Diyarbakır 5 no’ludan günümüze açlık grevi / ölüm oruçları

Talebim ağırlaştırılmış tecridin son bulmasıdır” diyen Leyla Güven’in 7 Kasım itibariyle başlattığı açlık grevi bugün 25’inci gününde. Eyleme destek amacıyla tüm zindanlardaki siyasi tutuklu ve hükümlüler de 27 Kasım itibariyle açlık grevine başladı. Ayrıca Güven’e destek amacıyla aralarında HDP’li vekillerin de bulunduğu onlarca siyasetçi, 2-3-4 Aralık’ta İstanbul, Ankara ve Mersin’de, 7-8-9 Aralık’ta ise Muş, Şırnak ve Mardin’de açlık grevi eylemi gerçekleştirecek.

Açlık grevleri ve ölüm oruçlarının tarihi bireysel düzeyde daha önceki dönemlere götürülebilse de Türkiye’de ilk olarak 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ndeki vahşi uygulamalara bir tepki olarak PKK’li politik tutsaklar tarafından 14 Temmuz 1982’de başlatıldı. Ali Erek, eylemde yaşamını yitirdiğinde, Türkiye’de ölüm orucu sebebiyle yaşamını yitiren ilk politik tutsak olacaktı. Bu ilk kolektif ölüm orucundan bugüne kadar değişik zamanlarda farklı sorun ve uygulamalara bir tepki olarak birçok açlık grevi ve ölüm orucu eylemi gerçekleşti.

İkinci kolektif açlık grevi / ölüm orucu direnişi yine 1984’de Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde gerçekleşti. Bütün tutsaklara dayatılan tek tip kıyafet uygulamasını protesto etmek amacıyla yüzlerce kişi açlık grevine başladı. Dört kişi yaşamını yitirdi. Yine 1988 ve 1989’da gerçeklesen eylemlerde de yaşamını yitiren tutsaklar oldu.

1995 yılında 20’yi aşkın cezaevinde 5 bin kişiyi aşkın katılımlı açlık grevinde iki kişi hayatını kaybetti. Nisan 1996’da “tabutluk tipi cezaevi” fikrinin gündeme gelmesi üzerine başlayan ve o güne kadarki en büyük eylem kapsamında (38 ildeki 43 cezaevinde 2174 tutsak açlık grevine, 355 tutsak da ölüm orucuna katılmıştı) 12 kişi yaşamını yitirdi.

F tipi cezaevlerinin gündeme gelmesiyle 20 Ekim 2000’de büyük bir kitlesel açlık grevi ve ölüm orucu eylemi başladı. Dünya tarihinin en uzun ve en yüksek kayıplı bu eylemi 19 Aralık 2001’de kolluk güçlerinin eylemcilere yönelik vahşi saldırısı ile beleklere kazındı.  Bu saldırıda 28 politik tutsak yaşamını yitirdi.

12 Eylül 2012’de, askeri darbenin yıldönümünde, PKK’li ve PJAK’lı tutsakların Kürtçe anadil hakları ve Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlattıkları ve 600’den fazla tutsakla onlarca hapishaneye yayılan açlık grevi / ölüm orucu eylemi 2001’den sonraki en kitlesel direniş oldu. Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşmesinin ardından eylem 68’inci günde sonlandı.

İlki 14 Temmuz 1982’de başlayan kolektif açlık grevi direnişleri içerisinde belki de en fazla toplumsallaşan eylem bu oldu. Dışarıdaki dayanışma eylemlerinin çeşitliliği ve gündem yapmaya dair yoğun çaba Türkiye ve dünya kamuoyunun dikkatini çekmeyi başardı. Bunda eyleme katılanların niceliksel fazlalığı, grevi yürüten siyasi tutsakların amaca yönelik net ve insan haklarına dayalı talepler ortaya koymaları, sosyal medya araçları sayesinde bilgiye erişim fırsatlarının çoğalması ve akademik çevrelerde sayıları artan ve politik aktivizm ekseninde örgütlenmiş Kürt ve demokrat Türkiyeli aydın ve entelektüellerinin eyleme dikkat çekme ve konu ile ilgili aktörleri somut adımlar atmaya zorlayan çabalarının bir araya gelmesiyle oluşan siyasal mobilizasyonun etkisi büyüktü. Greve dahil olanların aşamalı ve planlı olarak artması ve kararlılıkları da dışarıdan izleyenleri harekete geçirmede önemli bir etki sağladı.

1982’den beri farklı zamanlarda, farklı talepler temelinde gerçekleşen kolektif açlık grevi ve ölüm oruçları direnişlerine baktığımızda bu eylemlerin içerdeki tutsaklar açısından genelde bir “son çare” olarak kararlaştırıldığını söyleyebiliriz. Bu eylemler ya kendi kapatılma alanlarındaki despotik uygulamalardan kaynaklı (işkence, sürgün, tek tip kıyafet, F tipi dayatması) kişi onurunu korumaya yönelik bir irade beyanı; ya da dışarıda yaşanan toplumsal gelişmelerdeki kırılma veya tıkanma anlarında içerden bir dayanışma beyanı olarak pratikleşmektedir. Bu eylemler her ne kadar talebi sorunun esas kaynağına yöneltse de esasında devrimci demokrat kesimlere yönelik bir moral ve sorumluluk çağrısını barındırırlar. Total bir tecrit altında sürdürüldükleri için ancak toplumsallaşabildikleri oranda bir etki genişlemesi yaratabilirler. Bu nedenle Leyla Güven’in başlattığı ve diğer politik tutsakların dahil olduğu açlık grevi eyleminin sonuç alıcılığı, taleplerinin kamuoyunda gündemleştirilmesi ve yaygınlaştırılması oranında gerçekleşecektir.

Kaynak: Yeni Yaşam Gazetesi