Demir parmaklıkların arkasında geçen 35 yılını anlattı

“12 Eylül’ün son mahkumu” olarak ömrünün 35 yılını cezaevlerinde geçiren Hasan Gülbahar, duvarların arkasında geçen yıllara dair tanıklıklarını anlattı. Gülbahar, kötü koşullara karşı verilen direnişlerde ölümlerin en çok sivil hükümetler döneminde yaşandığını belirtti. 

21 Aralık 2018

1981 yılında henüz 19 yaşındayken “TİKKO üyesi olduğu” suçlamasıyla tutuklanıp, dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde müebbet hapse mahkum edilen Hasan Gülbahar, Anayasa Mahkemesi’nin hakkında verdiği “hak ihlali” kararının ardından cezasının mahsup edilmesiyle tutuklu bulunduğu Tekirdağ Cezaevi’nden 11 Aralık’ta tahliye oldu. Duvarların dışına çıkabildiği 1,5 yıllık bir sürecin dışında hayatının 35 yılını geçirdiği cezaevinden 59 yaşında çıkan Gülbahar, kamuoyunda “12 Eylül’ün son mahkumu” olarak tanındı.

Tahliyesi sonrası şimdi dışarıdaki yaşama alışmaya çalışan Gülbahar, cezaevinde geçirdiği o 35 yılda neler yaşadığını Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı.

Gülbahar’ın tutuklanması akabinde diğer birçok sosyalist devrimcinin gibi askeri yönetim tarafından götürüldüğü ilk adres İzmir Foça’da bulunan Çıkarma Filosu Komutanlığı olmuş. Ardından sırasıyla Mersin, Malatya, Kocaeli, Kayseri, Ermenek, Kandıra, Bafra cezaevlerinde kalıp, son olarak Tekirdağ F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutulan Gülbahar, buralarda geçirdiği yıllar içerisinde ‘tek tip’ elbise dayatmasından açlık grevlerine, 2000’li yıların başında girişilen ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ndan ‘F Tipi’ hapishanelere uzanan birçok olay ve gelişmelere tanıklık etti.

CEZAEVLERİNDE ÖZEL POLİTİKALAR

1983'te başlanan ‘tek tip’ elbise dayatması ile birlikte cezaevi koşullarının ağırlaşmaya başladığını dile getiren Gülbahar, o günleri şu sözlerle anlattı: “Sıkıyönetim koşullarında Metris, Mamak ve Amed zindanı gibi yerlerde özel politikalar uygulanıyordu. Tabi diğer cezaevlerinde de tüm insani haklar alınmıştı. Dergi, kitap ve temel ihtiyaçlar verilmiyordu. Faşizme karşı mücadelede çok keskin ve dişli, çatışmalı geçen bölge ve şehirlerdeki askeri hapishanelerde daha saldırgan, daha sindirmeye ve teslim almaya dönük politikaların uygulanmasıyla yüz yüze gelindi. Kısmen daha sakin bölgelerdeki askeri hapishanelerde onlarla kıyaslanamayacak düzeyde hak ihlalleri, saldırılar ve askeri kuralların uygulamasına dönük dayatmalar vardı. Birçok yerde bunlara direnişlerle cevap verildi. Çatışmanın yoğun olduğu bölgelerde, teslim alma amaçlı saldırıların sınır tanımadığı yerlerde çatışma da, buna karşı verilen mücadele de daha sert geçti.” 

İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ 

Gülbahar’a, yıllarını geçirdiği cezaevlerinin insanın fiziksel ve psikolojik sağlığı üzerindeki etkileri ve bu yönlü uygulanan politikaları da sorduk. Cezaevinde uzun süre kalmış olması itibariyle kendisinin de kalp rahatsızlığı ve göz tansiyonu gibi birçok sağlık sorunu yaşadığı paylaşan Gülbahar, özellikle hasta tutukluların sağlığa erişim haklarının engellendiğini aktardı.

Gülbahar, “Revir gibi ilk basamak tedavi kısmına bile 2 ayda ancak götürülüyorduk. Hastaneye sevk etme söz konusu olduğunda ise uzun zaman geçiyor. Göz doktoru, ‘3 ayda bir gelsin’ diyor. Fakat 15 ayda ancak götürüyorlar. Çıkmadan önce kalp rahatsızlığı için 3 ila 4 ay boyunca sevk edilmedim. Cezaevinde bulunan hasta arkadaşlar da benim gibi sıkıntılar yaşıyor. Hastaneye götürülürken bir de kelepçe meselesi var. Doktor ve hasta ilişkisi olması gerekirken, kelepçeli tedavi edilmek isteniliyor. Doktorlarda da sıkıntı var. Sanki bir tutuklu ile devlet görevlisi karşı karşıya geliyor. İşin içine ideolojik boyutlar giriyor. Doktorun herkese eşit bakacağına dair ‘Hipokrat yemini’ var. Bunun için kimseyi yargılamadan, kelepçesiz bir şekilde tedavi etmesi gerekiyor” dedi.

Hasta tutukluların sıkıntı çektiği bir konunun ise, sağlık durumlarına dair rapor hazırlanma süreçleri olduğu üzerinde duran Gülbahar, hasta tutuklulara dair rapor hazırlamasında Adli Tıp Kurumları’nın tek yetkili olmasının sıkıntılara yol açtığını vurguladı.

‘VİCDANİ DEĞİL’

“Kemal Aktaş iki kolu olmayan bir arkadaş, Kemal Özelmalı’nın 4 adet ‘cezaevinde kalamaz’ raporu var. Diğer yandan Sise Ana yaş bakımından cezaevinde kalamayacak bir insan. Cezaevinde tutmak vicdani değildir” diyen Gülbahar, hasta tutukluların tedavilerine dışarıda devam edebilmeleri için tabip odaları, üniversite hastanelerinin raporlama sürecine dahil edilmesi gerektiğini belirtti.

Cezaevinin kötü koşullarına karşı ölüm oruçlarıyla direniş gösterildiğini, bu eylemlerde ölümlerin ise en çok sivil hükümetler döneminde yaşandığını söyleyen Gülbahar, cezaevlerinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecridin sonlandırılması talebiyle süren açlık grevi eylemlerine de değindi. 

AÇLIK GREVLERİ 

Gülbahar’a göre, tecrit politikası mevcut iktidarın hedef aldığı Kürt kazanımları ve toplumsal barışa yönelik yürüttüğü politikalarla derinleştirildi. DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı açlık grevinin halkın nasıl yaşamak isteğiyle bağlantılı olduğunu vurgulayan Gülbahar, bunu şu sözlerle açıkladı: “Savaş politikasına karşı barışı, baskı politikasına karşı özgürlüğü, hak, hukuk ve adaletin bir kenara bırakılmasına karşı toplumsal barış, adalet, hukuk ve özgürlük için açlık grevine girerek çıkılmış bir yol var. Halk bu taleplere yanıt verip, açlık grevine destek verdiği ölçüde kendi toplumsal yaşamı ve nasıl bir siyasal ortamda yaşayacağını belli edecektir. Tercih bir yanda özgürlükten, demokrasiden, eşitlikten ve barıştan yanadır. Bunun için bu eylemi sahiplenmek gerekir.”

‘DESTEKLE SONUÇ ALINABİLİR’

Bu eylemin amacına ulaşması için tutuklu aileleri ve demokratik kamuoyunun destek vermesinin önemi üzerinde duran Gülbahar, "Cezaevinde bulunanlar her şeyi göze alarak bir şey yapıyor. Aileler buna sahip çıkarak eylemlerin yaygınlaşmasıyla buradan bir sonuç çıkar. Tutuklular İmralı tecridinin kalkmasını istiyor. Bu demokratik talep, kabul edilemeyecek bir noktada değil" ifadelerini kullandı. 

CEZAEVLERİNİ TESLİM ALMAK

Gülbahar, tecride karşı sürdürülen eylemselliklere dair sessizliğe bürünen AKP’nin derinleştirdiği savaş politikalarını da yorumladı. Kürtlerin ulusal hak ve istemlerinin önüne geçmeyi Türkiye’nin, genel bir politika olarak savaşı benimsediğini ifade eden Gülbahar, “Gerek içeride gerekse de dışarıda her türlü demokratik hak ve özgürlük istemlerini, bunun geniş kitleler tarafından sahiplenmesini etkisiz kılma amaçlanıyor. Bugün Türkiye hakların karşısında sokakların bir hak arama alanı olmaktan çıkartılması gibi bir politikayı esas alan bir iktidar bulunuyor. Bu politikalar cezaevlerini de teslim almaya dönük uygulanılıyor. İktidarın savaş politikası, bu nedenle aynı zamanda cezaevlerini de teslim almaya dönük" diye konuştu.

Kaynak : Yeni Yaşam Gazetesi