BİR TUHAF DOĞUM GÜNÜ KUTLAMASI ‘ARILAR ve ŞAİR’

 

           

Şair yine yola düşmüş, bu sefer yolu nereden geçmiş.

            “Yazan kardeş, bak ‘yazar’ demiyorum maksat havalara girmeyesin, mütevazılıktan caymasın diye. Bilirsin şair-insanın başı dumanlı olur, ben de bu yılki doğum günü kutlaması için çıktım hapishane havalandırmasına başladım ak ak düşünmeye, niye kara olsun ki? İnsan sevdiğini düşününce ak ak düşünmeli. Tabi bizim kara renk de alınmasın, onun da renk olarak şahaneliği tartışılmaz. Zaten sevdiceğimin de gözleri incir karası, bukleleri kömür karası, kaşları zeytin karası, kimse çekmesin gönül yarası, kafiye gelince durduramıyorum kendimi. Neyse mevzuyu dağıtmayalım.

            Hani doğum günü ya, yine güz mevsimi ya, olur da bir ilham perisi, esin sevisi gelir, bir ışık doğar, bir yaprak düşer ya da bir güzel can çıkar da birlikte hasbıhal eder, iki çift lafın belini kırarız dedik. Niye lafların belini kırarız onu da anlamam, yapmamak lazım. Bu da ayrımcılık olur, o zaman iki lafın teline vuralım. Bu daha iyi müziği çağrıştırıyor en azından.

            Laf uzamasın dedikçe de laf niye ha bire uzar anlamam ben. Durun! olan oldu işte, bu güzün, bu kış öncesi sarı mevsimde bu Kasım ayında bir de ne göreyim, bir arı dolanıyor havalandırmada şaştım kaldım. Sonra gelip usulca kondu havalandırma penceresinin kenarına, telaşlandım tabi ki, gittim buzdolabından biraz karpuz reçeli aldım geldim. Haklı olarak diyeceksiniz ki karpuzdan reçel olur mu? Bizim Zeki’ye kalsa taştan yumuşak ne varsa olur der. İnanmayacaksınız ama çakma reçel koleksiyonu olsa Zeki en birinci olur. Düşünün, sütten reçel olur mu? Oldurdu vallahi, durun daha yaşadığımız büyük faciayı anlatmadım daha; peki karalahanadan reçel olur mu? Hiç sormayın neler çektik o gün, odayı-koğuşu bir koku sarmış, sanırsın sarin gazi atılmış, üstelik tam havalandırmaya giden yolun üzerinde durmuş, elinde kaşıkla bekliyor, illa ki gelen-gidene tattıracak. Kimse yerinden kıpırdamıyor, korkusundan yerini terk edemiyor, yukarıda yatakhanede kalanlar yangında mahsur kalanlara, aşağıdakiler ise kimyasal gaz saldırısına maruz kalanlara benziyor. Zeki pusuda bekliyor. Kendi kaşığı elinde önce kendi tadıyor, maksat müşteri kaçmasın, diğeriyle de yakaladığı kurbanına zorla karalahana reçeli yediriyor. Aman biz yandık siz yanmayın. Bir sonraki denemesi marulla olacaktı zor durdurduk. Bir gün baktım bir arkadaşın elinde deri bir ayakkabı, nereye dedim. Zeki arkadaşın yanına gidiyorum dedi. Niye? diye sordum. ‘Bunu da bir denesin, belki reçeli güzel olur’ dedi. Yani anlayacağınız reçel manyağı olmuşuz. Hani bazı çizgi filmler olur ya, gözlerini para bürüyen birinin gözlerinde dolar işareti olur ya, Allah sizi inandırsın bizim Zeki de her baktığı nesne, sebze veya meyvede reçel işareti ile parlıyor. Hani hakkını yemeyeyim şeftali ve kara erik reçeli fena değil. Diğerleri düşman başına. Çok uzattık ama bu izah gerekliydi. Hapishanede bir yan sanayi ürünü mamulün neye yol açtığını anlatalım istedik. Yine de Zeki’ye takılmadan edemiyor, ‘Zeki sen bizim anamızsın’ diye.

            İşte bu çakma karpuz reçelinden aldım biraz, koydum bizim arı kardeşin önüne, azıcık taddı, tabi aynı bizim gibi suratını buruşturdu. Nereden mi anladım? Antenlerini öne eğerek birbirine doladı da oradan. Beğenmedin değil mi? dedim. Başını onaylar anlamda öne doğru salladı. Aman arı kardeş sesini etme, Zeki buralardan geçerse, eline sağlık de geç yoksa daha kavun reçeli var sırada. Gülümsedi arı kardeş. Neyse, hayırdır dedim bu mevsimde buralarda ne işin var, niye uçup durursun bu soğuk beton kalıplar arasında? Biraz şekerlen de uç git yuvana, dedim. Yok dedi, geçiyordum, geziyordum baktım düşüncelisin geldim yanına. Demek ki hayvanlık ölmemiş daha insanlık öleli çok oldu da dedim cevap olarak. ‘Hayvan’ demesek ‘canlı’ desek. Hay hay dedim, ne demek arı kardeş, demek bu arı alemi de hafiften alıngan oluyor, dikkat edeceğiz mecburen. Devam ettim. Hiç sorma arı kardeş, bu yıl doğum günü kutlaması yapacağım kimseyi bulamadım. Çatıdaki serçeler, sığırcıklar, saksağanlar uçtu gitti. Karıncalar da görünmüyor, dedik belki tahliye olur, çıkarız, kendimiz gider sevdiceğimize sarılır, doğum gününü kutlarız, sarılır, öperiz, gülüşür, ağlaşırız dedik, o da olmuyor, olmadı işte. Gördüğün gibi halen şu soğuk duvarların soğuk yüzüne talim ediyoruz. Yok mu sende böyle günün anlam ve önemine uygun bir kutlama şeyisi, bir söz, bir töz. He kardeş! Sahi sana Arı Maya diyebilir miyim? Benim hiç Arı Maya adında bir arım olmadı da!

            Güldü, hem de nasıl vız, vız, vız diye. Arıların gülüşü de çok ilginç ve korkutucu, böyle karınlarını geriye çekip iğnelerini çıkartıp duruyorlar, kanat çırpıyorlar. Ya kardeş dedim sok şu iğneni içeriye şeytan doldurur vallahi çocukluk travmam var şu iğnelerinize karşı. Allah muhafaza, eskiden salça, domates vardı sürerdik iyileşir ya da ağrısı azalırdı. Burada salça zaten yasak, domates desen dolar kuruna bağlandı, artık onu yiyemiyor sadece seyrediyoruz. Korkma ya şair kardeş, bu bizim sevinme biçimimiz.

            İçim rahatladı biraz da yine de bir gözüm o iğnede, ne olur ne olmaz diye! İsmim Maya değil ama hatırın için bugün öyle diyebilirsin. Öyle de mağrur, mazbut! Çok mu seviyorsun, kimin doğum günü? diye sordu, böyle Hulusi Kentmen havalarında, bıyıkları olsa da bursa bari. Bir kere muhabbet açıldı, topa gireceğiz mecburen.

            Arı Maya kardeş, kalbimin güneşi, ruhumun neşesi, canımın pür telaşesi, sizin tabirinizle arım-balım, peteğim. Sevmek mi dedin? Ben de topu aldım ya coşdum. Devam ettim. Ah! Aç bak şu kalbimin peteklerine, gör balmumu yerine kalp mumuyla adını nasıl yazdığımı. Çiçeklerin özü, sözü, rayihası, o başımın tacı, gönlümün ilacı, kalbimin Ece’si…

            Vay şairim! Sende de söz gani gani, bana da böyle sözler edersen ben de yoluna feda ederim canı. Tamam, anladım, istiyorsan gidip bizim koloniden bir grup işçi arıyı alıp geleyim, topladıkları çiçek polenlerinden ismini yazalım, sonra da biraz topluca bal kusarız peteklere ha ne dersin? Nereden aklıma geldiyse sendikalı mı sizin işçi arılar? dedim. Güldü, bizim şairin kafası gidik, aşk vurmuş garibana tarzı bir gülüştü. Neyse, böyle, polen, bal, kusarız falan deyince de içim kalktı biraz, ben de saf saf daha romantik teklifler bekliyordum havasındayım, hani bir şey de diyemiyor insan. Birincisi, gidip koloniyi getirse odadakiler korkudan kaçacak, polen desen alerjim var, bal desen ona da alerjim var. Nasıl çıkacağız bu işin içinden, peteklere kusmak falan da zaten ayrı bir dert. Dalmışım ya böyle bizim numaracı Arı Maya, bu Aydemir Akbaş kılıklı mahlukat içten içe gülüyor meğer!

            Ne oldu Şairim, sanki beğenmedin teklifimizi? Ehem-kehem ettim de eveleyip-geveledim de, olmadı. Valla Arı Maya kardeş, dememe fırsat kalmadan, kahkahayı bastı, yine iğnesi dışarıda etrafımda dolanıyor, ürke-korka ben de gülüyor gibi yapıyorum. Neyse ki bizi sarakaya alan dansı bitti.

            Şaka şaka Şairim, tabi ki biliyoruz polenlere, bala alerjinin olduğunu. Hem sen sevdiğini Ece’n yapmışsın, biz biliriz ECE’yi sevmenin ne demek olduğunu. Koca bir koloni, yüzlercemiz ECE’miz için çalışır, uçar gerekirse savunmak için sokarız. O yüzden biri sevdiğine Ece der, değer verirse nazarımızda yeri ve kıymeti paha biçilmezdir.

            Sana bir sır vereceğim şairim. Bilirsin çiçeklerle haşır-neşiriz. Kimi zaman nergis gibi kaprisli olanı da var, ters lâle gibi mütevazı olanı da. Güller bilirsin çeşit çeşittir. Kır çiçekleri narin ve naiftir, zambak arsız ve dillidir, sümbül bülbül kesilir, manolya, menekşe zaten bir içim sudur, mimoza soyludur, nilüfer desen altı çamur üstü yağmur, kendi samurdur. Hatmiler bir başka gönüldür, kasımpatı beğenmez adını modaya uyup krizantem yapmıştır sanını. Laleler desen bir yudum şuruptur, ayıptır söylemesi senin bu kardeşin, senin tabirinle Arı Maya ufaktan sevişir yaseminle, öte yandan göz süzeriz lavanta ile…

            Bu böyle anlataduruyor ya, şaştım kaldım. Vay seni çakma yalıçapkını, yamuk Kazanova, üçkağıtçı Don Juan hatta donsuz juan dedim içimden. Bak sen şu işçi geçinen şaşkaloza, hangi ara fırsat bulup peydahladın bu kadar nar-ı sevda. Hem sizin sloganınız değil miydi? Sen işçisin işçi kal! diye. Sanki beni duymuş gibi devam etti sözlerine…

            Daha çok çiçek var, yani biraz romantik takılınca da hemen ayıplıyorlar, ‘Sen işçisin işçi kal’ diye. Vallahi kendimden şüphe ettim bu sözleri duyunca, acaba arıların iç-ses duyma, düşünce okuma yeteneği mi var? Neyse bizim karpuz reçelizade Arı Maya efendi yasemin çiçeğinden bahsedince ağzının şırrıkı (suyu yani) aktı yerlere, yok bal felan değil bildiğin salya işte. Çiçekler bizim işimiz dedi, alırız onlardan tözü yaparız bal denen özü, kıymetini bilene söylemeli sözü, en güzel sözü, wayy bak hele kafiyeli konuşmasını da biliyor işçi sınıfının son şairi.

            Peki dedim, sır-mır dedin, sevgililerini pardon çiçeklerin ismini saydın, unuttun söyleyeceğini. Arada laf sokayım da mevzuyu anlasın dedim. Anladım şairim yani sen de çaktırarak lafı vurdun yüzümüze, bana kızma, ne yapayım, çiçekler de o kadar güzel olmasın, tutamıyorum kendimi deyince, ben de, bazen tutmalı insan kendini, her çiçekten bal alınmaz, her bal da her derde deva olmaz. Tamam, şairim söyledin sözünü eyledin gönlümü. Ama bizim alemde işler başkadır dedi. Arı Maya bak sabahtandır kaynatıyorsun, bugün benim gönlümün Ece’sinin doğum günüdür, bir şeyler bulmam, bir güzel kutlama yapmam lazım. Ver şu sırrı da bari bu yıl farklı olsun kutlama. Haydi gözünü düşün biraz.

            Şöyle gözlerini dikti fezaya antenlerini çevirdi uzaya, iğnesini soktu çıkardı birkaç kez, pır pır etti kanatları, önündeki karpuz reçeline baktı, kafasını salladı, bir nıç nıçladı dersin Aristo’dur ya da Platon’un bahçesinden yeni kalkmış da gelmiş. Bu ne afra tafra, bu ne öyle safça düşünme numaraları. Allah insanı arıya muhtaç etmesin, böyle oluyor işte arının kaprisi. Bekliyorum, bizim Arı Maya kendi havasında, kızma dedi şairim, azıcık düşünmek iyidir, düşüncesiz hareket etmek aptalın işidir. Düşünceler duyguların havai fişeğidir. Bak hele laflara bak birazdan modern felsefeye geçecek, fenomonoloji-menomonoloji, yok simülasyon, imitasyon oldu olacak varacağı yer bir garip ajitasyon…

            Arının da düşüneni çekilmiyor arkadaş, az önce hiç olmasa çiçek çapkınlığından dem vuruyor, romantiği ormantiğe bağlıyordu, o da gitti. Derken nihayet gaipten konuşur gibi başladı söze, biraz Mevlana biraz Nietzsche karışımı bir edayla. Bak Şairim dedi. Sevdiğini bizim alemde her canlı tanır. O kuşların ve çiçeklerin Ece’sidir. O iyilikler Güneşi, o sevgilerin Neşesidir! O ki bizden veya sizden bir canlı ne zaman zor durumda kalırsa kalbindeki merhameti ve şefkati ilaç yerine kullanır. O iyileştiren büyücü, hayat veren sihirbaz, bilge kahin, kadim peridir. Akıllıdır, güzeldir, ruhu servet, duyguları bereket, kendisi selamet, bir güzel keremettir. Onu anlatacak kelimeler henüz hiç alemde icat edilmemiştir. Onun nefesi tüm çiçek rayihalarından daha enfestir, rayihası rayihaları Ece’sidir.

            Bu cihanda, başka kainatlarda hangi alem dersen orada asla bulamazsın böyle Mucize-i Dilberi, sakın ama onu üzme yoksa olursun çöle düşmüş bir gureba berberi, olmak istersen aşka bedevi, çıkma gönlünden ve sözünden sonsuza dek bitevi…

            Şimdi gelelim doğum günü için istediğin sırrı süreyyaya, yok, karıştırma bu sizin sırrı değil, edebi anlamda söylüyorum, yıldızların en güzelinden bahsediyorum. Bak, daha neler de biliyor bu Arı Maya, devam etti sözüne. Ayıptır söylemesi ben de biraz böyle aval aval dinliyorum, şaşkınım da, her seferinde bir acayip hikayeyle karşılaşıyorum bu canlılar aleminde, demek insan türlü türlü ya, diğer canlar da çeşit çeşit her birinin dili, dünyası, duygusu, düvelası, dilemması ayrı ayrı.

            Bak Şairim sır şudur. Durdu yine. Arkadaş ağaç ettin bizi karnımız ağrıdı, verem ettin bizi. Acun’un Sorvivor’u gibi oldu. Kaç reklam girecek araya, yetti gayri söyleyeceksen söyle, yine sanki beni duymuş gibi. Sen de amma sabırsızsın be şairim, önemli olan bir mevzuda, çok mühim bir beyanda bulunacağız. Bir Osmanlıca lügati (sözlüğü) eksikti o da tamam, sanırsın Arı Maya değil Sadrazam Pargalı İbo Paşa, dedim diyecem kardeş, özenme fazla o şeylere sonra kelle gidiyor sepete, Mısır’a vali olma niyetimiz yok ama devam edeceğiz sabır sabır demeye.

            Şairim sır şudur. De haydê bakam, de haydê kurban Züğürt ağa’ya bağlama bizi, Bak Zeki’yi çağırır sana en olmadık reçelleri yediririm diyesim var da, ambiyansı da bozmak istemiyorum. Hadi aç kutuyu, kutumda ne varsa razıyım. Tam Acun’un programlarına döndük vallahi. Bir “aç, aç, aç” tezahüratları eksik.

            Sır, bu doğum gününe özel bizim arı kolonimizin sana hediyesidir. Her çiçek yaprağında bir aşk şiiri saklıdır. O şiirler bizim alemin aşık arıları tarafından ölmeden önce silinmez yazılarla yazıp sırladıklarıdır. Gözündeki perdeyi kaldırıp sana o şiirleri bir kereye mahsus okuyabilmen için göstereceğiz. O şiirler ki, bir eşi-benzeri bu alemde yoktur. Ancak senin kaleminden sevdiğinin defterine, o defterin narince nazenin yapraklarına akabilir.

            Bu şiirler kraliçemiz, Anamız, Nar ece’nin ve tüm arı kardeşlerimizin sana ve sevdiğin o güzel insana hediyesidir. Onun doğum gününü kutlamak için seninle buluşmaya beni yolladı bizimkiler. Hani bende de biraz sanatçı ruhu var ya, gönül adamıyım ya, mesela sanat musikisini çok severim, bak sen şu keretaya araya espri de sıkıştırıyor, devam etti. O yüzden beni münasip gördüler, kutlama için yolladılar.

            Ama gözlerindeki perdeyi kaldırmam ve çiçek yapraklarındaki sırrı okuyabilmen için seni iğnemle sokup efsunlamam lazım, dedi. Aha işin içine- yani hapı yuttuk, bu nerden çıktı şimdi! Yok desek olmaz, he desek acı var işin ucunda. Ya arkadaş bu seferde normal, aklı başında bir mahlukat bana denk gelse ne olurdu sanki. Yok desek, kalkıp sevdiğin için bir arı iğnesi sokmasına dayanamadın tüh sana diyecek, he desek oramız, buramız şişecek. Ne yapalım mecbur bu acıya da katlanacağız deyip gözlerimi kapatıp parmağımı uzattım. Acısız bir sokma usulü yok mu be Arı Maya kardeş! dedim. Hınzır hergele kıs kıs gülüyor halime. Yok dedi parmak olmaz, şeyden olacak dedi, yok daha neler, arkadaş ne belaya düştük, bu ne diyor ya artık kendi kendime söylenirken araya girdi Arı Maya şaşkalozu. Yanlış anladın Şairim, burnundan demek istedim. Bu da züğürt tesellisi niyetine herhalde, he yani burun çok makul! Baktım halen gülüyor haylaz hilebaz, meğer benimle kafa buluyormuş, şaka şaka Şairim bir tarafını sokmayacağım. Bu bizim doğum günü hediyemiz. Arıların, çiçek yapraklarına yazılmış sırlı Aşk Şiirleri’ni Ece’ne sunman için sana veriyoruz. Birazdan kolonimizin romantik arıları o yaprakları getirecekler.

            Vay benim sırdaşım, bal kardeşim, Arı Mayam, gel bir sarılayım diyeceğim ama tehlikeli, işin ucunda iğne var ne de olsa dur dedim. Gittim en kıyağından şeftali reçeli getirdim, bu en güzeli dedim, sağ ol, var ol her şey gönlünce olsun, dileklerin yerine gelsin. Sen beni ve sevdiceğimi sevindirdin ya, bu doğum gününü de bir güzel kutlattın ya sana da yasemin çiçeğiyle mutlu aşklar diliyorum dedim. Göz kırptım o da anten kırptı, kırpıştık anlayacağın.

            Şairim dedi. O güzel insan, yârin dünyaya bedel. Birbirinize yakışıyorsunuz, sonsuza dek mutlu yaşayın, vuslatınız daim, aşkınız kaim olsun. Doğum günü kutlu olsun. Sen de en güzel şiirlerini onun için yaz, anten kırpıp güldü. Anladın sen onu dedi. Ben de kızardım, utandım biraz, her bir şeyi de biliyor bu çakaloz dedim.

            Biraz sonra şiirlerin yazılı olduğu yapraklar gelecek, güneş saatine bakayım, evet hazırlar, yola çıktı arı kardeşlerim. Ben de artık yola çıkayım, havalanayım, şiir yapraklarının gökten avuçlarına yağdığı sahneyi yukarıdan izleyeyim. Kendine iyi bak şairim, sevdiğine bizden şiir söyle anlarsın ya dedi, şeftali reçelinden bir-iki fırt çekti, havalandı sonra gidiş o gidiş.

            Bakıyorum havaya, neyse ki havalandırma boş millet çekilmiş yatakhanede dinlenmeye, bir de ne göreyim arılar. Birkaçı birden bir yaprakla üstümde dolaşıyorlar sonra o yapraklarla sevdiceğimin adını yazdılar. Bizim Arı Maya yine geldi yanaştı kıyıma. ‘Bu da benden olsun’ dedi. Sonra arılar sırlı aşk şiirleriyle dolu yapraklar avuçlarıma bıraktılar. Çok güzeldi her şey, şahane bir kutlama oldu. Hele şiirler, o sırlı şiirler, nice mutlu ve güzel yıllara doğum günü kızı, doğum gününü arılarla birlikte böylece kutladık. Bir güz arılar şenliği ve şiirleri oldu kutlamamız, dilerim beğenmişsindir.

            Ne oldu ‘yazan’ arkadaş sanki inanmadın, dudak büküyorsun. İster inan ister inanma hapishanede böyle kutlanır doğum günleri, kimi zaman kelebekler olur pervane, kimi zaman çiçekler olur seyrane, bazen de arılar olur divane, işine gelirse…”

SEYİT OKTAY

T TİPİ HAPİSHANE TOKAT