20 Mart 2013
Bir daktilo istedim. Hani “hayatta bir daktilom olmadı, daktilo istiyorum!” gibi değil, bildiğiniz dilekçeyle talep ettim; ihtiyacım var diye… Kandıra’dayım. Kocaeli 1 No’lu F Tipi hapishanesindeyim.
Aslında buraya ilk getirdiklerinde, bir dizüstü bilgisayar ve yazıcı istedim hücreye; evlere şenlik! Hatta öyle bir bitti ki işin sonu, anneannem sağ olsaydı, “üstüme iyilik sağlık” derdi.
Bilmem kaç bin sayfa dijital evrakla dosya hazırlıyorlarmış hakkımızda, bir de ne manaya geliyorsa “kozmik” işi var. Dosyaları kâğıda bassan hücreye sığmaz, herhalde incelemek için bir dizüstü bilgisayar verirler diye düşünmüş olmalıyım, haşa huzurdan.
Zarif ve öğretici bir şekilde reddedildim. 07.02. 2013 gün ve 2013/171 sayılı kararla, kısaca: Yasa hücrenize bilgisayar verilmesini yasaklıyor. Sizi haftada iki gün ikişer saat bilgisayarı olan bir odaya çıkarabildik ama evraktan anladığımız kadarıyla “ DHKP-C örgütünün militan kadrosundayken yakalandığınızdan” onu da yapmamaya karar verdik, diyorlar.
Bağırmak istiyor insan
Adaletin hızlı tecellisi hoş tabii ama herhalde alışık olmadığımızdan insanın şakaklarına doğru kan basıncı artıyor. Be adam, üzerinde konuştuğun dosya gizli, ortada daha dava yok. “Olsun, başkası da konuşuyor” diyorsan, öbürü başbakan gizli mizli göstermişlerdir hızlıca, artık bakabildiği kadar anlatıyor doğru yanlış, 11 kapı, 13 kapı diye sana ne oluyor? Hapishanede oturduğun yerden sen nasıl uydurdun “militanı, kadroyu, yakalanmayı”?
Sonra bağırmak da istiyor insan: “Beni kimse yakalamadı efendi! Derneğimize, büromuza, evimize girdiğinizi duyunca ikibin kilometre yol geldim Şam’dan, ne diyorsunuz siz?” diye hesap sormak için. İçimden bir ses, sakin olmak lazım, bunları sonra konuşuruz, şimdilik daktiloya yoğunlaşalım dediğinden bir dilekçe daha yazdım.
Terörist ve internet
Pekiyi, bu sefer ne yazdım dilekçeye? Öncelikle ilgili mevzuatı hazırlayan ve bizim red kararını veren genç kuşağın, hayatlarında internetsiz bilgisayar görmedikleri için bu iki mefhumu birleşik zannediyor olabileceklerini tespit ettim. İnanmayan 5275 sayılı kanunun 67/3,4 maddelerine bakabilir. Yani asıl mevzu, elimizdeki teröristi internetten uzak tutmak, bilgisayardan değil! Şimdi, belki de adamcağızlar “yazı cihazı” ihtiyacımı fark edemeyip, internette sörf istediğimi düşünmüştür diye bu sefer “elektrikli daktilo” talep ettim. İnternet istemediğimi açıkça belli ederek “güven arttırıcı” bir adım attığımdan olsa gerek, cevap metni gayet “açılımcı” bir paragrafla başlıyordu. “… Bu bağlantıda haftada iki gün bilgisayar kullanma kursu, iki gün din eğitimi kursu, üç gün bağlama kursu, üç gün çini kursu, bir gün resim-hobi çalışması mevcuttur” demişler. Yahu son anda sürece bir sabotaj olmazsa sanki bir şeyler verecek gibiler. Tabii belirsizlikler de var, hobi derken ne diyorsun mesela? Olsun icabında zamana yayarız müzakereyi, demeye kalmadan felsefi tokadı yedim. “Yönetmelikte elektrikli daktilo diye bir şey yazmadığına göre talebinizin olması da mümkün değil” demişler. Aldın mı müzakere sürecini. Yazdım bir dilekçe daha, “Sen istesene dedim bir anam-babam klasik mekanik daktilo”.
Hain daktilo
Cevabın gelmesi uzadıkça ümidim arttı. 27.02.2013 tarih ve 2013/278 sayılı cevap yazısı mazgaldan görününce, “aldık işte bu sefer!” dedi içimden bir ses. Hapishane idaresi talebimi reddetmekle kalmayıp sanıyorum bir dilekçe daha vermemi engellemek için, ne mal olduğumu bildiklerini hissettirmeye de karar vermiş olacak ki cevap kapsamlı geldi. Kötülük diz boyu anlayacağınız.
Son red kararının ilk gerekçesi şöyle: “…Mekanik daktilonun içerisinde bulunan metal parçaların ve harfleri tutan metal çubukların sert metal olması, bu metallerden kesici ve delici alet yapılabileceği…”
Aslında itiraf ediyorum ki ben arandım. 2006’dan bu yana kaynamamış parçalı kırık bir kolla yaşıyorum. 10-12 santimlik bir platin çubuk sekiz-on vida, ağrı , sızı da cabası. Bu protez sağ kola bir de sağ elle yazma zorunluluğu eklenince bir saat yazıp, yarım gün dinlenmeye başladım ağrıdan. Böylece de yazmıştım. Yazmaz olaydım. Toplanıp geçmiş olsuna geldiler.
Herkesi bulmuşken “Bilgisayardan, elektrikliden vazgeçtim, şöyle bir klasik daktilo istiyorum” diyeceğim ama gardiyanın yaşlısı 25, idarecinin yaşlısı 35. Gerçek bir daktiloyu yakından gördükleri şüpheli. Nihayet emekliliği gelmiş bir başefendi bulundu: “Evet yahu, avukat bey haklı, eskiden yazar-çizer takımına verilirdi böyle bir şey” dedi. İşte zafer! Fakat ben daha zaferimin tadını çıkaramadan, “sonra kavga ettilerdi galiba, sahibi bunun telinden şiş yapıp adam öldürdüydü…” demesin mi! Ömrü uzun olasıca ayaklı hapishane!
Red kararının ikinci gerekçesi tanıdık. Yönetmelikte “elektirikli daktilo” olmadığı gibi daktilo da yokmuş. Ben ısrarla tekrar ediyorum ki, daktilo diye bir şey var ve bence yasaklanmaya ihtiyaç duyulmadığından oraya yazmamışsınız. Daha kitabı söylersek, madde düşünceden önce gelir.
Biraz önce değerlendirme fırsatı bulduğum “militan kadrosundan olup kaçarken yakalanma” meselesini saymazsak kaldı geriye son gerekçe: “Adı geçenin 23.01.2013 tarihinde aramaya karşı çıktığından 1 (bir) ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası verildiği anlaşılmakla…” diyor. Anladığım kadarıyla, “rahat durmuyorsun ki ödüllendirelim” tadında.
Soyunun!
Hatırlıyorum o hadiseyi, ilk günümüz. Jandarma ring aracıyla Metris hapishanesinden getirilmişiz, yol boyu eller kelepçeli. Dijital kapıydı, x-ray cihazıydı, el dedektörüydü derken, bunlardan üç-dördü her birimizi ayrı bir kapalı yere sokup “Soyunun” demez mi? Sebep? Yönetmeliğe göre çıplak arama yapacaklarmış. Var yönetmelikte dediler. İnsanın bu kadar bağlılık duyduğu bir metni en az bir kere okumuş olmasını beklersiniz ya hayatta. Yok! Okumuyorlar. Gerçi bence bütün kutsal metinlerin ortak sorunu sayılabilir bu durum. “Makul sebep” diyor be adam yönetmelik. Her neyse, çırılçıplak soyma onursuzluğunun ne makul sebebi olacak zaten. Anlayacağınız hem hırpalanıp hem cezayı yedik, işte onu diyorlar.
Velhasıl alamadık daktiloyu. Vaz mı geçtim? Hayır! Hâlâ daktilo istiyorum ve kendisi bütün medya imkanlarıyla televizyonlarda hakkımızda atıp tutarken, muhatabına iki satır yazacak daktiloyu verdirmeyenlere de bir çift sözüm var: Ayıp, eğer utanmanız varsa.
Nasıl, gülümsetebildim mi biraz sizi?
Burada aylık bir mizah dergisi çıkarıyoruz. Güzel kızıp güzel dövüşmenin, güzel gülebilmekle ve insan gibi yaşayabilmenin, gerektiğinde ölebilmekle ilgili olduğunu bildiğimizden çok gülüyoruz, siz de gülün.
* Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi
Kaynak: Radikal Gazetesi
- 8 gösterim