Devletin her zaman inatçı çocuklarla başı dertte olmuştu. Bu yüzden toplum ‘huzurunu’ gözeterek, onlar için özel olarak inşa ettiği mekânlara koymuştu. Öyle ya, ortalıkta dolaşsalar, huzuru bozar, diğerlerine de kötü örnek olurlardı. Devletin yaptığı her şeyi sorguluyorlar, her şeye karşı çıkıyorlardı. Oysa devlet, Baba’ydı. Babaların bir otoritesi olmalıydı. Bu otorite sarsılsa, aile birliği ortadan kalkardı. Zaman zaman bu itaatsizlerden etkilenenler de oluyor, Baba zor durumda kalıyor, hiç de hoş olmayan yöntemlere başvurmak zorunda kalıyordu. Aile birliğini fazlaca önemseyen Baba, bu inatçı, itaat etmeyen çocukları “size ceza vereyim de aklınız başınıza gelsin” diye koyduğu binalarda da rahat durmuyorlar, okuyorlar, yazıyorlar, türkü söylüyorlar, koro oluşturuyorlardı. Üstelik dışarıda da bu koroya eşlik edenler çıkıyordu. Eh artık buna bir dur demenin vakti gelmişti. Baktı, düşündü, başka Baba’lardan akıl aldı. Bunları bir arada tutmamak gerektiğine kanaat getirdi.
Dedi ki “artık bir arada kalmayacaksınız, size özel odalar yaptırıyorum. Topluca türkü söylemekten, yalnız kalıp düşünmeye vakit bulamıyorsunuz. Ben sizin Baba’nızım! Ben ne dersem o olur!” dedi. Dedi ama dinletemedi. Çokbilmiş itaat etmezler, buna da muhalefet ettiler. Üstelik de aile birliğini bozacak şekilde, mutlu mesut aile çocuklarını da etkilemeye başladılar. “Sen bizim iyiliğimizi değil, kendini düşünüyorsun, yaptığın her şeye boyun eğelim istiyorsun. Çünkü biliyorsun, biz karşı çıkmadıkça, soru sormadıkça, soru soran kimse kalmayacak sana. İstediğin gibi at koşturacak, canına okuyacaksın insanların!” Yok, bunlar laftan anlamıyorlardı. Nus ile uslanmamışlardı, tekdir de işe yaramamıştı, o zaman hakları kötekti.
Ulucanlar, inatçı, itaat etmeyen çocukların konaklama yerlerinden biriydi. 26 Eylül 1999’da önce Ulucanlar’dakilerle başladı. Dedi ki; “aman galeyana gelmeyin, yanlış anlamayın, onlar benim de çocuklarım, ben Baba’yım uslu duranı severim, durmayan kendi bilir!” Eh başlamıştı bir kere. Durmak olmazdı. Ardından 19 Aralık’ta bütün inatçı çocukları yola getirme operasyonları yaptı. Yola gelmediler, itaat etmediler, itaat etmektense ölmeyi tercih ettiler…
Aradan 13 yıl geçti. Devlet hepimizin üzerine F Tipi bir yaşam ördü. Bu yaşama sığdıramadıklarını, artık özel F Tipi hücrelere yerleştirdi. Ama bunların sayısı o kadar çoktu ve devlet bunların rahatını o kadar önemsiyordu ki, yeni binalar inşa etti. Hatta bu binalarda, yoğun ilgiden nefes alınamaz oldu… Devletimiz ‘sağ’ olsundu. Zaten hiç ‘sol’ olmamıştı.
Ve devlet: Yaşamın üzerindeki hücreleri kaldırabilecek güçte olanlar üzerlerine düşeni yapana kadar hep sağ olacaktı. Ama hafıza kaydını iyi tutmadığı sürece herkes mutlu mesuttu. Ve hafıza kaydının karşısına, hafıza kaybına neden olacak gündemler üretmekte çok başarılıydı. Buna rağmen fil hafızalı olanlar çıkıyordu. O zaman Baba çok sinirleniyordu.
Ve fil hafızalılar diğerlerine hatırlatıyorlardı: Mahir Emsalsiz, Önder Gençaslan, Habip Gül, Ümit Altıntaş, Abuzer Çat, Zafer Kırbıyık, İsmet Kavaklıoğlu, Halil Türker, Aziz Dönmez, Ahmet Savran. Ulucanlar 1999’da boyun eğmeyenlerdendi. Biz unutalım diye miydi?
Kaynak: Haber Fabrikası
- 13 gösterim