12 gösterim